Michel de Montaigne: Revizyonlar arasındaki fark

[kontrol edilmiş revizyon][kontrol edilmemiş revizyon]
İçerik silindi İçerik eklendi
AnankeBot (mesaj | katkılar)
k r2.6.6) (Bot: Ekleniyor: ca:Michel de Montaigne
Mupanya (mesaj | katkılar)
Değişiklik özeti yok
81. satır:
Adam cevap olarak yere tükürür ve der ki;
:-Bu da benden çıktı ve sırf bu yüzden onu sevmem beklenemez. (''Montaigne'in oğlu yoktu, zaten bu olay da Denemeler'inde örnek gösterdiği, başkasının başına gelmiş bir olaydı.'')
 
== 'Denemeler' adlı eserden alıntılar ==
Bence erdem dediğimiz şey, doğuştan gelen iyilik eğilimlerinden başka ve daha asil bir şeydir. Soylu ve doğanın yönettiği ruhlar aynı yolu takip eder ve eylemlerinde aynı şeyi teşvik ederler: Erdemi. Ama erdem iyi yaratılışlı birinin kendini bırakıp nazikçe ve huzurlu biçimde aklın ayak izlerini takip etmesi değildir. Doğal bir ılımlılıkla ve rahatlıkla, uğranan haksızlıkları büyütmeyen kişi iyi ve övgüye değer bir şey yapmış demektir ama bir haksızlık karşısında insafını kaybeden ve gereğinden fazla sinirlenen kişi, içine dolan öfkeye ve intikam iştahına karşı kendisini akıl silahı ile silahlandırmalıdır ve büyük bir çatışma sonrasında bu kötü hislere hâkim olmalıdır, şüphesiz bu daha büyük bir iştir. İlki iyi bir şeydir, ikincisi ise erdemli bir şey; ilk eyleme iyi, diğerine erdemli diyebiliriz. Çünkü göründüğü kadarıyla erdem kelimesi zorlukları ve zıtlıkları öngörür ve karşıt bir güç olmadan gerçekleşemez. Belki de bu yüzden Tanrı’yı iyi, güçlü, cömert ve adil olarak tanımlıyoruz ama ona erdemli demiyoruz, çünkü onun tüm işleri tamamen doğal ve çabalamadan yürüyor. (...)
 
Böylesi hastalıklı bir çağda dünyaya hizmet etmek için saf ve içten bir erdeme sahip olduğunu söyleyerek kendini metheden kişi ya erdemin ne olduğunu bilmiyordur, çünkü fikirlerimizi gerçeğe dönüştürürken yozlaştırırız
 
Bugün Fransa’yı parçalayan ve bizi mezheplere bölen bu çekişmede herkesin kendi davasını savunduğunu görebiliyorum -ama en iyileri bile iki- yüzlülüğe ve yalana başvuruyor. Bu konuda adamakıllı bir yazı yazmak için gayet atak ve zarar verici şeyler yazmak gerekiyor. En adil olan taraf bile hâlâ solucanların yediği ve sineklerle dolu bir gövdeye bağlı. Ancak gövde bu haldeyken gövdenin en az hastalıklı kısmına sağlıklı deniyor; bu da kısmen doğru, çünkü niteliklerimiz diğerleriyle karşılaştırılmadıkça adlandırılamıyor. Medeni açıdan masumiyet yere ve zaman göre değişiyor. (...)
 
Bu çağda yaşadığımız yozlaşma her birimizin bireysel katkılarıyla ortaya çıkmıştır; bazıları ihanetle katkıda bulunmuş, diğerleri de güçleri yettiğince adaletsizlik, dinsizlik, tiranlık, tamahkârlık ve zalimlikle; benim de içinde bulunduğum zayıflar ise aptallığı, kibri ve tembelliği getirmiştir. Zararlı şeyler üzerimize yüklendiğinde sanki boş şeylere fırsat doğuyor. Kötülük yapmanın gayet yaygın olduğu bir zamanda tamamen boş bir işle uğraşmak bile pratikte takdire şayan olabilir. El atacakları son kişilerden biri olduğumu düşünerek kendimi avutuyorum. Onlar daha acil vakalarla uğraşırken benim reform yapmakla uğraşacak kadar boş vaktim var. Çünkü etrafımız bu kadar büyük suçlarla sarılmışken ufak suçları kovuşturmak bence akla aykırı olacaktır. (...)
 
Bolluk kadar insanı sıkan, usandıran şey yoktur. Karşısında üç yüz kadını birden buyruğuna hazır gören bir adamda istek mi kalır? Büyük Sultan'ın (Osmanlı padişahı; belki Kanuni Sultan Süleyman.) sarayında öyle imiş. Onun atalarından biri de ava giderken beraberinde en az yedi bin şahinci götürürmüş; böyle bir avın anlamı ve tadı acaba neresinde idi? (Kitap 1, bölüm 42)
....
 
Sözümün akışını bozup güzel tümceler aramaktansa güzel tümceleri bozup sözümün akışına uydurmayı daha doğru bulurum.
 
İster kağıt üstünde olsun, ister ağızdan, benim sevdiğim konuşma, düpedüz, içten gelen, lezzetli, şiirli, sıkı ve kısa kesen bir konuşmadır. Güç olsun, zararı yok; ama sıkıcı olmasın; süsten, özentiden kaçsın düzensiz, gelişigüzel ve korkmadan yürüsün. Dinleyen, her yediği lokmayı tadarak yesin. Ukalaca, avukatça, vaizce olmasın. Söylediğimiz şeyler sözlerimizi almalı ve dinleyenin kafasını öyle doldurmalı ki artık sözcüklerini hatırlayamasın. Gösteriş için herkesten başka türlü giyinmek, gülünç kılıklara girmek nasıl saçmalıksa konuşmada bilinmedik sözcükler, duyulmadık tümceler aramak da bir medreseli çocuk çabasıdır. Ah, keşke Paris'in sebze çarşısında kullanılan sözcüklerle konuşabilsem! (Kitap 1, bölüm 26)
(...)
 
Ah zavallılar, sevinçlerini suç sayanlar.
 
Bre zavallı insan, az mı derdin var ki kendine yeni dertler uyduruyorsun. Az mı kötü haldesin ki, bir de kendi kendini kötülemeye özeniyorsun. Ne diye yeni çirkinlikler yaratmaya çalışıyorsun? İçinde ve dışında zaten o kadar çirkinlikler var ki! O kadar rahat mısın ki rahatının yarısı sana batıyor? Doğanın seni zorladığı bütün yararlı işleri gördün bitirdin, işsiz güçsüz kaldın da mı başka işler çıkarıyorsun kendine? Sen tut, doğanın şaşmaz, hiçbir yerde değişmez yasalarını hor gör, sonra o senin yaptığın, bir taraflı acayip, uygunsuz yasalara uymaya çabala. Üstelik bu yasalar ne kadar özel, dar, dayanıksız, gerçeğe aykırı olursa çabaların da o ölçüde artıyor senin. Mahalle papazının sana emrettiği gündelik işlere, hurafelere sıkı sıkıya bağlanırsın; tanrının, doğanın emirleri umurunda değildir. Bak, bir düşün bunlar üzerinde: Bütün yaşamın böyle geçiyor. (Kitap 3, bölüm 5) --[[Kullanıcı:Mupanya|Mupanya]] ([[Kullanıcı mesaj:Mupanya|mesaj]]) 18:41, 24 Aralık 2013 (UTC)
 
 
{{Vikiler|