Hakan Günday: Revizyonlar arasındaki fark

[kontrol edilmiş revizyon][kontrol edilmiş revizyon]
İçerik silindi İçerik eklendi
Yildirimali (mesaj | katkılar)
Yeni sayfa: Benim yazdığım hikâyelerde şiddet ve kan var evet; ama dün akşamki haberlerden daha fazla değil.
 
Diyojen239 (mesaj | katkılar)
Değişiklik özeti yok
1. satır:
*Benim yazdığım hikâyelerde şiddet ve kan var evet; ama dün akşamki haberlerden daha fazla değil.
*Sorarlarsa, 'Ne iş yaptın bu dünyada?' diye, rahatça verebilirim yanıtını: Yalnız kaldım. Kalabildim! Altı milyar insanın arasında doğdum. Ve hiçbirine çarpmadan geçtim aralarından...
*Seni anlıyorum demek büyük bir yalandır. Kocaman bir yalan. Kimse kimseyi anlayamaz ve tanıyamaz dünyada.
*Annem arada bir der ki “Evladım, benim de okuyabileceğim şeyler yaz ki atlaya atlaya gitmeyeyim kitabını.
*Hayat, yatılı bir misafirlik değil, günübirlik gidilen bir piknikti.
*Ne yapmak istediğini bilmiyorsan, ne yapmamak istediğini düşün!
*Türkiye caza benzer. Bir sonraki notanın ne olduğunu tahmin edemezsiniz. Ve bu yüzden dinlemeye devam edersiniz.
*Hayalini kurduğum huzurdan kilometrelerce uzaktayım.
*Bu kadar kan akmasına gerek kalmazdı eğer birisi çıkıp benimle ölene kadar ilgileneceğini söyleseydi. Biri çıkıp da bana aşık olsaydı...
*Ve kafam, il olma izni alabilecek kadar kalabalıktı.
*Üzerinde yaşadığın dünya biz aşık olalım diye yaratılmış.
*Önemli olan, Tanrı’nın bir enstrüman yaratmış olmasıdır. İnsan denen bir enstrüman. Ancak yarattığı müzik enstrümanını çalamayan bir usta gibi, Tanrı da insandan doğru sesi çıkaramamıştır. Bu yüzden, Tanrı hariç bütün güçler insanı çalmış ve özellikle de şeytan en güzel melodilerini onunla bestelemiştir.
*İnsan yalan söylediği anda, beyin kanamasından ölse, dünya öyle boşalırdı ki dinozorlara yeniden yer açılırdı.
*Yıllar önce okuduğum işe yaramaz bir kitaptaki tek işe yarar cümle şuydu: İnsanın kullandığı ilk alet, başka bir insandır...
*Acı, insanın hayat tarlasında biçtiği buğdaylardan pişirdiği ekmektir. Dolayısıyla sabah kahvaltısı kadar kaçınılmazdır.
*Ben sadece fazlasıyla ciddiye almıştım, küçükken babamın bana birini üzdüğümde söylediği o sözü. “Kendini karşındakinin yerine koy” ve ilk başlarda bunu o kadar çok yapmıştım ki, bir gün dönüş yolunu yani kendimi bulamadım.
 
*Düşünceler, duyguların çekim alanına girince bükülürler.
 
*Mağaralarda ya da saraylarda yaşamıyoruz. Her çağın kendine ait doğallığı vardır. Bu çağın doğallığı da insanın üzerinde bir karakter taşımamasıdır. Doğal olmak isteyen insan çağın gereklerine boyun eğecek ve karakterini her sabah yenileyecektir. Geçmişten gelen doğallık bugün işe yaramaz. Maymunlar gibi davranmanın ve adını da doğallık koymanın salaklıktan başka bir şey olmadığını herkesin anlaması lazım. Bu çağda gerçek doğallık, yapay olduğu için aşağılanan insani davranışların tümüdür. Nefret etmesine rağmen patronunun yüzüne gülen insan doğaldır. Lokantada, yan masadaki kadının çantasının markasından yola çıkarak onu yargılayan kadın doğaldır. Moda olduğu için zevk almadıkları müzikleri dinleyen çocuklar doğaldır. Çünkü bütün bunlar 2002 yılının doğasında vardır. Sürekli eleştirilen bu tavırlara karşı sunulan doğallık yalanı kullanma tarihi geçmiş bir antibiyotiğe umut bağlamak gibidir. Bu çağda insanlardan cesur, dürüst, idealist, tutarlı, onurlu olmalarını beklemek günün doğallığına aykırı bir yapaylığı savunmaktır.
 
*Hayat, ölene kadar hissedilen zevklerden, çekilen acılar çıkarıldığı zaman geriye kalandır.
*Ya hayatlarının anlamını bulamayanlar? Onlar ne olacak?Onlar da göğüslerinde bir et parçasıyla canlı canlı çürüyecekler. Ve buna da, yaşamak demeye devam edecekler!
*Düşünceler mükemmel, ancak davranışlar kusurludur.Bir insanı sevdiğini düşünmek, ona bunu söylemek ve ardından sarılmakla anlatılamayacak kadar mükemmeldir.
*Hatta dünyanın ilk leopar desenli giysisini üreten adam da böyle düşünmüş olmalıydı. Aşk, avlanmakla ilgiliydi.
*Oysa hayat, her bölümünde ayrı bir hikayenin döndüğü neşeli bir dizi değil, sonunda herkesin öldüğü ve katilin bulunamadığı sıkıcı bir filmdi..
*Oysa kötü insanlar değillerdi ama yine de hayatta olmaları onları nedensizce sevenlere acı veriyordu. Acının nedeni tam olarak hayatta olmaları değil, hayatı kullanma biçimleriydi. Harcıyorlardı. Her şeyi. Kendilerini, hayatlarını, onlara sunulmuş her duyguyu ve her malı.
*Hayat elle tutulabiliyor, gözle görülebiliyor, kulakla duyulabiliyor, burunla koklanabiliyor ve dile tat verebiliyordu. Ancak bunlar sadece saniyenin yarısı kadar sürüyordu, oysa insan ortalama 65 yıl yaşıyordu.
*Ve bir aptalın ölmesi için fazla bir şey gerekmiyordu. Vicdanı taşıracak kadar hata ve göğüs kafesini parçalayacak kadar acı...
*Yani hiçbir sayı tam değildir. Hepsi tama yaklaşır. Ama varamaz. Demektir ki, 1,999..9'u bize 2 diye yutturmaya çalışan bir dünyanın çocuklarıyız. Ve dünyada aslında tam gibi görünürken, aslında bir irrasyonellik harikası... İşte bunun için hayat yoktur. Olsa dahi o da irrasyoneldir!
*Ama kim kimi kurtarabilmişti şimdiye kadar? Beni kim kurtaracaktı? "Kurtuluş" dedim. "Ankara'da bir mahalle." fazlası değil. Belki bir de Bob Marley'in en iyi şarkısı. Daha fazla düşünmeye gerek yok.
Adı her yerde kendisi yok!
*Hayat seni öyle bir noktaya getirir ki kendini sevdiklerinle savaşırken ve nefret ettiklerinle sevişirken bulursun. Üzülürsün. Pişman olursun. Sonra biraz zaman geçer ve tersinin bu dünyada işlemediğini anlarsın.
*Tek istediğim bütün düşündüklerimi içinde barındıran beynimi bedenimden yırtıp uzay boşluğuna fırlatmak.
*Bir bulsam bu hayatların müsveddelerindeki el yazısının sahibini!.. Birileri pişman olmalı beni hayal ettiğine.
*İnsanların karar verip uygulama düzeneklerinin lokomotifi iradeleridir. İrade, kavramlar listesinde dirençten tercihe kadar olan bölümü içerir. Bütün insanlar eşit sayıda iradeye sahip olarak doğar ve iradelerini tüketemeden ölürler. Adına dünya denilen tatil köyüne adım attığı anda insanın eline tutuşturulmuş suni bir para birimine benzer. Her davranış ve düşünce bir miktar iradenin harcanmasını gerektirir. İnsanlar, kendilerini ve hayatın kurallarını anladıkça iradelerini harcama konusunda farklılık gösterir. Bazılarını işlerine, bazıları aşklarına, bazıları hobilerine, bazıları ailelerine harcar. Herkesin iradesini eritip buharlaştırdığı bir kazan vardır.
*...dediğim gibi, en büyük hatam insanlardan cümlelerimi bitirmelerini beklemekti. hayatımın belli bir dönemine kadar hep böyle yaptım zaten. Gözlerinin içine baktım beni bilsinler diye. Kadınlardan bunu bekledim. Birisi gelip 'evet, ben seni tanıyorum' desin diye bekledim. Ve o kadına aşık olacaktım. Ama sonra anladım ki böylesine insanlar yok. Olsalar bile kitap okumuyorlardı. Kimseyi tanımıyorlardı.
*Yaşayarak intihar etmeyi seçenlere yardım edilemez... Bir stil meselesi. Ya ağzına soktuğun bir 38'lik ya da ölene kadar kendini oksijenle zehirlemek.
*Bizim yaşamamız için tek bir neden var. O da aşk. Onun dışındaki her şey dekor.
*Yok olup gitmekten korkmuyordu. Var olmaktan yeterince korktuğu için..
*Neden Barbaros'u, onun içinde yaşamak isteyecek kadar seviyordu? Hiçbir yanıt gelmedi sorusuyla buluşmaya. Gelseydi de tanıyamazdı. Çünkü Gonca aşkın IQ düşürücü yan etkisinin altındaydı.
*Ve herkes görünene aldanmaya hazırdı.Çünkü görünene aldanmak, hayatı dayanılır kılmanın ilk şartıydı.
*Önceki hayatımı sıfırla bitirmiştim. Yenisine aynı yerden başlayabilirdim. Sıfırdan!
*İnsanın kendisine çektirdiği acıya azap denir. Teknik adı vicdan azabıdır. Bugüne kadar binlerce hayalet hikâyesi duymuşsunuzdur. İşte bunların başlangıcı da bu vicdan azabıdır. Dünya üzerinde hayalet gördüğünü iddia eden ilk insan, yaşarken canını yaktığı dostunu öldükten sonra o kadar çok düşünmüş ve kendine o kadar çok kızmıştır ki, yıllardır tanıdığı bir yüzü, bedeni evinin odalarında uçuşurken görmeye başlamıştır. Sonra bu olayın üstüne binlerce yıl binmiş ve insanlar her yerde hayaletler görmeye başlamıştır. Oysa hayalet dediğin şey, yaşarken kazık attığın insanlar öldükten sonra duyduğun vicdan azabının sana oynadığı bir tiyatrodur. Vicdan azabı öyle bir hikâyedir ki, aynı hayaletler gibi adamı korkudan öldürür.
*Çok az insan hayal ettiğini yaşar. Çok azı söylediklerini yapar. Yazar, yazdığı kahraman değildir. Balzac olmayan her şey Balzac’ın kitaplarındadır...
*Dünya bir karambol ve kimseye çarpmadan yürümeye çalışmaktansa kollarımı daha da açarak herkesi devirmeyi tercih ediyorum.
*Hayatım boyunca konuşmak için sadece on kelime seçmek zorunda kalsaydım, bunların ilki, "Neden?" olurdu
*Bir savaştan ibarettim ve içimden ölü çıkıyordu!
*Medeniyet duvarla başlar. Duvar örmek çeşitli amaçlar taşır. Bu amaçların ilki ayırmaktır: İnsanları, hayvanları, bitkileri ve şeyleri. Daha sonraki amaçlar içeride ya da dışarıda bırakmaktır: İnsanları, hayvanları, bitkileri ve şeyleri. Duvarlar örülür ve iki cephelerinde hayatlar gelişir. Duvarsız bir dünya günümüz insanı için cehennemdir. Medeni insanın ruhsal dengesini sonsuza dek kaybetmesine elektrik, kanalizasyon ya da iletişim sistemlerinin çökmesi değil, duvarların yıkılması neden olacaktır. Bu yüzden duvar ustalığı kapitalist anlamda ilk gerçek meslektir. Var olan en kalabalık, yarı gizli, güç dayanışması eksenli örgütün bu meslekten esinlenerek kendini vaftiz etmiş olması bir tesadüf değildir. Çünkü duvar, sıradan insanın tek garantisidir. Savunulması gereken ilk siperdir. Dünya üzerindeki mevcut düzenin devamı duvarların ayakta kalmasına bağlıdır.
*Bazen dünyanın bir kasa olduğunu düşünüyorum. Tanrı'nın parasını sakladığı bir kasa. Para biriminin insan olduğu bir evrendeki küçük bir kasa. Tanrı'nın paraya ihtiyacı olduğu zaman büyük savaşlar, felaketler, ölümler oluyor. Ölenler harcanıyor. Kalanlarsa faiz yaratmak için ürüyor.
*Beynim bir atom reaktörü gibi çalışıyor. Kendime verdiğim bu kadar zarardan sonra hâlâ çalışıyor. Bitiremiyorum. Kendimi bitiremiyorum. Demek ki bir dâhiyim. Çünkü kendimi harcıyorum, harcıyorum ama bitmiyorum!
*O kadar zordur ki, yapılan işi hayattan ayırmak. Kişinin karakterinden söküp atabilmesi. Hele çalışma saatleri sonunda gündelik hayata maruz kalmaları, otoritesiz ve üniformasız. Delirmelerine nedendir bütün bunlar.
*Hiç kimseye çarpmadan yürümeye çalışmaktansa, kollarımı açıp herkesi devirmeyi seçtim.
*İnsanlık, kendini öldüren ilk insan tarafından ihanete uğramıştır. Ancak sadece zamanın lehine işleyen zamanla zekâsının katili ve kurbanı olan insan, intihar etmeyi utanç verici bulmuştur. Ölümsüzlüğün, hayatta kalmaktan geçtiğini öğrendiği için varlığında yamanamaz delikler açarak kendine tecavüz etmeyi öğrenmiştir. Böylece insanlığın unutamayacağı ve tanık olabileceği en korkunç gösteri başlamıştır. Kendisini hamile bırakan insan kendisini doğurmuş ve bir tecavüz bebeği olarak atasının bıraktığı yerden ihaneti devralmıştır.
*Barbaros'un ailesinde kimse kahvaltı yapmazdı, sadece kahve ve sigara içilirdi. Ama o yine de "Ailem mi? Daha geçen hafta birlikteydik, hep beraber toplanıp kahvaltı yaptık. Çok güzeldi." diyordu. Gelecekten bir şey beklemeyenler, mutluluklarını geçmişte yaratırlar. Barbaros da öyle yapıyordu. Hayatındaki en büyük acıyı zevke dönüştürüyordu. Hayatın lime lime ettiği ailesinin parçalarını hafızasında yapıştırıyor ve onlarla gülüyordu.
*Çünkü eğer bu dünyada bir yerlerde, insanlar çocukları bombalıyorsa, bunu bilmeye gerek yoktu. O dünya zaten yanmış çocuk eti kokardı. Eğer bir yerlerde, başka çocuklar açlıktan geberip gidiyorsa, bunu da bilmeye gerek yoktu. O dünyanın zaten açlıktan nefesi kokardı.
*Bazı geceler vardır...Talaş gibi geceler...Her türlü suçu içine çekip her türlü suçluyu sabaha masum çıkaran geceler...
*Kimse uyandırmasın kimseyi. Herkes mutlu uyurken. En kötü kabus bile iyidir hayatın kendisinden.
*Antalya, dünya üzerinde kendine ait güneşi olan tek kenttir.
*Bir buz pateninde tanışmışlardı. Cenk'in üzerindeki tişörtün önünde bir papağan, arkasındaysa bir kafes vardı. Ve pistin ortasında kollarını kaldırmış halde, olduğu yerde hızla dönerken, tribündeki yaşıtı kızlara bir göz yanılması gösterisi sunarak papağanı kafese sokmaya çalışıyordu.
*Zaman, evcilleştirilmiş bir yırtıcı hayvan gibiydi.
*Korkmalısın. Çünkü acı bağımlılık yapar.
*Araba kazalarıyla ilgili bir teorim var: bugüne kadar on üç tane sağlam kaza yaptım. Hepsinde de hatalı olan bendim. Ne yaralandım, ne de öldüm. Ama bütün kazalarımdan sonra arabanın içindeki bir şeyler yok oldu. Bazen bir çanta, bazen bir şişe. Bir keresinde bir Zippo yok oldu. Saatlerce aradım ama bulamadım. Ve anladım ki kaza sırasında beni koruyan görünmez bir güç var. Zarar görmemi engelliyor. Karşılığında da bana ait olan herhangi bir nesneyi alıp gidiyor.
*Bir kitabın 300 sayfası saçma sapanlıklarla doludur belki ama 300’üncü sayfada öyle bir paragraf çıkar ki karşına, seni hiç tanımayan bir adamın elini uzatıp kaburgalarını kırdığını ve kalbini söküp çıkararak sana sunduğunu hissedersin. Mucizevi bir şeydir bu, çok değerlidir.
*Diyor ya Aşık Veysel, 'iki kapılı bir han' diye? Ondan cereyan yapıyor bu hayat! Onun için üşüyorum hep. Gideyim de kapatayım birini!
*Diğer insanlar aynı ruhun farklı ihtimalleriyken, biz aynı ihtimalin başı, ortası ve sonuyduk!
*Dünyanın en eski mesleği fahişelikse, dünyanın en eski hayal kırıklığı da aşktı..
*Ben ölüyüm! Bunu anlayabiliyor musun? Ölü! Sadece daha gömülmedim, o kadar.
*Kentin caddeleri, araba farları ve kırık camlı sokak lambalarıyla aydınlanıyordu. Çalışan insansa asla patronu kadar zenginleşemeyeceğini bildiği için hayal kuruyordu. Bu hayalde patronunun da üyesi olduğu bir tarikata giriyordu. Örgüt içinde hızla yükseliyor ve patronunun da dahil olduğu yüzlerce kişinin ruhani lideri oluyordu. Mesai saatlerinde yüzüne doğru sallanan işaretparmağını taşıyan el ve emirler fırlatan dudakların sahibi olan patronu, mesai saatleri dışında bunlarla ayaklarını kavrıyor ve öpüyordu. Şeyh çalışanının ayaklarına kapanan mürit patron hayali eve dönerken zamanın hızla geçmesini ve caddelerdeki karmaşayla ilgilenmemeyi sağlıyordu. İnsanın damlaya, insanların ırmağa dönüştüğü saatlerdi. Hayatla savaşlarına bir sonraki sabah kaldıkları yerden devam etmek üzere siperlerine çekiliyorlardı.
*Ortadoğuda kızlar kadın doğar. Ecellerinden önce ölürler. İlk yemeği anasının memesinden gelen ve yediği çanağa tükürmekte sakınca görmeyen erkek. O kadar çok kadın gömer ki, toprak bile artık dişidir. Bu yüzden toprak ana diye bilinir. Diri diri gömüle gömüle toprağı bile kadın yapmışlardır. Bu yüzden verimsiz ve çoraktır; buna da kadının intikamı denir.
*İyilik, ilk öğretilendi. Ancak geçerli değildi. Savaşlar, ihanetler ve yalanlar insana aitti. Ve pişmanlık ya da komşunun hayatını eleştirmek, iyi olmaya yetmiyordu. Hiçbir şey, iyi olmak için yeterli değildi. Çünkü dünya ve insan eti, iyilikten yoksundu.
*Doğallık, dürüstlükten geçer. Kendine, çevrene. Bedenin bir karbon kağıdı gibi olmalı. Özellikle de yüzün. Çünkü doğallığın tek bir anlamı vardır: düşüncelerini davranışlara dönüştürmek. Oysa bugün kimse doğal değil. Herkes sahte. Herkes yalancı...
*İnsan, insan olmaya geliyor dünyaya. Kesinlikle bir tercihi yok. Hiçbir şeyi seçmeden de gömülüyor toprağa. Yerin iki metre altındayken de bin bir böceğe lunapark oluyor daha önce bin bir dudağın öptüğü bedeni..
*Belki de en korkunç şiddet buydu: durmak. İnsan kaçarken başkasının, dururken kendi kanında boğulur. İnsanın kendine biçtiği cezadan daha acı olanı yoktur.
*Herkesin öyle bir hikâyesi yok muydu? Başlayıp da bitiremediği. Çünkü kimsenin dinlemediği... İçine atmak, diye bir şey varken, anlatmaya ne gerek vardı?
*Kendimden nefret ediyorum ve ölmek istiyorum" cümlesinin aksine "Ölümden nefret ediyorum ve kendimi istiyorum
*Çok mutsuz sonların birinci şartı çok mutlu başlangıçlardır.
*Olgunlaşma, kimseye ve hiçbir şeye güvenmemeyi öğrenmektir.
*Düşünüyorum; öyleyse varlığımı yok edebilirim.
*Geçmiş, anılarla zihnimde, gelecekse tahminlerimle zihnimde. Hepsi acı dolu. Hepsinde kırılan hayaller var. Her saniye içimde hissettiğim geçmiş, şimdiki zaman ve gelecekle dolu aklımla donup kaldığımı görüyorum.
*İnsanın üç zamanlı bir canlı olmasından nefret ediyorum. Aynı anda geri, park ve ileriye takılmış otomatik vitesli bir arabanın motoru ne gürültü çıkarabilirse, bin katını ben her saniye aklımda duyuyorum.
*Dolayısıyla cennet ve cehennem, iyilik ve kötülük, insan denilen varlığı ortasından ikiye yardı ve bir tarafını diğeriyle kanlı bıçaklı hala getirip bir aptala dönüştürdü. Böylece, geçmişin müthiş tezgahtarları, kutsal zıtlık teorisiyle ambalajladıkları ömür boyu garantili itaatkarlığı özgür insanlara satmayı becerebildi. İtaatkar itleri itaatkar itlere kırdırmaktı bütün hikaye!
*Gerçekten de bir demokrasiydik artık! Lider yalanlar söyleyerek yönettiğini sanıyor, halk uyduğu bütün kanunların kendi iyiliği için konduğuna inanıyor, ülkedeki tek yayın organı olan radyonun spikeri de her şeyi görüyor ancak deli taklidi yapıyordu!
*Dünya üzerinde faşistin ne kadar iğrenç bir tarihçesi varsa, komünistin de o kadar saf, kötü bir geçmişi vardır. Ne de olsa ikisini de insan icat etmiştir.
*İçinde mermi adına taşıdığı düşünceler herhangi bir silahın şarjörüne sığmayacak kadar kalabalıktı..
*İnsanın gerçek özgürlüğü buydu: İstediği kadar ağlayabilmek. Belki bir de, istediği şeye ağlayabilmek...
*Bu dünyadan gelip geçmiş en büyük edebiyat üstadının dediği gibi, ''Ölüm tek ilham kaynağıdır.
*Erkek, kadından nefret etse de peşinden koşan, yakaladığı yerde de yumruklayan bir doğa kazasıdır.
*Dünya bir tezgahtır. Tezgahın hangi tarafında hayat olduğuysa ancak ölünce anlaşılır.
*Kaldırımlar güzel. Ama bir de üzerinde yürüyen şu insanlar olmasa!
*Niye hiçbir şey hissetmiyorum? Neden hiçbiri benim değilmiş gibi?
*Ve paylaşılan sevgi kadar büyük sevgi yok.
*Pişmanlık, ilk insandan torunlarına mirastı.
*Mutsuzluğun nedeni başarısızlıktan gelmemeliydi, hele hayal kırıklığı asla gözyaşlarının nedeni olmamalıydı...Neden insanlar bir türlü anlayamıyorlar hayattan hiçbir şey beklememeleri gerektiğini, diye düşündüm.Neden binlerce kitap, film, şarkı, şiir umudu tek hayat kaynağı olarak göstermiş, diye düşündüm...Hiçbir zaman ümit etmedim.Umutla tanışmadım.Eğer mutsuzluk, istediğini bulamamaktan, hayalini gerçekleştirememekten kaynaklanıyorsa sıradanlaşır.Sadece adı kalır.Güler geçerim sınavlarında başarılı olamadıkları için ağlayan gençlere, sevdikleri terk ettiği için intihar eden kadınlara.Kolay mı bu kadar tanımak mutsuzluğu hayatın karanlığında?En anlaşıldığı noktada başlar bilinmezliği hikayenin.Kolay mı hayat, daha zengin olamadağı için bir adamın ağlayacağı kadar?
*Aynaya bakıp kendini tanıyamamak, insanın kendi anılarını bir başkası yaşamış gibi anlatması, dünyanın kendisi dahil üzerindeki hiçbir şeye kayda değer bir varoluş nedeni bulamamak ve zihnin bedenden binlerce kilometre uzakta olması kadar korkunç ki...Yoruldum çok yorgunum... Yeryüzüne inme zamanı...
*Ruhumdaki düğümler fazlasıyla sıkı. Kimsenin onları çözecek kadar ince tırnakları yok. Bense çoktan vazgeçtim tırnaklarımı uzatmaktan. Kendimi bilmeyi bıraktım. Yanıtı olmayan bir soru olarak geldim dünyaya ve sorusu olmayan bir yanıt gibi de gidiyorum.
*Varsın hepsi zorlasın cennetin kapılarını, diye düşündüm. Ben kovulduğum yere dönmem. Asla! O kadar yüzsüz değildim. O kadar da değil! Artık değil...
*Dibe vurmak diye bir şey yok. Çünkü dünyanın dibi yok. En fazla yerin dibine geçerim, oradan da girer dünyanın öbür tarafından çıkarım.
*Dünyanın en hayalperest kişileri en iyi komşular oldular. Susmayı öğrendikleri için...
*Bir kağıdı en fazla yedi kez katlayabilirmiş insan. Annemle de katlandı bitti.
*Aptallar yarına bakar. Akıllı olanlar bu gece yapar.
*İnsanları çaresiz bırak iç organlarından roket yaparlar...
*Davranışa dönüşen düşünceler daima geçmişe aittir.
*Toplumla lider ilişkisi, aynı kafeste kapalı kalmış bir insanla bir hayvanın durumundan pek farklı değildi. Diktatörlükte kafesin kapısı birden açılır ve içeri aç bir aslan atılırdı. Ama demokrasi insanın ne tür bir hayvanla kafese kapatılacağını seçme özgürlüğüydü. Etobur mu? Otobur mu? Omnivor mu? Tek mi gezer? Sürü halinde mi avlanır? Nesli tükenmekte olan bir tür müdür? Evcilleşebilir mi? Vb. soruların yanıtları göz önünde bulundurularak bir seçim yapılabiliyordu.Tabii yine de ortada bir kafes, bir hayvan ve kilitli bir kapı vardı ama yapacak bir şey yoktu. Dünyanın gerçekleri şimdilik bu düzeydeydi! Ayrıca diktatörlükte hayvan ölene kadar kafeste kalırken, demokraside ancak bir sonraki seçime kadar hüküm sürebiliyordu. İnsan da bedenindeki diş izlerini sayıp kaç kilo etinin ya da parmağının eksildiğini ölçebiliyor, buna göre de kafes hayatını aynı hayvanla sürdürüp sürdürmeyeceğine karar verebiliyordu ...
*İnsanin kaderine öldürene kadar tecavüz etmeyi istediği gün, o kaçış fikrinin bir kara delik gibi zihnine gelip yerleştiği gündür. Yoksul olduğu için bilgiye ulaşamayanlardan, hayatı ve insanlığı sorgulayamanlardan, en yüksek eğitim olanaklarının sunulduğu, delirmek için yeterli tüm malzemeye sahip çocuklara kadar bütün hayat tarzlarında kaçış, rahatsız ama çekici bir yere sahiptir. Üzerinde fazla oturulamayan sert bir koltuk gibi. Anarşist yazarların okunması gerekmez yaşanan yerden kaçma fikrinin olması için. Paranın olup olmaması, bir kentte ya da kasabada yaşanması hiçbir şeyi değiştirmez. Bir insan ya gitmek ister ya da kalmak. Gidenler üzüntüyü çarşaf yapıp üzerine yatar ve o çarşafın üzerinde bin bir zevk içinde hayatla sevişir. Kalanlarsa vasat hayatlarını, bir ürünün taban ve tavan fiyatlarına benzeyen taban ve tavan duygular içinde yaşayarak yerleşik düzenin sokak lambaları haline gelir.
*Çelişki seni öldürür. Çelişki işkencedir. Çelişki buz tutmuş bir göldür. Çelişki buz tutmuş gölün çatladığı andır. Çelişki, göldeki çatlağa saplanıp donmaya başlamandır. Çelişki, yardım istemek için açtığın ağzına dolan sudur.
*Kim bilir, kapalı gözleri neleri kaçırmıştı? Kim bilir, neleri görmemişti? Belki de bu yüzden delirmişti. Her şeyi görmediği için. Gözlerini kırptığı için...
*Yaşarken ölmeyi, ölerek yaşamayı sadece uykusuzlar bilir. Gözlerinin altında biriken her küçük torba gördükleri hayallerle doludur.
*Hayalperestlik ölümlüye hastır. Tanrının yansımasını iddia etmek, ölünce ona dönmek, ölümlü bir deri çantada ölümsüz bir ruh taşımak.
*Tanıdıkları insanlara yeterince borçları vardı. Bir de hayata borçlanmak istemediler. Onun için aldıkları her nefesi geri verdiler.
*Manzaradan değildi cam kenarını sevmesi. Yanında bir kişinin az olması demekti. Öğreniyordu Derda... Ne kadar az, o kadar iyi...
*Bir soytarı olarak gömülmüştüm ama bir kral olarak doğacaktım. Sadece sabırlı olmam gerekiyordu.
*Kendinden ilham alan kişi her şeyi yapabilir. Bir sanat eseri olarak yaşar ve kendinden eser kalmaz...
*Gelecek, geçmişin merhametine kalmıştır ve insan, ikisinin arasında bir kurbandır.
*İnsanların kaçta kaçı, yeni bir kalemi denemek için önce adlarını yazıyor?
*Bütün yaşadıklarımızı hayal edebilseydik, gerçekten yapmamıza gerek kalmazdı.
*Var olan en sağlam zırh insan vücududur. İçindekileri en iyi saklayan kasa odur.
*Sporcuyuz. Yasal mücadele! Yasal dövüş! Yasal vahşet! Yasal sömürü! Spor!
*Ve bazen, gördüm ben, insanın, gördüğünü sandığı o şeyi...
*İnsanlığın sonu nerede durması gerektiğini bilememekten gelecek.
*Nefesimi bırakıp seni tutacağım.
*Bir zamanlar dünyaya hakim olan siyaset kuralları satrançtakilerle aynıydı. Binlerce yıl önce dünya satranç kurallarına göre yönetiliyordu. Şimdiyse satranç sadece bir oyun. Bir gün cumhuriyet ve kuralları da oyun haline getirilip oyuncakçılardaki zihin geliştirme raflarında yerini alacak ‘Beş yaş üstü ’ yazacak içinde durduğu kutunun kenarında. Ve kimse bir zamanlar bu oyunun kurallarıyla ülkelerin yönetildiğini bilmeyecek
*Cehennem, geleceği hayalin ve geçmişi hatırlamanın olmadığı, şimdiden saklanacak hiçbir kuytunun kalmadığı yerdir. Tek zamanlı bir hayat. Acıyı unutturacak hiçbir şeye izin verilmeyen bir yer. Hepsi de burada ve şimdide. Kaçacak bir yer yok. Kimse hatırlamıyor, kimse hayal kurmuyor.
*İnsanlığın sonu, diye düşündü Asil. Nerede durması gerektiğini bilememekten gelecek. Sınırın hangi yakasında doğduğunu ve öleceğini bilememekten gelecek, insanlığın sonu.
*Beni terk edenlerin hepsi kapı oldu. Çünkü sırtlarını bile görmeye vaktim olmadı. Kapıyı çekip çıktılar ve ben daha ne olduğunu anlayamadan kapıya dönüştüler.
*Ama insan kendini ev sahibi olarak görmedikten sonra yüzlerce evin tapusunda ismi yazsa neye yarar?
*Belki de hayat yanlış anlayınca güzeldi. Sadece yanlış anlayınca. Ama her şeyi...
*Okşayan elleri ısıranlar, tekmeleyen ayakları öperler.
"https://tr.wikiquote.org/wiki/Hakan_Günday" sayfasından alınmıştır