Elias Canetti: Revizyonlar arasındaki fark

[kontrol edilmiş revizyon][kontrol edilmiş revizyon]
İçerik silindi İçerik eklendi
kDeğişiklik özeti yok
Değişiklik özeti yok
33. satır:
* İnsanların tutumlarını izle, davranışlarına yön veren nedenlere bak, nelerden zevk aldıklarını, neleri doyurucu bulduklarını gözle. İnsanoğlu hemcinslerinden tümüyle saklanabilir mi? Başarabilir mi bunu hiç?
* Ne var ki roman okumak hiçbir ruhu zenginleştirmezdi. Romandan belki zevk için ödenen bedel, pek yüksek olurdu; en üstün kişilikleri bile bozardı romanlar. Romanlar sayesinde insan, kendini her türlü insanla özdeşleştirmeyi öğreniyordu. Değişiklikten zevk almaya başlıyordu. Kişilikler parça parça çözülüp hoşa giden kahramanların kalıbına giriyordu. Her görüş açısı savunulabilir oluyordu. Okur, gönüllü olarak kendini *yabancı hedeflerin akışına bırakıyor, bu yüzden uzunca bir süre için kendi hedeflerini gözden yitiriyordu. Romanlar, yazarlık yapan bir oyuncunun, okurlarının bir bütün oluşturan kişiliklerine batırdığı kamalardı. Oyuncu, kamanın gücünü ve karşılaşacağı direnci iyi hesaplayabildiği oranda hedef aldığı kişiyi parçalayabiliyordu. Devlet romanları yasak etmeliydi.
* Bir düş, tek tek öğelerineögelerine ayrıldığında, gücünü yitirir.
* Ermişlerle, din uğruna acı çekenler bağırmazdı.
* Kişi, öteki insanlardan uzaklaştığı oranda hakikate yaklaşırdı. Günlük yaşam, yalanlardan kurulu yüzeysel bir düzendi. Yanından geçenlerin her biri yalnızca birer yalancıydı. Bu yüzden zahmet edip suratlarına bakmıyordu bile. Kitleyi oluşturan şu kötü oyunculardan hangisinin yüzü çekici gelebilirdi ona! Gerçekte yüzlerini her an değiştiriyor, bir gün bile aynı rolde kalmıyorlardı. Bu, Kien'in daha beri bilincinde olduğu bir gerçeklikti. Bunun için öyle deneyimli olmasına gerek yoktu. Tek bir tutkusu vardı: Tüm yaşamı boyunca; gerçekte ne ise, o olarak kalmak; kendi kişiliğini salt bir ay ya da bir yıl süreyle değil, ömrünün sonuna dek yitirmemek. İnsanın -eğer varsa- kişiliği, dış görünüşünü de biçimlendirmekteydi.
* Yüreğinde yerleşmesine izin verdiği tek tutku olan kitap tutkusu, bazı önlemler almak zorunda bırakmıştı onu. Örnekse, kötünün kötüsü bile olsa, herhangi bir kitap, satın alması için kolayca baştan çıkarabilirdi bilgini.
* ''İnan ki, hiçbir ölümlü insan, ağırlığınca kitap kadar etmez...''
* Konuşurken lafları asiriaşırı ölçüde sakin sıralıyor, ağzından çıkacak sözleri her zaman denetimi altında tutuyor, ilgili sözler onu önlerine katıp kovalamıyor, onunla eğlenmiyor,onugulunc onu gülünç duruma sokmuyor asla. ,-böyleBöyle bir insana Nasılnasıl güvenebilirim?
* Kitaplar vardır,yirmi yıl yanınızda taşımış, okumuşsunuzdur; hep el altında bulundurmuş, kentten kente, ülkeden ülkeye sizinle alıp götürmüş , pek fazla yer olmasadaolmasa da özenle sarıp sarmalayarak bavulunuza koymussunuzdurkoymuşsunuzdur. Bavuldan çıkarıp alırken yapraklarını belki karistirirsinizkarıştırırsınız soyleşöyle, ama bir tek satısını bile bastan sona okumaktan dikkatle sakınırsınız. Derken yirmi yıl geçer aradan,biran bir an gelir sanki cokçok büyük bir baskıya karşı duramayarak ansızın böyle bir kitabı bastan sona bir solukta okuyup ,yutmaktan başka bir seyşey yapamazsınız , bir vahiy gibi gelir size okuduklarınız.o ZamanO zaman kitabı okumaktan o bir surusürü kaçışların anlaşılır nedeni. Okumadan kitabı uzun bir sure yanınızda bulundurmanız gerekmiştir;Kitabin kitabın yolculuğa çıkması, uzamda bir yer tutması , bir yük oluşturması gerekmiştir. Ama yolculuğun son durağına ulaşmıştır artık, kendini acığaaçığa vurma Zaman'ızamanı gelip çatmıştır, sizinle suskun yaşadığı yirmi yılın üzerine saçar simdişimdi ışığını.Butun ZamanBütün zaman suskun durmasaydı,söyleyeceği o kadar seydeşeyde olamazdı. Bu durumda hangi budala kitabin hep aynı içeriği kendisinde barındırdığını söylemeye kalkabilir.
* Etsiz yumruklarını, toprağın sert kabuğunun bile insan yüreğinden daha yumuşak olduğunu göstermek istiyormuş gibi, kaldırıma vuruyoydu.
* Yalnızca düşüncenin silahlarıyla yürütülmeyen bir kavga beni tiksindirir. Ölü düşman, yalnızca kendi ölümünün kanıtıdır.
* İnsan kör geçer yaşam yollarından. Çevremizde bulunan korkunç yoksulluğun ne kadar azını görüyoruz aslında!
* Ah, bir ortadan kaldirabilseydi şu şimdiki zamanı! Dünya üzerindeki tüm mutsuzluklar, yeterince gelecekte yasayamamaktanyaşayamamaktan kaynaklanıyor du.
* Ait olduğu devirden fırlatılıp atılmış, sürgüne gittiği yüzyıla da tümüyle yabancı kalmıştı. Bir insanın hakkından gelebilmek için onu tarihte ait olduğu devre yerleştirmek yeterliydi.
* Yapıyorlar, ama ne yaptıklarının bilincinde değiller, bir takım alışkanlıklar edinmişler, ama bunun nedenini bilmiyorlar; ömürleri boyunca dolaşıp durdukları halde yollarını bulamiyorlar. Kitleden ayrılamayan, koyun gibi onun peşinden gidenler için doğaldır bunların tümü.
* Bazen bilgisizliğin bataklığı, kitapları ve bilge kişileridekişileri de boğar.
* Günler birbirinden ayrılır,
fakat gecenin tek bir adı vardır."
* Doğru yolu görüp de oradan gitmemek, yüreksizliktir.
* “Gelecek; kendini nasıl atabilirdi acaba geleceğe? Şimdiki zaman, geçip gitmesine ses çıkarılmadığı takdirde, artık Kien’e hiçbir zarar veremezdi. Ah, bir ortadan kaldırılabilseydi şu şimdiki zaman! Dünya üzerindeki tüm mutsuzluklar, yeterince gelecekte yaşayamamaktan kaynaklanıyordu. Bugün dayak yediği takdirde, yüz yıl sonra bunun ne önemi kalacaktı? Yapılması gereken, içinde yaşanılan zamanı geçip gitmeye bırakmak ve dayaktan ileri gelen şişleri görmezlikten gelmekti. Tüm acıların suçu, şimdiki zamanın sırtındaydı. Kien, geleceğin özlemini çekiyordu; çünkü o geleceğe ulaştığında, yeryüzünde daha çok geçmiş bulunacaktı. Geçmiş iyiydi, kimseye bir zararı yoktu; Kien, geçmişte yirmi yıl süreyle istediği gibi ve mutlu yaşamıştı. Kim mutlu olabiliyordu ki şimdiki zamanda? Evet, duyularımız bulunmasaydı eğer, o zaman şimdiki zamana da dayanılabilirdi”
* Yetişkinlerse kazanç ardında koşuşuyorlar, boş zamanlarını da sevişmekle geçiriyorlardı. Sekiz saat uyumak, sekiz saat da hiçbir şey yapmaksızın, leş gibi oturabilmek uğruna, geriye kalan tüm zamanlan, tiksindikleri işlere adıyorlardı. Sonra bu insanlar, yalnız miğdelerinimidelerini değil, gövdelerinin bütününü tanrıları kılmışlardı.
* Aslında küçük erkek çocukları, değerli bir özel kitaplıkta büyümeliydiler. Salt ciddi kişilerle ilişkilerin yer alacağı bir günlük yaşam, loş, sessiz, akim egemenliğinde bir atmosfer, gerek zamanı, gerek mekânı en dikkatli biçimde düzenlemeyi öğretecek sürekli bir eğitim — bu nazik yaratıkların çocukluk yıllarını atlatabilmeleri için, böylesi bir ortamdan daha değerli bir yardımcı düşünülebilir miydi?
* Tüm hayvanlar olabilecek, ama asla insan gibi olamayacak bir tanrı.
58. satır:
* Hayvanlarla ilgili son, esas keşifler, sadece tanrının en değerli yaratıkları olma kibrimizi iyice yitip gittiği için mümkün oluyor. Daha çok tanrının en değersiz yaratıkları, yani dünyasındaki cellatları olduğumuz ortaya çıkıyor.
* İnsanın sağ kalma mucizesi: Bu gariban yaratıkların geceleri horlayarak yerlerini yırtıcı hayvanlara belli etmeleri nedeniyle daha bir mucizevi. Bizim gibi horlayan yegane yaban hayvanları, insanımsı maymunlardır.
* Ne zaman bütün hayvanlar ateş etmeyi öğrenecek? Ne zaman ateş etmek bütün avcılar için tehlikeli hale gelecek? Ne zaman hayvanlar, asiler gibi tüfek çalıp saklayacak ve ateş talimi yapacak? Boynuzlu hayvanlar özellikle avantajlı olurdu, ama ayak parmakları ve dişlerle de avcılara ateş edilebilirdi. Peki bu sırada masum insanlara bir zarar gelirse? Ama kaç masum hayvan!...!
* Matemin yırtıcı hayvanı, insan.
* Orada köpekler başka türlü, ayakta sevişiyor.
85. satır:
* Gerçekten güzel bir kentte sürekli yaşanmaz; böyle bir kent, insanın bütün özlemlerini öldürür.
* İnsanın bedelini ödemek zorunda olmadığı güçlü bir arzu yoktur. Ama arzunun en yüksek bedeli, gerçekleşmesidir.
* Biri, kafasından geçen herşeyinher şeyin zehirlenmiş olduğu ve bundan böyle onlardan kaçınmak gerektiği inancıyla yaşıyor. Var olan herşeyinher şeyin bilinmeyene indirgenmesi, onun tek kurtuluşudur. Bilinmeyeni kendisinden korumak amacıyla, "hiçbir şey düşünmemek" için bir yöntem bulur. Bu yöntemi uygulamayı da başarır. Çevresindeki dünya, yeniden canlanır.
* Bazı insanların karşısında bulunamayan sözcükler, onları terk ettikten sonra akla gelir. Bunlar, karşısındakinin varlığının birini sürüklediği şaşkınlıktan kaynaklanmadır. Bu şaşkınlık olmasa, o sözcükler hiç doğmayacaktır: ama hemen akla gelememeleri de o sözcüklerin özü gereğidir. Kanımca yazarı yaratan, bu şiddetli, ama geç gelen sözcüklerdir.
* Hangi sevgi ölümü düşünmeyecek kadar kısadır, hangi sevgi, ölüme direnmeye kalkışmayacak kadar zayıftır?
120. satır:
* Gerçekten erdem sahibi olan kişi, sevdiğinin önünde kendini olduğundan büyük gösterme çabasına düşmezdi. Doğal bir eğilimin, bir tutkunun varlığına sevileni inandırmak, hiç mi hiç gerekli değildi. İş sevdiğini, sanki yaptığı bir işmiş gibi göstermeye kalkışmaksızın korumasını bilmekteydi.
* Düşünebilme yeteneğine sahip her varlık kimi zaman bilimin canlıyla cansız arasında çektiği sınıra, insanoğlunca çekilmiş tüm şuurlara olduğu gibi, düzmece ya da artık eskimiş gözüyle bakardı. Bu ayrıma karşı insanoğlunun bilinçaltında belirginleşen başkaldırı kendini "ölü varlık" kavramının çerçevesinde açığa vururdu. Bir şeyi "ölü" diye nitelendirmek, bir zamanlar onunda bir yaşamı olduğunu kabullenmekten başka bir şey değildir. Bir varlığın yaşamadığını açıklamak zorunluluğunu duyan insanoğlu, bunu yaptığı anda varlığın bir zamanlar yaşamış olmasını istemiş ve bu isteği dile getirmiş demektir.
* Bir düş, tek tek öğelerineögelerine ayrıldığında, gücünü yitirir.
* Faydalı olan şey, eğer bu kadar güvenilir bir şekilde faydalı olmasaydı, tehlikeli olmazdı. Çok sık askıya alınmak zorunda kalırdı. Yaşayan bir şey gibi, kestirilemez kalmak zorunda olurdu. Daha sık ve daha şiddetli bir şekilde bize tavır almak zorunda kalırdı. Hala ölmek zorunda olmalarına rağmen insanlar faydalı olanda kendilerini tanrı ilan ettiler. Faydalı olan üstündeki iktidarları, bu gülünç zayıflıklarını görmemelerini sağlıyor. Böylece tahayyüllerinde gittikçe güçsüzleşiyorlar. Faydalı olan artıyor, fakat insanlar sinek gibi ölüyor. Faydalı olan daha nadiren faydalı olsaydı, ne zaman kesin faydalı olacağını tam olarak hesaplamak mümkün olmazdı Ani değişiklikleri, keyfiyeti ve hevesleri olsaydı, kimse kölesi olmazdı. İnsan daha fazla düşünür, daha fazla şey karşısında hazırlıklı ve metin olurdu. Ölümden ölüme olan çizgiler silikleşmemiş olur, bizde ona körü körüne kapılmamış olurduk. Bizimle, hayvanlara yaptığı gibi , güvenliğimizin ortasında alay edemezdi. Faydalı olan ve ona olan inancımız bizi böyle hayvan bıraktı; sayıları gittikçe çoğalıyor ve biz yalnızca çok daha çaresiz kalmış durumdayız.
* İngiltere'de övgü sözcükleri insanın yüzüne söylenmiyor; onun yerine insanlar köpek besliyor. Onlarla yapılan herşeyher şey için övgüye izin var.
* Rüyalar hayvanlara, tanınmayan hayvanlara benzer; uzuvlarını tamamıyla göremezsiniz. Rüya yorumları, rüyaların asla içinde olmadığı bir kafestir.
* Kelimeler olmadan yaşadıkları için mi hayvanlar daha az korkuyor ?
* Aşk: kendini hiç durmadan koruyan iki başlı bir yılan...
* Yüzyılın iki büyük romanının temeli sohbet anlayışı : Proust ve Musil. Konuşma tutkusu, sayısız figürlere kadar bölünmüş.
Okuru unutmayan kimse büyük bir kitaba başlamasın. Bir edebiyatçı, figürlerini ne kadar çabuk anlamalı? Buna başlarsa hiçbir figür oluşmaz. (Psikanalizin şanssız etkisi.)
Proust, henüz figürü için uğraşıyor (kaynaklandıkları insanlar için değil), okur içinde uğraşmıyor.
141. satır:
* Çok enderdi gülümsediği. Tıpkı, yaşamlarındaki en büyük istekleri bir kitaplık olan kişilerin ender bulunuşu gibi.
* Artık hiçbir haritaya bakamıyorum. Kentlerin adları yanık et kokuyor.”
* Adına yaşama kavgası denen kavgayı, karnımızı doyurmak ve sevebilmek uğruna olduğu kadar, içimizdeki kitleyi öldürmek uğruna da veririz. Kimi koşullar altında bu kitle, bireyi bencillikten tümüyle uzak, dahası kendi yararlarına aykırı davranışlara dek götürebilir. ''İnsanlık'', bir kavram olarak bulunmazdan ve suladırılmazdansulandırılmazdan çok önce, kitle olarak vardı. Bu kitle vahşi, coşkun, kocaman ve sımsıcak bir hayvan gibi hepimizin içinde, anasal etkilerin uzanabildiğinden çok çok daha derinlerde bir anafor gibi kaynar. Kitle, yaşına karşın, dünyanın en genç hayvanı, en öz yaratığı, ereği ve geleceğidir. Onun üzerine hiçbir bilgimiz yok; hala birer birey olduğumu varsayımıyla yaşamaktayız. Kimi zaman kitle, gök gürültülerinden örülü bir fırtına, içinde her damlanın yaşadığı ve aynı şeyi istediği coşkun bir okyanus gibi saldırır üzerimize. Bu saldırının hemen ardından parçalanıp gitme alışkanlığını henüz koruduğu için, fırtına geçince yine biz olarak, zavallı ve bırakılmış şeytancıklar olarak kalırız.
* Uçmada özgürlük, mitos temeline dayalı eski duyumsamada güneşe dek uzanır. Zaman içinde özgürlük, ölümün yenilgiye uğratılmasıdır; onun giderek daha bir uzağa sürülüp atılması bile insanı memnun bırakır
* Özgürlük sözcüğü önemli, belki hepsinden önemli bir gerilimi anlatır. Hep kaçıp uzaklaşılmak istenir, kaçıp uzaklaşılmak istenen yerin bir adı yoksa, belirsiz bir yer ise burası ve gözle görülür bir sınırı içermiyorsa, özgürlük diye nitelenir.
* Bir yol ölümü dünyadan kapı dışarı ettiklerinde, insanların bundan böyle neye inanma gücünü gösterebileceği kestirilebilmekten uzaktır.
* Pek çok cevabı olanın, ondan da çok sorusu olması gerekir.
* İnsanın yabancı bir kentte aşinalık kazanabilmesi, kapalı bir yeri gerektirir; öyle bir yer ki, üzerinde insan belli bir hak sahibi olabilsin, yeni ve anlaşılmaz seslerin yol açtığı şaşkınlık fazla büyüdüğünde yalnız kalabilsin burada. Öyle bir yer ki, içinde sessizlik hüküm sürsün, dışarıdan kaçıp sığındığında kimse görmesin insanı ve yine o yerden ayrılıp giderken kimse kendisini farketmesinfark etmesin. En güzeli, bir çıkmaz sokağa sapıp izini kaybettirmek, anahtarı cepte taşınan bir kapının önünde durmak ve kimsenin kulağı duymadan kapıyı açıp içeri süzülmektir.
* Aynı yakarışın yinelenmesi, yakaranın belirleyici özelliğidir. Kafaya yerleşir böyle bir yakarış, yakaranın tanınmasına imkan verir, bundan böyle oracıktaki sürekli varoluşunu sağlar; yakaran, sınırları kesinlikle belirlenmiş bir yakarış biçimiyle elde eder bu varoluşu. Hakkında daha fazla bir şey bilmek olanaksızdır, bu yoldaki girişimlere karşı korur kendini, yakarışı aynı zamanda kendi dışındakilerle kendisi arasına çektiği bir sınırdır.
* Tanrı, çeşitli yaratma eylemlerinde değişik tutumlar içinde görünür. Bir yapıttan ötekine geçerken, giysilerini değiştirir. Havva’ya bakarken, üzerinde bol ve güzel bir biçimde aşağı dökülen bir pelerin vardır. Her yerde yalnız kendini gördüğü için, Havva’nın güzelliğini görmez; ama onun övgülerini kabul eder. Havva’nın davranışı, aşağılık ve günah dolu bir davranıştır. Daha ilk andan başlayarak hesaplıdır. Çıplaktır, ama bol pelerinine bürünmüş Tanrı’nın önünde kendinden utanmaz. Ancak bir günah işlemekte başarısız kaldığı zaman utanacaktır. Adem, tıpkı bir sevişmeden sonra olduğu gibi, yorgun yatmaktadır. Uykusu hafiftir. Tanrı’nın ona armağan ettiği hüznün düşünü görür. Bir insanoğlunun gördüğü ilk düş, kadın karşısında duyulan korkudan doğmuştur. Adem uyandığında, Tanrı acımasızca ikisini yalnız bırakır. Havva, Adem’in önünde diz çökecek, Tanrı’nın önünde yaptığı gibi, ellerini Kavuşturacaktır; dudaklarında aynı yüze gülücü sözler, gözlerinde sadık bakışlar, yüreğinde iktidar tutkusuyla ve artık hiç elinden kaçmasın diye, Adem’i ahlâksızlığa sürükleyecektir. Adem, Tanrı’dan daha yüce yüreklidir. Tanrı, yaratısı içerisinde yalnız kendini sever. Adem ise Havva’yı, ikinci kişiyi, ötekini, kötüyü, felaketi sever. Havva’yı, kendi kaburgası oluşundan ötürü bağışlar. Unutur yapılanı ve böylece de Bir’den İki olur. Tüm gelecek için ne büyük bir felaket!
"https://tr.wikiquote.org/wiki/Elias_Canetti" sayfasından alınmıştır