İlhan Arsel: Revizyonlar arasındaki fark

[kontrol edilmiş revizyon][kontrol edilmiş revizyon]
İçerik silindi İçerik eklendi
Değişiklik özeti yok
Etiketler: Mobil değişiklik Mobil ağ değişikliği
Babatolian (mesaj | katkılar)
+
1. satır:
[[Dosya:Nicolas Poussin - The Adoration of the Golden Calf - WGA18293.jpg|250px|thumb|right|Del Vechio'nun dediği gibi 'Sınırsız şekilde gelişmeye müsait bir insan beyni olduğu sürece, gericilik daima ezilecektir.]]
*...Ama hiç kuşku edilmemelidir ki şeriâtçının bu sahte saltanatı sönecek ve şeriât'ın insan beynini eriten tılsımı sona erecektir. Yüzyıl da geçse, binyıl da geçse, ve hattâ Türk'ün eceli de gelse insan aklına meydan okuyan şeriât mikrobunun sonu gelecektir. '''Del Vechio'nun dediği gibi 'Sınırsız şekilde gelişmeye müsait bir insan beyni olduğu sürece, gericilik daima ezilecektir.' ''<ref>İlhan Arsel, "Arap Milliyetçiliği ve Türkler", İnkılâp Kitabevi, 4. Basım, s. 449-450</ref>
 
*Eğer siz Türk yavrusunu, o küçücük yaşlardan itibaren şeriât eğitimine tabi tutar ve yoğurursanız ve örneğin şeriât hükümlerini kafasına ve ruhuna sokacak olursanız, sonuç sizi şaşırtmamalıdır. Bu eğitimden geçireceğiniz yavrularımızdan yakın bir gelecekte, sayısız Mustafa Sabri'ler ve Ahmed Naim'ler ve Abdülhamid'ler çıkacağı muhakkaktır. Şeriât'ın bir yandan 'Araplık ruhu' aşılayan ve diğer yandan insan kafasını işlemez hale sokan ve insanlığa düşman kılan eğitimine tabi tuttuğunuz Türk yavrusuna siz bir de Arapçayı öğretiniz ve bakınız nasıl bir insan tipi oluşturursunuz. Bu dile vakıf olarak o, eline geçireceği Arapça kitapları, yani Türk'ü hem Arap'a ve hem de dış aleme ve özellikle Batı'ya karşı 'uygarlık düşmanı' ya da 'Ayağını bastığı yeri kurutan' ya da 'İslâm'ı uygarlıktan uzaklaştıran' ya da buna benzer olumsuz tanımlamalarla dolu kitapları okusun ve bu kitaplardaki yalanlara karşı çıkabilecek bilgilerden yoksun kalsın da, görünüz bakınız nasıl bir kuşak yetiştirmiş olursunuz. Şeriât eğitimine 'paydos' diyebilen Atatürk'ün büyüklüğünü biz bugün inkâr ededuralım. Fakat şunu bilelim ki yakın bir geleceğe kalmayacak, şeriâtçının ellerine terk ettiğimiz yavrularımız, çağdaş uygarlık anlayışından, akılcılıktan ve millî benlik duygusundan yoksun olarak karşımıza dikilecek ve bizlere Atatürk ilkelerine bağlılığın suç olduğunu haykıracaklardır. <ref>İlhan Arsel, Arap Milliyetçiliği ve Türkler, Kaynak Yayınları, 7. Basım, Şubat 2011, s. 646</ref>
*Batı dünyası "dini duygularını rencide etme" endişesini yenebildiği ve dini, peygamberleri eleştirip yerebildiği içindir ki akıl çağına yönelmiş ve İslam dünyası bunu yapamadığı içindir ki geriliklere, ilkelliklere gömülmüştür. <ref>İlhan Arsel, Şeriat ve Kadın, Kaynak Yayınları, 19. Basım, s. 17</ref>
 
*'''Batı dünyası "dini[[din]]i duygularını rencide etme" endişesini yenebildiği ve dini, peygamberleri eleştirip yerebildiği içindir ki [[akıl]] çağına yönelmiş ve İslam dünyası bunu yapamadığı içindir ki geriliklere, ilkelliklere gömülmüştür. '''<ref>İlhan Arsel, Şeriat ve Kadın, Kaynak Yayınları, 19. Basım, s. 17</ref>
*Eğer siz Türk yavrusunu, o küçücük yaşlardan itibaren şeriât eğitimine tabi tutar ve yoğurursanız ve örneğin şeriât hükümlerini kafasına ve ruhuna sokacak olursanız, sonuç sizi şaşırtmamalıdır. Bu eğitimden geçireceğiniz yavrularımızdan yakın bir gelecekte, sayısız Mustafa Sabri'ler ve Ahmed Naim'ler ve Abdülhamid'ler çıkacağı muhakkaktır. Şeriât'ın bir yandan 'Araplık ruhu' aşılayan ve diğer yandan insan kafasını işlemez hale sokan ve insanlığa düşman kılan eğitimine tabi tuttuğunuz Türk yavrusuna siz bir de Arapçayı öğretiniz ve bakınız nasıl bir insan tipi oluşturursunuz. Bu dile vakıf olarak o, eline geçireceği Arapça kitapları, yani Türk'ü hem Arap'a ve hem de dış aleme ve özellikle Batı'ya karşı 'uygarlık düşmanı' ya da 'Ayağını bastığı yeri kurutan' ya da 'İslâm'ı uygarlıktan uzaklaştıran' ya da buna benzer olumsuz tanımlamalarla dolu kitapları okusun ve bu kitaplardaki yalanlara karşı çıkabilecek bilgilerden yoksun kalsın da, görünüz bakınız nasıl bir kuşak yetiştirmiş olursunuz. Şeriât eğitimine 'paydos' diyebilen Atatürk'ün büyüklüğünü biz bugün inkâr ededuralım. Fakat şunu bilelim ki yakın bir geleceğe kalmayacak, şeriâtçının ellerine terk ettiğimiz yavrularımız, çağdaş uygarlık anlayışından, akılcılıktan ve millî benlik duygusundan yoksun olarak karşımıza dikilecek ve bizlere Atatürk ilkelerine bağlılığın suç olduğunu haykıracaklardır. <ref>İlhan Arsel, Arap Milliyetçiliği ve Türkler, Kaynak Yayınları, 7. Basım, Şubat 2011, s. 646</ref>
 
*...Evet, onun (din adamının) bütün düşmanlığı, bütün melaneti Müslüman Türk'e karşı olmuştur. Hemen ilâve edelim ki din adamının düşmanlığı sadece Türk'e karşı değil fakat Türk ile ilgili ne varsa ona karşı olmuştur: Türk'ün giyimi, kuşamı, yemesi, içmesi, gezmesi, eğlenmesi, sevmesi, düşünmesi, inanması ve saire... yani yaşantılarının her noktası din adamı geçinenlerin o ilkel, o bedevî ölçülerine göre ayarlanmıştır. Tıpkı bugün de yapılmak istendiği gibi... <ref>İlhan Arsel, Cumhuriyet, 19 Eylül 1968, s. 2</ref>
 
*İslamın kadına önem ve değer verir olduğu ya da Muhammed’in kadını yücelttiği iddialarına, yazarlar, genellikle 19. yüzyıl ortalarından itibaren sarılır olmuşlardır. '''O zamana gelinceye kadar hiç kimsenin aklından kadın haklarını savunma fikri geçmemiştir. Aksine İslam dünyasının yazar ve düşünürleri, şeriat verilerine sarılmış olarak, kadının “aklen ve dinen” eksik yaratıldığını, nikah denilen şeyin kadın için kölelik olduğunu ve kadının dinsel görevinin erkeğin hizmetini görmek ve onu cennetlere hazırlamak bulunduğunu, tek bir ağız şeklinde söyler olmuşlardır. '''<ref>İlhan Arsel, Şeriat ve Kadın, s. 39</ref>
*Her ne kadar çok kısa bir dönemi içine alan 'İslâm uygarlığı'ndan söz edilirse, bu uygarlık Kur'an'dan doğma bir şey değildir; Kur'an'ın kaynak olarak kabul edilmesiyle ortaya çıkmış değildir. 'İslâm uygarlığı' Eski Yunan'ın bilim kaynaklarının etkisiyle oluşmuş bir şeydir. Miladi 8. ile 10. ya da 11. yüzyıllar arasındaki iki yüz yıllık bir süreyi kapsayan bu gelişme, Eski Yunan kaynaklarından yararlanan İslâm bilginlerinin 'zındık', 'dinsiz' diye ilan edilmeleri, Eski Yunan bilimlerinin terk edilmesi ve bunlar yerine Kur'an'ın yeniden kaynak edinilmesi sonucu olarak sönüp gitmiştir. O tarihten bu yana da bir daha canlanamamıştır; çünkü İslâm ülkelerine, her ilmin Kur'an'da olup tüm gerçeklere ancak Kur'an yolu ile gidilebileceği zihniyeti egemen olmuştur. İlginç olan şudur ki, İslâm ülkeleri içinde Kur'an'a en fazla ve en sadık şekilde bağlı olanlar, en ziyade geri kalmış olanlardır. Bunun böyle olduğunu anlayabilmek için, günümüzde İslâm şeriâtının en yoğun ve öz'üne en sadık şekilde uygulandığı ülkelere, örneğin Afganistan, Suudi Arabistan, İran, Pakistan, Sudan vs. gibi ülkelere şöyle bir göz atmak yeterlidir. Buna karşılık Kur'an'ı, yol gösterici rehber ve kaynak olmaktan çıkaran Atatürk Türkiyesi, yirmi otuz yıl gibi çok kısa bir zaman içerisinde uygarlaşma sürecine girmiş ve tüm İslâm ülkelerinin önüne geçmiştir. <ref>İlhan Arsel, Kur'an'ın Eleştirisi 3, Kaynak Yayınları, 1. Basım, Eylül 2001, s. 425-426</ref>
 
*Her ne kadar çok kısa bir dönemi içine alan 'İslâm uygarlığı'ndan söz edilirse, bu uygarlık Kur'an'dan doğma bir şey değildir; Kur'an'ın kaynak olarak kabul edilmesiyle ortaya çıkmış değildir. 'İslâm uygarlığı' Eski Yunan'ın bilim kaynaklarının etkisiyle oluşmuş bir şeydir. Miladi 8. ile 10. ya da 11. yüzyıllar arasındaki iki yüz yıllık bir süreyi kapsayan bu gelişme, Eski Yunan kaynaklarından yararlanan İslâm bilginlerinin 'zındık', 'dinsiz' diye ilan edilmeleri, Eski Yunan bilimlerinin terk edilmesi ve bunlar yerine Kur'an'ın yeniden kaynak edinilmesi sonucu olarak sönüp gitmiştir. O tarihten bu yana da bir daha canlanamamıştır; çünkü İslâm ülkelerine, her ilmin Kur'an'da olup tüm gerçeklere ancak Kur'an yolu ile gidilebileceği zihniyeti egemen olmuştur. İlginç olan şudur ki, İslâm ülkeleri içinde Kur'an'a en fazla ve en sadık şekilde bağlı olanlar, en ziyade geri kalmış olanlardır. Bunun böyle olduğunu anlayabilmek için, günümüzde İslâm şeriâtının en yoğun ve öz'üne en sadık şekilde uygulandığı ülkelere, örneğin Afganistan, Suudi Arabistan, İran, Pakistan, Sudan vs. gibi ülkelere şöyle bir göz atmak yeterlidir. Buna karşılık Kur'an'ı, yol gösterici rehber ve kaynak olmaktan çıkaran Atatürk Türkiyesi, yirmi otuz yıl gibi çok kısa bir zaman içerisinde uygarlaşma sürecine girmiş ve tüm İslâm ülkelerinin önüne geçmiştir. <ref>İlhan Arsel, Kur'an'ın Eleştirisi 3, Kaynak Yayınları, 1. Basım, Eylül 2001, s. 425-426</ref>
*İnsan aklı, Kur'an gibi tutarsızlıklarla ve aklı dışlamalarla dolu bir kitabın Tanrı'dan gelmiş olamayacağını anlayacak güçtedir. <ref>İlhan Arsel, Kur'an'daki Tanrı - Muhammed'in Tanrı Anlayışı, Kaynak Yayınları, 2. Basım, Aralık 2007, s. 507</ref>
 
*İnsan aklı, Kur'an gibi tutarsızlıklarla ve aklı dışlamalarla dolu bir kitabın Tanrı'dan gelmiş olamayacağını anlayacak güçtedir. <ref>İlhan Arsel, Kur'an'daki Tanrı - Muhammed'in Tanrı Anlayışı, Kaynak Yayınları, 2. Basım, Aralık 2007, s. 507</ref>
*İslâm dünyası, Batı dünyasının yaptığını yapamadığı (yani vahyin rehberliği yerine akıl rehberliğini seçemediği) içindir ki ortaçağ karanlıklarından kurtulamamıştır. Kur'an'a bağlı ülkelerin, istisnasız olarak, yeryüzünün en geri kalmış ülkeleri arasında bulunmaları, bunun en açık bir kanıtıdır. İslâm ülkeleri tarihi şu gerçeği ortaya vurmaktadır ki Kur'an'a bağlı ve saplı kalındıkça ne akılcılığa ulaşmak, ne gerçek anlamda ilim yapmak, ne demokrasi yaratmak, ne insan varlığını değer ölçülerine kavuşturmak ve ne de insanın insana sevgisini oluşturmak mümkündür. <ref>İlhan Arsel, Kur'an'ın Eleştirisi 3, Kaynak Yayınları, 1. Basım, Eylül 2001, s. 425</ref>
 
*İslâm dünyası, Batı dünyasının yaptığını yapamadığı (yani vahyin rehberliği yerine akıl rehberliğini seçemediği) içindir ki ortaçağ karanlıklarından kurtulamamıştır. Kur'an'a bağlı ülkelerin, istisnasız olarak, yeryüzünün en geri kalmış ülkeleri arasında bulunmaları, bunun en açık bir kanıtıdır. İslâm ülkeleri tarihi şu gerçeği ortaya vurmaktadır ki Kur'an'a bağlı ve saplı kalındıkça ne akılcılığa ulaşmak, ne gerçek anlamda ilim yapmak, ne demokrasi yaratmak, ne insan varlığını değer ölçülerine kavuşturmak ve ne de insanın insana sevgisini oluşturmak mümkündür. <ref>İlhan Arsel, Kur'an'ın Eleştirisi 3, Kaynak Yayınları, 1. Basım, Eylül 2001, s. 425</ref>
*İslamın kadına önem ve değer verir olduğu ya da Muhammed’in kadını yücelttiği iddialarına, yazarlar, genellikle 19. yüzyıl ortalarından itibaren sarılır olmuşlardır. O zamana gelinceye kadar hiç kimsenin aklından kadın haklarını savunma fikri geçmemiştir. Aksine İslam dünyasının yazar ve düşünürleri, şeriat verilerine sarılmış olarak, kadının “aklen ve dinen” eksik yaratıldığını, nikah denilen şeyin kadın için kölelik olduğunu ve kadının dinsel görevinin erkeğin hizmetini görmek ve onu cennetlere hazırlamak bulunduğunu, tek bir ağız şeklinde söyler olmuşlardır. <ref>İlhan Arsel, Şeriat ve Kadın, s. 39</ref>
 
*'''Şeriatçılar [[Mustafa Kemal Atatürk|Atatürk]] heykellerini put niteliğinde kabul edip kırıp atmak isterler.''' Oysaki [[Mustafa Kemal Atatürk|Atatürk]] heykelleri, tarihten[[tarih]]ten silinmek üzere bulunan ve ilkellikler içerisinde çırpınan Türk milletini kurtarıp [[uygarlık]] rayına yerleştiren, çok kısa bir süre içerisinde İslam ülkelerinin en önüne geçiren bir insanı minnet ve saygı ile anmak için dikilmiş şeylerdir. '''Hiçbirimiz Atatürk heykelinin karşısına geçip kader dilenciliği yapmayı aklımızdan geçirmeyiz; ya da 'Bizi şeytanların şerrinden koru' filan diye dua etmeyiz.''' Çünkü onun heykellerini 'ilah', 'put' niteliğinde görmeyiz. Oysaki bir taş parçasına ya da benzeri şeylere (putlara, ilahlara vs.) tapanlar 'felah' bulmak ve ilahi ihsanlara kavuşmak için yalvar yakar olurlar. '''Nitekim Kabe'deki 'Kara Taş'a (Hacer El Esved) dokunmak, onu öpüp okşamak, Arapların eski putperestlik döneminden kalma ve batıl inanç niteliğinde olan gelenekleridir. '''<ref>İlhan Arsel, Toplumsal Geriliklerimizin Sorumluları Din Adamları, Kaynak Yayınları, Aralık 1996, s. 206</ref>
 
*Şeriât hükümleri (ve özellikle Kur'an ayetleri) arasındaki çelişkilerin yarattığı en sakıncalı sonuç, [[insan]] beyninin körlenmesi, düşünme gücünün yitirilmesi ve bu nedenle kişinin fikren gelişemez, akılcı yönde iş göremez durumlara sürüklenmesi şeklinde kendisini belli eder. Müslüman halkların 1400 yıllık bitmeyen gerilikleri, yaratıcı zekâ ve düşünme gücünden yoksunlukları, bunun en belirli kanıtıdır. <ref>İlhan Arsel, Kur'an'ın Eleştirisi 1, Kaynak Yayınları, 3. Basım, Ekim 2008, s. 361</ref>
 
*Şeriât'ın; insan beynini kemirici, aklı ve mantığı yok edici, düşün gücünü yitirici, yaratıcı zekâyı körletici ve bütün bunlar dışında insan varlığını kul kertesine indirici ve tek bir tümce ile kişiyi uygar gelişmeden önleyici bir felâket kaynağı olduğunu anladığım ve şeriât ile beslenen yığınların insanlığa düşman kesildiğini izlediğim andan bu yana, şeriât zihniyetiyle savaşmayı ve Türk'ün kafasını ve ruhunu şeriât mikrobundan arınmayı kendime yaşam amacı bilmişimdir.
 
*Şeriât'ın; [[insan]] beynini kemirici, [[akıl|aklı]] ve mantığı yok edici, düşün gücünü yitirici, yaratıcı zekâyı körletici ve bütün bunlar dışında insan varlığını kul kertesine indirici ve tek bir tümce ile kişiyi uygar gelişmeden önleyici bir felâket kaynağı olduğunu anladığım ve şeriât ile beslenen yığınların insanlığa düşman kesildiğini izlediğim andan bu yana, şeriât zihniyetiyle savaşmayı ve Türk'ün kafasını ve ruhunu şeriât mikrobundan arınmayı kendime [[yaşam]] amacı bilmişimdir.
:Hemen belirtmek isterim ki, bu savaşımımda bana en az destek güç..., kendi öz çevrem sayılan Üniversite olmuştur. Üniversite dışından ve özellikle Anadolu'nun çeşitli köşelerinden, çeşitli kentlerinden ve halk sınıflarından gelen umutvari yazılar, mutluluğumu ve şevkimi ne kez artırdı ise; gerici mihrakların Üniversite çevreleriyle, profesör unvanını taşıyan kişilerle işbirliği yaparcasına karşıma dikilmeleri, yalan ve iftira yöntemleriyle saldırıya geçmeleri beni o ölçüde üzmüştür... <ref>İlhan Arsel, Biz Profesörler, Kaynak Yayınları, 4. Baskı 1997, s.117-118, (1. Baskı: Doğan Basımevi, Aralık 1979)</ref>
 
[[Dosya:Kurma Avatara.jpg|150px|thumb|right|Oysa ki son iki yüzyıllık [[tarih]]i kazıların ve [[bilim]]sel araştırmaların ortaya vurduğu gerçek şudur ki, İbrahim hikayesi eski Babilonya'da '''Abarama''' adıyla bilinen bir çiftçinin ya da Hint efsanesinde '''Brahma''' adıyla anılan Yaratıcı'nın [[yaşam]]larından alınmış masaldan başka bir şey değildir.]]
*Şu muhakkak ki, biz Türkler, şeriat bataklığına saplandıktan bu yana özellikle iki güzel niteliğimizi yitirmişizdir ki, bunlardan biri “akılcılık” ve diğeri de “kadına saygı”dır. <ref>İlhan Arsel, Şeriat ve Kadın, s. 57</ref>
*Tevrat'a göre İbrahim, Nuh'un torunu olan Terah'ın oğullarından biridir. İbrahim'in iki oğlu olup bunlardan biri İsmail'dir ki Hacer adındaki cariyesinden doğmuştur. Diğeri ise İshak olup Sara adındaki eşinden olmuştur. Yahudiler kendilerini İbrahim'in ve onun oğlu İshak'ın ve onun oğlu Yakup'un soyundan bilirler. [[Tanrı]] güya İshak'ın oğullarından olan Yakup'un adını İsrail olarak değiştirmiş ve bunun sonucu olarak Yahudiler İsrailoğulları olarak bilinegelmişlerdir.
:Tevrat'ın Tekvin adlı kitabında bütün bu olaylar [[Tanrı]]'nın ağzından çıkmış gibi anlatılır. Oysa ki son iki yüzyıllık [[tarih]]i kazıların ve [[bilim]]sel araştırmaların ortaya vurduğu gerçek şudur ki, İbrahim hikayesi eski Babilonya'da '''Abarama''' adıyla bilinen bir çiftçinin ya da Hint efsanesinde '''Brahma''' adıyla anılan Yaratıcı'nın [[yaşam]]larından alınmış masaldan başka bir şey değildir.<ref>Şeriattan Kıssalar, Arsel, İlhan, Kaynak, 1996, s. 25</ref>
 
*'''Şu muhakkak ki, biz Türkler, şeriat bataklığına saplandıktan bu yana özellikle iki güzel niteliğimizi yitirmişizdir ki, bunlardan biri “akılcılık”"[[akıl]]cılık" ve diğeri de “kadına"kadına saygı”dırsaygı"dır. '''<ref>İlhan Arsel, Şeriat ve Kadın, s. 57</ref>
*...TC Devleti'nin Anayasal organlarından biri olan Diyanet İşleri Başkanlığı, sadece halkımızı değil, fakat 'aydın din adamı' yetiştirmek amacıyla açılan İmam Hatip okullarında (ve Kur'an kurslarında) okuyan iki buçuk milyon genci, ...şeriât buyruklarıyla eğitmektedir. Bu tür 'aydınlar'la Türkiye nasıl ve ne zaman aydınlığa çıkabilir diye sormak gerekir! Şunu artık iyice bilmemiz gerekir ki, bu köhne zihniyeti terk etmedikçe ve aklın vahye üstünlüğü düşüncesine yönelmedikçe, yani daha açıkçası akıl çağına erişmedikçe, bu ülkede ne hoşgörü ilkesi, ne insanlık sevgisi ve can güvenliği ve nihayet ne de uygarlığa geçiş diye bir şey söz konusu olamayacaktır. <ref>İlhan Arsel, Kur'an'ın Eleştirisi 3, Kaynak Yayınları, 1. Basım, Eylül 2001, s. 84</ref>
 
*...TC Devleti'nin Anayasal organlarından biri olan Diyanet İşleri Başkanlığı, sadece halkımızı değil, fakat 'aydın din adamı' yetiştirmek amacıyla açılan İmam Hatip okullarında (ve Kur'an kurslarında) okuyan iki buçuk milyon genci, ...şeriât buyruklarıyla eğitmektedir. Bu tür 'aydınlar'la Türkiye nasıl ve ne zaman aydınlığa çıkabilir diye sormak gerekir! Şunu artık iyice bilmemiz gerekir ki, bu köhne zihniyeti terk etmedikçe ve aklın vahye üstünlüğü düşüncesine yönelmedikçe, yani daha açıkçası [[akıl]] çağına erişmedikçe, bu ülkede ne hoşgörü ilkesi, ne insanlık sevgisi ve can güvenliği ve nihayet ne de uygarlığa geçiş diye bir şey söz konusu olamayacaktır. <ref>İlhan Arsel, Kur'an'ın Eleştirisi 3, Kaynak Yayınları, 1. Basım, Eylül 2001, s. 84</ref>
 
*Türk'ün Batılılaşma gayretlerinde oldukça geniş görüşlü davranmasını ve bu sahada Atatürk sayesinde oldukça mesafe alabilmesini Türk'ün Şeriât'a fazla bağlı olmaması nedeniyle izaha çalışan Arap liderleri, her şeye rağmen şu inançta birleşmektedirler ki Arap kendini ancak Batı kültürü aldıktan sonra tanımaya başlamıştır ve ancak Batıya yönelmek suretiyle bütün gelişmelerine (az da olsa) sahip olabilmiştir. Bir Arap yazarı, H. Şarabi, 1957'de şunları yazmaktaydı:
Satır 31 ⟶ 35:
:'...hattâ bugün bile şu inkâr edilemez ki Arap aydını kendisini ve durumunu, Kahire'de veya Şam'da veya Beyrut'ta Arapça konuşarak veya okuyarak değil fakat daha ziyade Paris'te veya Londra'da veya New York'ta Fransızca veya İngilizce konuşarak veya okuyarak anlamaktadır.'(1)
 
:Arap'taki [[Mustafa Kemal Atatürk|Atatürk]] düşmanlığı, Atatürk'ün 'Millet egemenliği' ve 'Layik Cumhuriyet' amaçlarına yönelmiş davranışlarının oluşmaya başlamasıyla kendisini duyurtmuştur. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş tarihinden bugüne gelinceye kadar bu düşmanlığı sürdürmekte Arap özel bir itina göstermiştir. 1975 yılının Nisan ayında ünlü Amerikan dergisi TIME'a bir demeç veren Suudî Arabistan Başbakanı Prens Fahd: 'Bizim uygulayacağımız yöntem Atatürk'ün uyguladığı yöntemlerin tamamen tersidir' derken Arap dünyasının liderlerine egemen olan Atatürk düşmanlığı eğilimlerinin yeni bir açıklamasını yapmaktaydı.
 
*Unutmayalım ki şeriatçının başlıca özelliği kurnazlıktır. '''Şeriatçı güçsüz iken kuzu postuna bürünmüş olarak hoşgörendir, sabredendir, kötülüğü iyilikle karşılar gibi görünendir, şiddete ya da saldırganlığa yönelmezmiş gibi hareket edendir, demokrasiye[[demokrasi]]ye bağlı imiş gibi görünendir. Fakat bu davranışlarının hepsi kurnaz hesaplara yani güçlenip şiddete başvurabileceği ve şeriat düzenini gerçekleştireceği günlerin gelmesi umutlarına dayalıdır.''' Güçlenebilmek için her türlü aracı meşru saymaya hazırdır fakat güçlendiği an kuzu postunu çıkarıp kurt kılığına bürünmekte gecikmez ve bu postu çıkardığı an cellat kesilir. Okuyunuz şeriat tarihini; bunun nice örnekleriyle şaşkına dönersiniz. <ref>[http://www.cumhuriyetarsivi.com/katalog/192/sayfa/1996/1/8/12.xhtml İlhan Arsel, "Yeryüzü Cehennemi Olmayacağız", Cumhuriyet, 8 Ocak 1996]</ref>
:Araplardaki Atatürk düşmanlığının nedenlerini anlamak şüphesiz ki kolaydır. 1400 yıl boyunca Şeriât ninnileriyle uyutulan halkların hür düşünce ve 'hür akıl' yoluna girmeleri halinde Şeriât çıkarlarının neler kaybedeceği ortadadır. Halkı kul ve köle gibi ve Tanrı'dan geldiği iddia olunan hükümlerle yönetmeye alışmış ve yeryüzünü halka cehennem, (ya da yoksulluk ve sabır yeri), fakat kendilerine cennet yapan Müslüman yöneticilerin en büyük huzursuzluğu elbette ki bütün bu yalanlara 'Hayır' diyebilecek kafa yapısının oluşabilmesidir. Gökten inmiş gibi gösterilen emirleri ve hükümleri kafası aydınlanmış ve cehalet uykusundan uyandırılmış insanlara kabul ettirmenin olanağı yoktur. Sosyal düzenin sağlanması ve devlet yaşamlarının sürdürülmesi bahaneleriyle dağarcığında YALAN'dan gayrı bir şeyleri bulunmayanlar için halk yığınlarını cehalet içerisinde oyalamak en sağlam, en güvenilir bir yoldur. Müspet eğitim görmüş ve AKIL rehberliği yolu ile yaşamlarını düzenlemesini öğrenmiş halkları Tanrı korkusu, Peygamber umacılığı ile değil akla yatkın ve belli bir zümrenin çıkarlarına değil toplum çıkarlarına uygun usullerle yönetmek mümkündür. İşte Atatürk'ün getirdiği şey AKIL REHBERLİĞİ yoludur; o, bu yoldan kişilere ve topluma, müspet eğitim yolu ile gelişmiş akıl sayesinde yeryüzü mutluluklarını sağlama formülünü vermiştir. Bu formül ise, petrol kaynaklarından gelen sınırsız zenginlikleri bir aile şirketi gibi paylaşıp halkı ilkellikler, cehaletler, gerilikler ve yoksulluklar içerisinde yönetmeyi sırf din sömürüsü sayesinde becerebilen Arap liderlerine elbette ki cazip bir formül görünemezdi. Atatürk'e düşmanlık beslemeleri bu bakımdan onların kendi ahlâk doğrultularında olan bir şeydi. Bizim şeriâtçımızın da Atatürk düşmanlığı davranışlarının altında aynı nedenler yatar. Ve esasen bizim gericilerimiz, Arap çevrelerin de etkisi ve itişi ve maddî yardımlarıyla kendi öz ülkelerinde âdeta Arap Şeyhlerinin birer ajanı gibi hareketle Atatürk sevgisini bu ülkeden yok etmenin çabası içerisindedirler. <ref>İlhan Arsel, Arap Milliyetçiliği ve Türkler-Arap Milliyetçiliğinde "Türk Aleyhtarlığı", "Dil" ve "Din" Unsurları ve Türk'le İlgili Sorunlar, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, Değişikliklerle 2. Basım, Ankara 1975, s. 181-182</ref>
 
*Unutmayalım ki şeriatçının başlıca özelliği kurnazlıktır. Şeriatçı güçsüz iken kuzu postuna bürünmüş olarak hoşgörendir, sabredendir, kötülüğü iyilikle karşılar gibi görünendir, şiddete ya da saldırganlığa yönelmezmiş gibi hareket edendir, demokrasiye bağlı imiş gibi görünendir. Fakat bu davranışlarının hepsi kurnaz hesaplara yani güçlenip şiddete başvurabileceği ve şeriat düzenini gerçekleştireceği günlerin gelmesi umutlarına dayalıdır. Güçlenebilmek için her türlü aracı meşru saymaya hazırdır fakat güçlendiği an kuzu postunu çıkarıp kurt kılığına bürünmekte gecikmez ve bu postu çıkardığı an cellat kesilir. Okuyunuz şeriat tarihini; bunun nice örnekleriyle şaşkına dönersiniz. <ref>[http://www.cumhuriyetarsivi.com/katalog/192/sayfa/1996/1/8/12.xhtml İlhan Arsel, "Yeryüzü Cehennemi Olmayacağız", Cumhuriyet, 8 Ocak 1996]</ref>
* Yeryüzünde bir başka toplum gösterilemez ki, biz Türkler kadar öz benliğini yitirip mensup bulunduğu din içerisinde erimiş olsun. Bir başka Müslüman toplum yoktur ki, biz Türkler kadar ulusal gelenek ve niteliklerini, dilini, tarihini ve her şeyini İslâmiyet adına unutsun ve kendinden olmayan bir kılığa bürünsün. Ve üstelik bununla da kalmayıp, dini uygulayacağım diye kendi öz ceddinin ruhuna tükürsün.
 
:Araplardaki Atatürk düşmanlığının nedenlerini anlamak şüphesiz ki kolaydır. 1400 yıl boyunca Şeriât ninnileriyle uyutulan halkların hür düşünce ve '[[özgürlük|hür]] [[akıl]]' yoluna girmeleri halinde Şeriât çıkarlarının neler kaybedeceği ortadadır. Halkı kul ve köle gibi ve [[Tanrı]]'dan geldiği iddia olunan hükümlerle yönetmeye alışmış ve yeryüzünü halka cehennem, (ya da yoksulluk ve sabır yeri), fakat kendilerine cennet yapan Müslüman yöneticilerin en büyük huzursuzluğu elbette ki bütün bu yalanlara 'Hayır' diyebilecek kafa yapısının oluşabilmesidir. Gökten inmiş gibi gösterilen emirleri ve hükümleri kafası aydınlanmış ve cehalet uykusundan uyandırılmış insanlara kabul ettirmenin olanağı yoktur. Sosyal düzenin sağlanması ve devlet yaşamlarının sürdürülmesi bahaneleriyle dağarcığında YALAN'dan gayrı bir şeyleri bulunmayanlar için halk yığınlarını cehalet içerisinde oyalamak en sağlam, en güvenilir bir yoldur. Müspet eğitim görmüş ve AKIL rehberliği yolu ile yaşamlarını düzenlemesini öğrenmiş halkları [[Tanrı]] korkusu, Peygamber umacılığı ile değil akla yatkın ve belli bir zümrenin çıkarlarına değil toplum çıkarlarına uygun usullerle yönetmek mümkündür. '''İşte [[Mustafa Kemal Atatürk|Atatürk]]'ün getirdiği şey AKIL REHBERLİĞİ yoludur; o, bu yoldan kişilere ve topluma, müspet eğitim yolu ile gelişmiş akıl sayesinde yeryüzü mutluluklarını sağlama formülünü vermiştir. Bu formül ise, petrol kaynaklarından gelen sınırsız zenginlikleri bir aile şirketi gibi paylaşıp halkı ilkellikler, cehaletler, gerilikler ve yoksulluklar içerisinde yönetmeyi sırf din sömürüsü sayesinde becerebilen Arap liderlerine elbette ki cazip bir formül görünemezdi.''' Atatürk'e düşmanlık beslemeleri bu bakımdan onların kendi ahlâk doğrultularında olan bir şeydi. Bizim şeriâtçımızın da Atatürk düşmanlığı davranışlarının altında aynı nedenler yatar. Ve esasen bizim gericilerimiz, Arap çevrelerin de etkisi ve itişi ve maddî yardımlarıyla kendi öz ülkelerinde âdeta Arap Şeyhlerinin birer ajanı gibi hareketle Atatürk sevgisini bu ülkeden yok etmenin çabası içerisindedirler. <ref>İlhan Arsel, Arap Milliyetçiliği ve Türkler-Arap Milliyetçiliğinde "Türk Aleyhtarlığı", "Dil" ve "Din" Unsurları ve Türk'le İlgili Sorunlar, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, Değişikliklerle 2. Basım, Ankara 1975, s. 181-182</ref>
 
==Kaynakça==
"https://tr.wikiquote.org/wiki/İlhan_Arsel" sayfasından alınmıştır