Süleyman Hayri Bolay: Revizyonlar arasındaki fark

[kontrol edilmiş revizyon][kontrol edilmiş revizyon]
İçerik silindi İçerik eklendi
Değişiklik özeti yok
3. satır:
 
==Sözleri==
* Bir Fransız çocuğu 1882 de1882’de ölmüş olan Victor Hugo’nun bütün eserlerini aslından okur ve zevkine varır. 1650 de1650’de ölmüş olan Descartes’in eserlerini aslından okur. İngiliz çocuğu da 1616 da1616’da ölmüş olan Shakespeare’in eserlerini aslından okur ve anlar. Bizim öyle 1616lara1616’lara gitmeyi lüzum yok. Mehmet Akif 1936 da1936’da öldü. Bugün kaç yüksek lisans mezunu hatta bir kısım edebiyat hocaları Mehmet Akif ve Yahya Kemal’in aslından doğru dürüst anlayabilir. Öyleyse buna bir çare bulmak icap eder. Bunu yapamazsanız istediğiniz kadar insan tipi yaratın netice vermez. Çünkü genci yetiştirecek ve düşündürecek olan önce kendi dili ve kendi kültürü ve kendi kavramları yani yapı taşlarıdır. Bu insanlar kendi kültüründen istifade edecekler. Diğer kültürlerden de istifade edecekler. Buna göre eğitim modeli çizmek lazım. Dayatmalı dil konusunda iki örnek vermek isterim. Birinci örnek: Ali Fuat Başgil’in Türkçemiz adlı 1946 çıkmış 30 sayfalık bir risalesi var. Başgil orada Türk Dil Kurumunun tutumundan ve baskısından şikâyet eder: 1946 da1946’da TDK hukukçulara bir yazı göndererek hukuk terimlerinin Türkçeleştirileceğini bildirip hukukçuları Ankara’ya toplantıya çağırmış. Öğretim üyeleri Ankara’ya gelince ellerine birer kelime listesi tutuşturularak bunları eserlerinizde kullanacaksınız, kullanmazsanız eserleriniz basmayız, diyerek onlara söz hakkı vermeden toplantıyı kapatmış. İkinci örnek: Mehmet Karasan’a göre 1947 de1947’de TDK felsefecileri çağırmış, onlara da kendi uydurdukları kelimeleri dayatmış. Kurum genel yazmanı zekâ kelimesi Arapça atılsın, akıl Arapça atılsın, fikir, mantık, kanun kelimeleri de öyle hemen atılsın, deyince Karasan merhum “bunları atarsanız düşünemez olacağız.” diye itiraz ettiyse de dinleyen olmamış. Dolayısıyla birçok kelime Arapçadır diye atılmış. Sıra namus kelimesine gelince de Arapçadır, atın denilmiş. Bunun üzerine Karasan bu kelimeyi atmayın, o kelime Yunanca ‘nomos’ kelimesinden gelmektedir, Arapça değildir, deyince itiraz kabul edilmiş ve ‘namus’ kelimesi atılmaktan kurtulmuş. Muzip bir kimse olan Karasan bunun üzerine “işte biz Türk milletinin namusunu böyle kurtardık.” diye lâtife yapardı. Ben bu meseleyi Karasan’dan yirmi beş sene sonra Türk Dil Kurumu başkanlığını uzun süre yürütmüş olan Hasan Eren’e sordum, o da aynı hadiseyi doğruladı.<ref>[https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/398371 21. Yüzyılda Millî Aklın Rehberliğinde Türk Eğitiminin Bazı
Meseleleri ve Çözüm Yolları]</ref>
* 1977-78 senelerinde Millî Eğitim’e dışarıdan eğitimleri müsait olmayan veya yeterli bulunmayan 140.000 civarında öğretmenin tâyin edildi. Birçok ilkokul öğretmeni ortaokula, birçok ortaokul öğretmeni de liseye tâyin edilmiş, bir kısmı da ideolojik endişelerle kısa dönem kurslarla yetiştirilerek dışarıdan tâyin edilmiştir. Bu hareket, bir kıyım ve fecaat olmuştur. Ben ve benim gibi üniversite hocaları bu fecaatin acı neticelerini üniversitelerde 25 sene boyunca beraber yaşadık. Bunlardan ilkokuldan ortaokula tâyin edilen birkaç öğretmeni tanıma fırsatım oldu. Dört sene ortaokulda çalıştıktan sonra ‘Ben burayı yapamıyorum, beni ilkokula geri gönderin’ diye Millî eğitim Müdürüne dilekçe veriyorlardı. Dilekçe yazmasını bile bilmiyorlar, dilekçelerindeki iki satırlık cümlelerin hepsi yanlış kurulmuştu. Dilekçe kâğıdını da iyi kullanamamışlardı. Satırlar, sayfanın sol köşesinde başlıyor. Sağ ortasına doğru bitiyordu. Bunlar haysiyetli oldukları için ilkokula iadelerini istediler. İstemeyen büyük çoğunluk, kıyıma ortak olmaya devam ediyor.<ref>[https://www.oncevatan.com.tr/roportaj/prof-dr-suleyman-hayri-bolay-ile-soylesi-h134919.html Prof. Dr. Süleyman Hayri Bolay ile söyleşi]</ref>
 
==Kaynakça==