İlhan Arsel: Revizyonlar arasındaki fark

[kontrol edilmiş revizyon][kontrol edilmiş revizyon]
İçerik silindi İçerik eklendi
II. Niveles (mesaj | katkılar)
k →‎top: düzenleme, yazış şekli: hikaye → hikâye AWB ile
Değişiklik özeti yok
1. satır:
[[Dosya:Nicolas Poussin - The Adoration of the Golden Calf - WGA18293.jpg|250px|thumb|right|Del Vechio'nun dediği gibi 'Sınırsız şekilde gelişmeye müsait bir insan beyni olduğu sürece, gericilik daima ezilecektir.']]
*...Ama hiç kuşku edilmemelidir ki şeriâtçının bu sahte saltanatı sönecek ve şeriât'ın insan beynini eriten tılsımı sona erecektir. Yüzyıl da geçse, binyıl da geçse, ve hattâ Türk'ün eceli de gelse insan aklına meydan okuyan şeriât mikrobunun sonu gelecektir. '''Del Vechio'nun dediği gibi 'Sınırsız şekilde gelişmeye müsait bir insan beyni olduğu sürece, gericilik daima ezilecektir.''''<ref>İlhan Arsel, Arap Milliyetçiliği ve Türkler, İnkılâp Kitabevi, 4. Basım, s. 449-450.</ref>
*Eğer siz Türk yavrusunu, o küçücük yaşlardan itibaren şeriât eğitimine tabi tutar ve yoğurursanız ve örneğin şeriât hükümlerini kafasına ve ruhuna sokacak olursanız, sonuç sizi şaşırtmamalıdır. Bu eğitimden geçireceğiniz yavrularımızdan yakın bir gelecekte, sayısız Mustafa Sabri'ler ve Ahmed Naim'ler ve Abdülhamid'ler çıkacağı muhakkaktır. Şeriât'ın bir yandan 'Araplık ruhu' aşılayan ve diğer yandan insan kafasını işlemez hale sokan ve insanlığa düşman kılan eğitimine tabi tuttuğunuz Türk yavrusuna siz bir de Arapçayı öğretiniz ve bakınız nasıl bir insan tipi oluşturursunuz. Bu dile vakıf olarak o, eline geçireceği Arapça kitapları, yani Türk'ü hem Arap'a ve hem de dış aleme ve özellikle Batı'ya karşı 'uygarlık düşmanı' ya da 'Ayağını bastığı yeri kurutan' ya da 'İslâm'ı uygarlıktan uzaklaştıran' ya da buna benzer olumsuz tanımlamalarla dolu kitapları okusun ve bu kitaplardaki yalanlara karşı çıkabilecek bilgilerden yoksun kalsın da, görünüz bakınız nasıl bir kuşak yetiştirmiş olursunuz. Şeriât eğitimine 'paydos' diyebilen Atatürk'ün büyüklüğünü biz bugün inkâr ededuralım. Fakat şunu bilelim ki yakın bir geleceğe kalmayacak, şeriâtçının ellerine terk ettiğimiz yavrularımız, çağdaş uygarlık anlayışından, akılcılıktan ve millî benlik duygusundan yoksun olarak karşımıza dikilecek ve bizlere Atatürk ilkelerine bağlılığın suç olduğunu haykıracaklardır.<ref>İlhan Arsel, Arap Milliyetçiliği ve Türkler, Kaynak Yayınları, 7. Basım, Şubat 2011, s. 646.</ref>
*'''Batı dünyası "[[din]]i duygularını rencide etme" endişesini yenebildiği ve dini, peygamberleri eleştirip yerebildiği içindir ki [[akıl]] çağına yönelmiş ve İslam dünyası bunu yapamadığı içindir ki geriliklere, ilkelliklere gömülmüştür.'''<ref>İlhan Arsel, Şeriat ve Kadın, Kaynak Yayınları, 19. Basım, s. 17.</ref>
*...Evet, onun (din adamının) bütün düşmanlığı, bütün melaneti Müslüman Türk'e karşı olmuştur. Hemen ilâve edelim ki din adamının düşmanlığı sadece Türk'e karşı değil fakat Türk ile ilgili ne varsa ona karşı olmuştur: Türk'ün giyimi, kuşamı, yemesi, içmesi, gezmesi, eğlenmesi, sevmesi, düşünmesi, inanması ve saire... yani yaşantılarının her noktası din adamı geçinenlerin o ilkel, o bedevî ölçülerine göre ayarlanmıştır. Tıpkı bugün de yapılmak istendiği gibi...<ref>İlhan Arsel, Cumhuriyet, 19 Eylül 1968, s. 2.</ref>
*İslamın kadına önem ve değer verir olduğu ya da Muhammed’in kadını yücelttiği iddialarına, yazarlar, genellikle 19. yüzyıl ortalarından itibaren sarılır olmuşlardır. '''O zamana gelinceye kadar hiç kimsenin aklından kadın haklarını savunma fikri geçmemiştir. Aksine İslam dünyasının yazar ve düşünürleri, şeriat verilerine sarılmış olarak, kadının “aklen ve dinen” eksik yaratıldığını, nikah denilen şeyin kadın için kölelik olduğunu ve kadının dinsel görevinin erkeğin hizmetini görmek ve onu cennetlere hazırlamak bulunduğunu, tek bir ağız şeklinde söyler olmuşlardır.'''<ref>İlhan Arsel, Şeriat ve Kadın, s. 39.</ref>
*Eğer siz Türk yavrusunu, o küçücük yaşlardan itibaren şeriât eğitimine tabi tutar ve yoğurursanız ve örneğin şeriât hükümlerini kafasına ve ruhuna sokacak olursanız, sonuç sizi şaşırtmamalıdır. Bu eğitimden geçireceğiniz yavrularımızdan yakın bir gelecekte, sayısız Mustafa Sabri'ler ve Ahmed Naim'ler ve Abdülhamid'ler çıkacağı muhakkaktır. Şeriât'ın bir yandan 'Araplık ruhu' aşılayan ve diğer yandan insan kafasını işlemez hale sokan ve insanlığa düşman kılan eğitimine tabi tuttuğunuz Türk yavrusuna siz bir de Arapçayı öğretiniz ve bakınız nasıl bir insan tipi oluşturursunuz. Bu dile vakıf olarak o, eline geçireceği Arapça kitapları, yani Türk'ü hem Arap'a ve hem de dış aleme ve özellikle Batı'ya karşı 'uygarlık düşmanı' ya da 'Ayağını bastığı yeri kurutan' ya da 'İslâm'ı uygarlıktan uzaklaştıran' ya da buna benzer olumsuz tanımlamalarla dolu kitapları okusun ve bu kitaplardaki yalanlara karşı çıkabilecek bilgilerden yoksun kalsın da, görünüz bakınız nasıl bir kuşak yetiştirmiş olursunuz. Şeriât eğitimine 'paydos' diyebilen Atatürk'ün büyüklüğünü biz bugün inkâr ededuralım. Fakat şunu bilelim ki yakın bir geleceğe kalmayacak, şeriâtçının ellerine terk ettiğimiz yavrularımız, çağdaş uygarlık anlayışından, akılcılıktan ve millî benlik duygusundan yoksun olarak karşımıza dikilecek ve bizlere Atatürk ilkelerine bağlılığın suç olduğunu haykıracaklardır.<ref>İlhan Arsel, Arap Milliyetçiliği ve Türkler, Kaynak Yayınları, 7. Basım, Şubat 2011, s. 646.</ref>
*Her ne kadar çok kısa bir dönemi içine alan 'İslâm uygarlığı'ndan söz edilirse, bu uygarlık Kur'an'dan doğma bir şey değildir; Kur'an'ın kaynak olarak kabul edilmesiyle ortaya çıkmış değildir. 'İslâm uygarlığı' Eski Yunan'ın bilim kaynaklarının etkisiyle oluşmuş bir şeydir. Miladi 8. ile 10. ya da 11. yüzyıllar arasındaki iki yüz yıllık bir süreyi kapsayan bu gelişme, Eski Yunan kaynaklarından yararlanan İslâm bilginlerinin 'zındık', 'dinsiz' diye ilan edilmeleri, Eski Yunan bilimlerinin terk edilmesi ve bunlar yerine Kur'an'ın yeniden kaynak edinilmesi sonucu olarak sönüp gitmiştir. O tarihten bu yana da bir daha canlanamamıştır; çünkü İslâm ülkelerine, her ilmin Kur'an'da olup tüm gerçeklere ancak Kur'an yolu ile gidilebileceği zihniyeti egemen olmuştur. İlginç olan şudur ki, İslâm ülkeleri içinde Kur'an'a en fazla ve en sadık şekilde bağlı olanlar, en ziyade geri kalmış olanlardır. Bunun böyle olduğunu anlayabilmek için, günümüzde İslâm şeriâtının en yoğun ve öz'üne en sadık şekilde uygulandığı ülkelere, örneğin Afganistan, Suudi Arabistan, İran, Pakistan, Sudan vs. gibi ülkelere şöyle bir göz atmak yeterlidir. Buna karşılık Kur'an'ı, yol gösterici rehber ve kaynak olmaktan çıkaran Atatürk Türkiyesi, yirmi otuz yıl gibi çok kısa bir zaman içerisinde uygarlaşma sürecine girmiş ve tüm İslâm ülkelerinin önüne geçmiştir.<ref>İlhan Arsel, Kur'an'ın Eleştirisi 3, Kaynak Yayınları, 1. Basım, Eylül 2001, s. 425-426.</ref>
*İnsan aklı, Kur'an gibi tutarsızlıklarla ve aklı dışlamalarla dolu bir kitabın Tanrı'dan gelmiş olamayacağını anlayacak güçtedir.<ref>İlhan Arsel, Kur'an'daki Tanrı - Muhammed'in Tanrı Anlayışı, Kaynak Yayınları, 2. Basım, Aralık 2007, s. 507.</ref>
*İslâm dünyası, Batı dünyasının yaptığını yapamadığı (yani vahyin rehberliği yerine akıl rehberliğini seçemediği) içindir ki ortaçağ karanlıklarından kurtulamamıştır. Kur'an'a bağlı ülkelerin, istisnasız olarak, yeryüzünün en geri kalmış ülkeleri arasında bulunmaları, bunun en açık bir kanıtıdır. İslâm ülkeleri tarihi şu gerçeği ortaya vurmaktadır ki Kur'an'a bağlı ve saplı kalındıkça ne akılcılığa ulaşmak, ne gerçek anlamda ilim yapmak, ne demokrasi yaratmak, ne insan varlığını değer ölçülerine kavuşturmak ve ne de insanın insana sevgisini oluşturmak mümkündür.<ref>İlhan Arsel, Kur'an'ın Eleştirisi 3, Kaynak Yayınları, 1. Basım, Eylül 2001, s. 425.</ref>
*Müslüman olmayan Türk'ü, "Türk" telakki etmeyen ve "Türk'ü Türk yapan İslam'dır," diyen zihniyet, İslam'dan önceki Türk tarihini elbette yok farz edecektir ve nitekim yüzyıllar boyunca yaptığı gibi bugün de yok farz etmektedir.
*...Bizim azametli padişahlarımız saray havuzlarında cariyelere göbek attırırlarken Batı'da Büyük Frederik'ler, en ünlü Batılı düşünürlerden, Leibniz'den veya Thomasius'tan, Voltaire'den, Diderot'tan feyiz almakta, bu bilginlerin kültürü ile hal ve hamur olmakta idi...
 
[[Dosya:Fest im Harem.jpg|150px|thumb|right|Bizim azametli padişahlarımız saray havuzlarında cariyelere göbek attırırlarken Batı'da Büyük Frederik'ler, en ünlü Batılı düşünürlerden, Leibniz'den veya Thomasius'tan, Voltaire'den, Diderot'tan feyiz almakta, bu bilginlerin kültürü ile hal ve hamur olmakta idi.]]
:Büyük ve ulu padişahlarımız saraylarda Karagöz oyunlarıyla veya buna benzer çocuksu zevklerle vakitlerini öldürür veya haremin yüzlerce kadını arasında seks âlemlerine dalarlarken onlar ve Rus Çariçesi Katerina, Batı fikir gelişmesini takip etmekte, Becaria'ları, Montesquieu'leri, Voltaire'leri okumakta ve benzerî filozofların görüşlerini eleştirmekte ve kendi toplumları için yeni görüşlere ve prensiplere dayanan modern kanunlar geçirmekte idiler...
*'''...Bizim azametli padişahlarımız saray havuzlarında cariyelere göbek attırırlarken Batı'da Büyük Frederik'ler, en ünlü Batılı düşünürlerden, Leibniz'den veya Thomasius'tan, Voltaire'den, Diderot'tan feyiz almakta, bu bilginlerin kültürü ile hal ve hamur olmakta idi...'''
 
:'''Büyük ve ulu padişahlarımız saraylarda Karagöz oyunlarıyla veya buna benzer çocuksu zevklerle vakitlerini öldürür veya haremin yüzlerce kadını arasında seks âlemlerine dalarlarken onlar ve Rus Çariçesi Katerina, Batı fikir gelişmesini takip etmekte, Becaria'ları, Montesquieu'leri, Voltaire'leri okumakta ve benzerî filozofların görüşlerini eleştirmekte ve kendi toplumları için yeni görüşlere ve prensiplere dayanan modern kanunlar geçirmekte idiler...'''
:Kendilerini 'Allame-i Cihan' gören yöneticilerimizin fikir gelişmesine vurdukları darbe semeresiz kalmamıştır. Ne kendileri ve ne de halk, bilgisizlik vadisinden dışarı çıkamadan koca bir devlet çöküp gitmiştir...<ref>İlhan Arsel, Teokratik Devlet Anlayışından Demokratik Devlet Anlayışına, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, 1. Basım, 1975, s.431-433.</ref>
 
:'''Kendilerini 'Allame-i Cihan' gören yöneticilerimizin fikir gelişmesine vurdukları darbe semeresiz kalmamıştır. Ne kendileri ve ne de halk, bilgisizlik vadisinden dışarı çıkamadan koca bir devlet çöküp gitmiştir...'''<ref>İlhan Arsel, Teokratik Devlet Anlayışından Demokratik Devlet Anlayışına, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, 1. Basım, 1975, s.431-433.</ref>
*'''Şeriatçılar [[Mustafa Kemal Atatürk|Atatürk]] heykellerini put niteliğinde kabul edip kırıp atmak isterler.''' Oysaki [[Mustafa Kemal Atatürk|Atatürk]] heykelleri, [[tarih]]ten silinmek üzere bulunan ve ilkellikler içerisinde çırpınan Türk milletini kurtarıp [[medeniyet|uygarlık]] rayına yerleştiren, çok kısa bir süre içerisinde İslam ülkelerinin en önüne geçiren bir insanı minnet ve saygı ile anmak için dikilmiş şeylerdir. '''Hiçbirimiz Atatürk heykelinin karşısına geçip kader dilenciliği yapmayı aklımızdan geçirmeyiz; ya da 'Bizi şeytanların şerrinden koru' filan diye dua etmeyiz.''' Çünkü onun heykellerini 'ilah', 'put' niteliğinde görmeyiz. Oysaki bir taş parçasına ya da benzeri şeylere (putlara, ilahlara vs.) tapanlar 'felah' bulmak ve ilahi ihsanlara kavuşmak için yalvar yakar olurlar. '''Nitekim Kabe'deki 'Kara Taş'a (Hacer El Esved e.n.) dokunmak, onu öpüp okşamak, Arapların eski putperestlik döneminden kalma ve batıl inanç niteliğinde olan gelenekleridir.'''<ref>İlhan Arsel, Toplumsal Geriliklerimizin Sorumluları Din Adamları, Kaynak Yayınları, Aralık 1996, s. 206.</ref>
 
*Razi, Farabi, İbn Sina, İbn Rüşt, İbn Haldun, al Kindi vd... gibi nice örneklerin Batı dünyasını et­kiledikleri doğru olmakla beraber, bu simalardan hiçbirisi Kur’an’ı kay­nak edinip ilim yapmış değildir; çünkü, Kur’an ile gerçek anlamda ilim yapılamayacağını en iyi onlar bilmişlerdir. Bundan dolayıdır ki, Kur’an’a. bağlıymış gibi görünmekle beraber (çünkü, aksi takdirde din­sizlikle suçlanıp yok edilebilinirlerdi), gerçekte Kur’an’dan yararlanarak değil, Eski Yunan kaynaklarından feyz alarak ilim yapabilmişlerdir. Ya­parken de çoğu kez, belli etmeden, Kur’an’a aykırı ve Kur’an verilerine ters düşer şekilde iş görmüşlerdir. Diğer yayımlarımızda (özellikle Aydın ve “Aydın” adlı kitabımızda) değindiğimiz gibi, eğer Kur’an’ı dışlamamış ve sadece Kur’an’a dayalı olarak ilim yapmaya kalkmış ol­salardı, o ünlü yapıtlarından hiçbirini sergileyemezler, “müneccim başlılıktan” öteye geçemezlerdi. Nitekim, Farabi ve İbn Sina gibi nice ün­lüler, Eski Yunan’ın fikir zirvelerini, örneğin, Aristo’yu yüzlerce kez oku­duklarını söylemekle övünmüşlerdir. “Faylasuf al Arab” diye ün salan al-Kindi (ö. İS 819), Aristo’yu, başına taç yapmıştır. Arap dilinde yazılmış en büyük tıp ansiklopedisi olarak kabul edilen Havi adlı yapıtın yazarı '''Razi (İS 865-932), “Kutsal sayılan kitaplar (ilim açısından) değersiz kitaplardır. Eflatun, Aristo, Öklit, Hipokrat gibi eski (bilginlerin) yazılan insanlığa çok daha yararlı olmuştur” di­yebilmiştir.''' İbn Sina (İS 980-1037), tıp alanında şöhret yapan al-Şifa adlı kitabının hemen her satırını, Eski Yunan’ın tıp bilginlerinin (örneğin, Galen’in, Hipokrat’ın) görüşlerine atıflarla pekiştirmiştir. al-Cahiz (İS 776-869), Kitabü’l-Hayavan adlı ünlü yapıtında, İslam uygarlığının Eski Yunan’ın bilim kaynaklarına dayalı olarak ortaya çıktığını anlatmak üzere vaktiyle şöyle konuşmuştur:
: “Eğer ebedi hikmetlerle dolu Eski Yunan kaynaklarına sahip olmasaydık, eğer bu yapıtlarla korunan ve bize aktarılan, geçmişi önümüze koyan ve başkaca hiçbir şekilde- bilmemize imkan bulunmayan bilim dünyasından habersiz kalsaydık, şimdi eriştiğimiz her bilgiden yoksun olurduk. Eğer Eski Yunan bilimleriyle zenginleşmemiş ve bu kaynakları temel edinmemiş olsaydık, bilgi hamulemiz son derece zavallı kertede kalır ve sınırsız güçlüklere uğrardık. Ve eğer sadece kendi kaynaklarımızın ve kendi çabalarımızın sonuçlarıyla yetinme zorunluluğunda kalsaydık, bilgi dağarcığımız gerçekten kısır kalır ve bu yüzden bilimsel uygarlık girişimini yitirmiş olurduk….”
: Bu gerçeği yansıtan sadece al-Cahiz değildir; onun gibi daha niceleri aynı görüşte olmuşlardır. Kapalı bir dille anlatmak istedikleri şudur ki, şeriat verileriyle, daha doğrusu Kur’an’ı kaynak yapmak şeklinde bilim uygarlığı yaratmak mümkün değildir. Bu vesileyle şunu da eklemek gerekir ki, Emevi hükümdarları, (özellikle Muaviya) yönetim işlerinde bile Hıristiyanların tecrübelerinden yararlanmışlardır. Söylendiğine göre “..Aramı Bizans tipinde Hıristiyan kültürünün Müslüman muhitine nüfuzu bu devirde başlar ki, bu tesir karakteristik İslam medeniyetinin teşekkülünde etken olmuştur”.<ref>İlhan Arsel, Kur'an'ın Eleştirisi 1, Kaynak Yayınları</ref>
*Şeriât hükümleri (ve özellikle Kur'an ayetleri) arasındaki çelişkilerin yarattığı en sakıncalı sonuç, [[insan]] beyninin körlenmesi, düşünme gücünün yitirilmesi ve bu nedenle kişinin fikren gelişemez, akılcı yönde iş göremez durumlara sürüklenmesi şeklinde kendisini belli eder. Müslüman halkların 1400 yıllık bitmeyen gerilikleri, yaratıcı zekâ ve düşünme gücünden yoksunlukları, bunun en belirli kanıtıdır.<ref>İlhan Arsel, Kur'an'ın Eleştirisi 1, Kaynak Yayınları, 3. Basım, Ekim 2008, s. 361.</ref>
*Şeriât'ın; [[insan]] beynini kemirici, [[akıl|aklı]] ve mantığı yok edici, düşün gücünü yitirici, yaratıcı zekâyı körletici ve bütün bunlar dışında insan varlığını kul kertesine indirici ve tek bir tümce ile kişiyi uygar gelişmeden önleyici bir felâket kaynağı olduğunu anladığım ve şeriât ile beslenen yığınların insanlığa düşman kesildiğini izlediğim andan bu yana, şeriât zihniyetiyle savaşmayı ve Türk'ün kafasını ve ruhunu şeriât mikrobundan arınmayı kendime [[yaşam]] amacı bilmişimdir.
:Hemen belirtmek isterim ki, bu savaşımımda bana en az destek güç..., kendi öz çevrem sayılan Üniversite olmuştur. Üniversite dışından ve özellikle Anadolu'nun çeşitli köşelerinden, çeşitli kentlerinden ve halk sınıflarından gelen umutvari yazılar, mutluluğumu ve şevkimi ne kez artırdı ise; gerici mihrakların Üniversite çevreleriyle, profesör unvanını taşıyan kişilerle işbirliği yaparcasına karşıma dikilmeleri, yalan ve iftira yöntemleriyle saldırıya geçmeleri beni o ölçüde üzmüştür...<ref>İlhan Arsel, Biz Profesörler, Kaynak Yayınları, 4. Baskı 1997, s. 117-118, (1. Baskı: Doğan Basımevi, Aralık 1979)</ref>
 
[[Dosya:Taliban beating woman in public RAWA.jpg|150px|thumb|right|İslâm ülkeleri içinde Kur'an'a en fazla ve en sadık şekilde bağlı olanlar, en ziyade geri kalmış olanlardır.]]
*Her ne kadar çok kısa bir dönemi içine alan 'İslâm uygarlığı'ndan söz edilirse, bu uygarlık Kur'an'dan doğma bir şey değildir; Kur'an'ın kaynak olarak kabul edilmesiyle ortaya çıkmış değildir. 'İslâm uygarlığı' Eski Yunan'ın bilim kaynaklarının etkisiyle oluşmuş bir şeydir. Miladi 8. ile 10. ya da 11. yüzyıllar arasındaki iki yüz yıllık bir süreyi kapsayan bu gelişme, Eski Yunan kaynaklarından yararlanan İslâm bilginlerinin 'zındık', 'dinsiz' diye ilan edilmeleri, Eski Yunan bilimlerinin terk edilmesi ve bunlar yerine Kur'an'ın yeniden kaynak edinilmesi sonucu olarak sönüp gitmiştir. O tarihten bu yana da bir daha canlanamamıştır; çünkü İslâm ülkelerine, her ilmin Kur'an'da olup tüm gerçeklere ancak Kur'an yolu ile gidilebileceği zihniyeti egemen olmuştur. İlginç olan şudur ki, '''İslâm ülkeleri içinde Kur'an'a en fazla ve en sadık şekilde bağlı olanlar, en ziyade geri kalmış olanlardır. Bunun böyle olduğunu anlayabilmek için, günümüzde İslâm şeriâtının en yoğun ve öz'üne en sadık şekilde uygulandığı ülkelere, örneğin Afganistan, Suudi Arabistan, İran, Pakistan, Sudan vs. gibi ülkelere şöyle bir göz atmak yeterlidir. Buna karşılık Kur'an'ı, yol gösterici rehber ve kaynak olmaktan çıkaran Atatürk Türkiyesi, yirmi otuz yıl gibi çok kısa bir zaman içerisinde uygarlaşma sürecine girmiş ve tüm İslâm ülkelerinin önüne geçmiştir.'''<ref>İlhan Arsel, Kur'an'ın Eleştirisi 3, Kaynak Yayınları, 1. Basım, Eylül 2001, s. 425-426.</ref>
*İnsan aklı, Kur'an gibi tutarsızlıklarla ve aklı dışlamalarla dolu bir kitabın Tanrı'dan gelmiş olamayacağını anlayacak güçtedir.<ref>İlhan Arsel, Kur'an'daki Tanrı - Muhammed'in Tanrı Anlayışı, Kaynak Yayınları, 2. Basım, Aralık 2007, s. 507.</ref>
*'''İslâm'a girinceye dek kadını özgür ve eşit haklara sahip bir varlık bilen ve devlet başkanı ya da yöneticisi kılacak kadar yücelten Türk, şeriât bataklığına saplandıktan sonra onu giderek küçük görmeyi, erkeğin hizmetine terk etmeyi ve şehvet aracı haline getirmeyi gelenek edinmiştir.''' Orhun Kitabeleri'nin kanıtladığı uygarlığın yaratıcısı bir millet iken, şeriât'a kandıkça ve Muhammed örneğine sarıldıkça, bir yandan "akılcılığını" ve diğer yandan da kadını "değer" bilme meziyetlerini terk etmiş ve ilkelleşmiştir. Hiç kuşku edilemez ki bu sonuç, sosyal kanunların ortaya koyduğu doğal bir olaydır. Çünkü '''tarih şunu kanıtlamaktadır ki her toplum, kadına verdiği değere oranla gelişir ya da ilkelleşir.'''<ref>İlhan Arsel, Şeriat ve Kadın, Kaynak Yayınları, 20. Basım Şubat 2014, s. 67 vd.</ref>
*İslâm dünyası, Batı dünyasının yaptığını yapamadığı (yani vahyin rehberliği yerine akıl rehberliğini seçemediği) içindir ki ortaçağ karanlıklarından kurtulamamıştır. Kur'an'a bağlı ülkelerin, istisnasız olarak, yeryüzünün en geri kalmış ülkeleri arasında bulunmaları, bunun en açık bir kanıtıdır. İslâm ülkeleri tarihi şu gerçeği ortaya vurmaktadır ki Kur'an'a bağlı ve saplı kalındıkça ne akılcılığa ulaşmak, ne gerçek anlamda ilim yapmak, ne demokrasi yaratmak, ne insan varlığını değer ölçülerine kavuşturmak ve ne de insanın insana sevgisini oluşturmak mümkündür.<ref>İlhan Arsel, Kur'an'ın Eleştirisi 3, Kaynak Yayınları, 1. Basım, Eylül 2001, s. 425.</ref>
*Müslüman olmayan Türk'ü, "Türk" telakki etmeyen ve "Türk'ü Türk yapan İslam'dır," diyen zihniyet, İslam'dan önceki Türk tarihini elbette yok farz edecektir ve nitekim yüzyıllar boyunca yaptığı gibi bugün de yok farz etmektedir.
*'''Şeriatçılar [[Mustafa Kemal Atatürk|Atatürk]] heykellerini put niteliğinde kabul edip kırıp atmak isterler.''' Oysaki [[Mustafa Kemal Atatürk|Atatürk]] heykelleri, [[tarih]]ten silinmek üzere bulunan ve ilkellikler içerisinde çırpınan Türk milletini kurtarıp [[medeniyet|uygarlık]] rayına yerleştiren, çok kısa bir süre içerisinde İslam ülkelerinin en önüne geçiren bir insanı minnet ve saygı ile anmak için dikilmiş şeylerdir. '''Hiçbirimiz Atatürk heykelinin karşısına geçip kader dilenciliği yapmayı aklımızdan geçirmeyiz; ya da 'Bizi şeytanların şerrinden koru' filan diye dua etmeyiz.''' Çünkü onun heykellerini 'ilah', 'put' niteliğinde görmeyiz. Oysaki bir taş parçasına ya da benzeri şeylere (putlara, ilahlara vs.) tapanlar 'felah' bulmak ve ilahi ihsanlara kavuşmak için yalvar yakar olurlar. '''Nitekim Kabe'deki 'Kara Taş'a (Hacer El Esved e.n.) dokunmak, onu öpüp okşamak, Arapların eski putperestlik döneminden kalma ve batıl inanç niteliğinde olan gelenekleridir.'''<ref>İlhan Arsel, Toplumsal Geriliklerimizin Sorumluları Din Adamları, Kaynak Yayınları, Aralık 1996, s. 206.</ref>
 
[[Dosya:Kurma Avatara.jpg|150px|thumb|right|Oysa ki son iki yüzyıllık [[tarih]]i kazıların ve [[bilim]]sel araştırmaların ortaya vurduğu gerçek şudur ki, İbrahim hikâyesi eski Babilonya'da '''Abarama''' adıyla bilinen bir çiftçinin ya da Hint efsanesinde '''Brahma''' adıyla anılan Yaratıcı'nın [[yaşam]]larından alınmış masaldan başka bir şey değildir.]]
Satır 36 ⟶ 44:
 
:Araplardaki Atatürk düşmanlığının nedenlerini anlamak şüphesiz ki kolaydır. 1400 yıl boyunca Şeriât ninnileriyle uyutulan halkların hür düşünce ve '[[özgürlük|hür]] [[akıl]]' yoluna girmeleri halinde Şeriât çıkarlarının neler kaybedeceği ortadadır. Halkı kul ve köle gibi ve [[Tanrı]]'dan geldiği iddia olunan hükümlerle yönetmeye alışmış ve yeryüzünü halka cehennem, (ya da yoksulluk ve sabır yeri), fakat kendilerine cennet yapan Müslüman yöneticilerin en büyük huzursuzluğu elbette ki bütün bu yalanlara 'Hayır' diyebilecek kafa yapısının oluşabilmesidir. Gökten inmiş gibi gösterilen emirleri ve hükümleri kafası aydınlanmış ve cehalet uykusundan uyandırılmış insanlara kabul ettirmenin olanağı yoktur. Sosyal düzenin sağlanması ve devlet yaşamlarının sürdürülmesi bahaneleriyle dağarcığında YALAN'dan gayrı bir şeyleri bulunmayanlar için halk yığınlarını cehalet içerisinde oyalamak en sağlam, en güvenilir bir yoldur. Müspet eğitim görmüş ve AKIL rehberliği yolu ile yaşamlarını düzenlemesini öğrenmiş halkları [[Tanrı]] korkusu, Peygamber umacılığı ile değil akla yatkın ve belli bir zümrenin çıkarlarına değil toplum çıkarlarına uygun usullerle yönetmek mümkündür. '''İşte [[Mustafa Kemal Atatürk|Atatürk]]'ün getirdiği şey AKIL REHBERLİĞİ yoludur; o, bu yoldan kişilere ve topluma, müspet eğitim yolu ile gelişmiş akıl sayesinde yeryüzü mutluluklarını sağlama formülünü vermiştir. Bu formül ise, petrol kaynaklarından gelen sınırsız zenginlikleri bir aile şirketi gibi paylaşıp halkı ilkellikler, cehaletler, gerilikler ve yoksulluklar içerisinde yönetmeyi sırf din sömürüsü sayesinde becerebilen Arap liderlerine elbette ki cazip bir formül görünemezdi.''' Atatürk'e düşmanlık beslemeleri bu bakımdan onların kendi ahlâk doğrultularında olan bir şeydi. Bizim şeriâtçımızın da Atatürk düşmanlığı davranışlarının altında aynı nedenler yatar. Ve esasen bizim gericilerimiz, Arap çevrelerin de etkisi ve itişi ve maddî yardımlarıyla kendi öz ülkelerinde âdeta Arap Şeyhlerinin birer ajanı gibi hareketle Atatürk sevgisini bu ülkeden yok etmenin çabası içerisindedirler.<ref>İlhan Arsel, Arap Milliyetçiliği ve Türkler-Arap Milliyetçiliğinde "Türk Aleyhtarlığı", "Dil" ve "Din" Unsurları ve Türk'le İlgili Sorunlar, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, Değişikliklerle 2. Basım, Ankara 1975, s. 181-182.</ref>
 
*Muhammed; Yahudilerden ve Hıristiyanlardan edindiği bilgilerle kafasında şekillendirdiği Tanrı'yı Arap karakteriyle, Arap zihniyetiyle, Arap'ın dünya ve ahlak anlayışıyla ve Arap geleneklerine bağlı inançlarla donatıp, Arap diliyle konuşur göstermiştir. Gerçeği söylemek gerekirse, Muhammed'in getirdiği "Tanrı" anlayışı, onun kendi günlük siyasetinin gereksinimlerinden doğma bir sonuçtur. Bundan dolayı, Tanrı'yı bazen hoşgörülü, özgürlükçü, dikhakçı, dürüst, adil, merhametli, barışçı vs... imiş gibi göstermiş, fakat işine geldiği zaman hoşgörüsüz, bağnaz, gaddar, kindar, ödün (taviz) verici, kıskanç, savaşçı vs. gibi, gerçekten olumsuz niteliklerle tanımlamıştır.<ref>İlhan Arsel, Kur'an'daki Tanrı - Muhammed'in Tanrı Anlayışı, Kaynak Yayınları, 3. Basım, Kasım 2012, s. 42.</ref>
 
* Nasıl ki Arap şeriâtçısı, Muhammed'in İslâm öncesi dönemi "Cahiliye" olarak kötüleyip, İslâm sonrasını "nurlu dönem" olarak yüceltme siyasetini yüzyıllar içerisinde Arap halklarına kurnazca uygulayabilmişse, bizim kendi şeriâtçımız da bu kurnazlığı Türk halkına aynı ustalıkla uygulamasını bilmiştir; Türk'ü İslâm öncesi dönem itibariyle yok farz edip tüm yaşantısını Arap ölçülerine ve değerlemesine göre ayarlamak suretiyle. Gerçekten de millîlik bilincinden olduğu kadar tarih bilgisinden de yoksun olanlarımız bugün hâlâ Türk tarihini Türklerin İslâmiyeti kabul ettikleri tarihten bu yana, yani bin yıllık bir zamana sıkıştırmanın çabası içerisindedirler:
"https://tr.wikiquote.org/wiki/İlhan_Arsel" sayfasından alınmıştır