Osmanlı İmparatorluğu

Güneydoğu Avrupa, Güneybatı Asya ve Kuzey Afrika'da hüküm sürmüş eski bir imparatorluk (1299–1922)
  • Osmanlı Devleti’nin Kuzey Afrika olsun Doğu Afrika sahilleri olsun yani Afrika’daki Müslüman toplumlar özelinde en büyük benimsenme sebebi tabii ki hilafetin İstanbul’da olması. Belki halife onların varlığından haberdar değil. Çünkü Afrika’daki Osmanlı hâkimiyetindeki toprakların üzerinde bugün 14 devlet var bilfiil. Osmanlı hâkimiyeti topraklarına, yani bugün Somali, Cibuti, Etiyopya, Eritre, Sudan, Uganda, Güney Sudan da yeni bir devlet oldu, Orta Afrika Cumhuriyeti’ne, biraz içlerine kadar uzanan Çad ve Nijer’in kuzeyinden tabii ki Mısır, Libya, Tunus, Cezayir derken bunların yüzölçümü takriben 14 milyon kilometre kare. Hatta Osmanlı 1585 yılında Yemen üzerinden Kenya’daki, bugün adı Kenya o zamanlar Mombasa’daki, Portekiz hâkimiyetini sona erdirmiştir. Yerel halklar Osmanlı’nın niçin geldiğini biliyorlar. Yani Osmanlı gittiği herhangi bir yerde insanları dört yüz yıl kaldığı sürece kendine benzetmek için uğraşmamıştır.[1]
  • Önce şunu belirtmek lazım Osmanlı devleti hüküm sürdüğü asırlar ve sürekliliği içinde tarihte az bulunur devletlerden biridir. Bu kadar geniş coğrafyada bu kadar farklı dil ve dine mensup insanları merkezi bir imparatorluk idaresi altında tutmak dönemin maddi şartları bakımından son derece güçtü. Bu açıdan Roma'yla kıyaslanabilecek büyüklük ve uzun ömürde bir imparatorluktu. Devletin siyasi ömrü kadar hanedanın da devletle yaşıt olması sürdürülebilirliği son derece güç bir siyasal pratik olarak dünya tarihinde az bulunur. Devletin ömrünün bu kadar uzun olması da biraz da aynı hanedanın yönetiminde olmasının etkisi büyük elbette.[2]
  • Osmanlı, insanlık tarihinin son bin yıllık dönemin en önemli tecrübelerinden biridir. Böylesi bir tecrübeyi devralmak küçümsenecek bir brikim değildir. Osmanlı'yı sadece Viyana kapılarına dayanan bir güç olarak algılamak adeta bozgunda fetih düşü görmeye benzer. Evet, bin yıl içinde Orta Asya'dan Avrupa'ya kadar imparatorluk çapında varlık gösterebilen devlet sayısı bir elin parmakları kadardır. Ve bunun mirasına sahip olmak ayrıcalıktır. Batıcıların inkâr politikalarıyla içine düştükleri komplekse hiç gerek yok.[3]
  • 20. yüzyılın başında, müslümanlığın çağının geçtiği kuvvetli şekilde vurgulanıyordu. Batı emperyalizmi İslâm coğrafyasını sömürgeleştirme işlemini neredeyse tamamlamış, İslâm dünyasının atıf merkezi olan tek hükümran müslüman devlet Osmanlı’nın defterini dürecek hamleleri yürürlüğe sokmuştu…[4]
  • Osmanlı İmparatorluğu bizim zayıf zannettiğimiz dönemlerde bile dünyanın en önemli devletlerinden biriydi ve dünyadaki bütün Müslümanların şemsiyesi konumundaydı. Afrika'dan Asya'ya bütün Müslümanların gözü kulağı hilafetin merkezinde, yani İstanbul'daydı. Asya Müslümanları özellikle de Hindistan Müslümanları, hilafetin merkezi olduğu için Osmanlı İmparatorluğu'nu yakından takip ediyorlardı. Madagaskar'dan Myanmar'a kadar her taraftaki Müslümanlar halifeyle ilişki kurmuşlardı. 1870'te Birmanya'daki (Myanmar) Ava sultanının sadrazamı Osmanlı yönetimiyle ilişki kurmak için mektup göndermişti.[5]
  • Osmanlı Devletinin dağılmasıyla Avrasya ekseninde doğan güç boşluğunu Türkiye dolduramadı. Çünkü Türkiye borçları hariç Osmanlının mirasını bütünüyle reddetmişti.[6]
  • Osmanlı İmparatorluğu’nda Asya tipi üretim vardı. Feodaliteden burjuvaziye oradan da büyük sermaye kapitalizmine geçen Batı’nın iktisadi tarihi bizimkine uymaz. Temeldeki iktisadi ilişkiler ve üretim tarzları manevi etkinlikleri de belirlediklerine göre, bizim sanatımız, bizim olmak için, Batı’nınkinden ayrı bir özellik göstermelidir.[7]
  • İmparatorluk ve emperyalizm denen unsurları Osmanlı dünyasında pek görmeyiz. Osmanlı tarihini okuyan herkes bilir ki, Osmanlılar fethettikleri yeri otomatik olarak anavatan parçası sayarlardı. Eflak, Boğdan, Kuzey Afrika gibi bazı yerler sistem tam olarak sindiremediği için marjinal tutulmuştur. Onlarla ilişkileri biraz daha zayıf bağlarladır. Ama Anadolu ve Rumeli'de kontrol ettikleri her yer diğerinden farksız olarak bir anavatan parçasıdır. İnsanları, grupları birbirinden ayrı tutma uygulaması görülmemiştir. Yani Batıdaki emperyalist, kolonyal imparatorluklarda gördüğümüze benzer bir yapı Osmanlı dünyasında yoktur.[8]
  • Türkiye Cumhuriyeti’nden evvel gelen 16 Türk devletinin içinde bize arşiv bırakan tek devlet Osmanlı devletidir. Diğer Türk devletleri içinde ömrü Osmanlı’nın yarısına bile ulaşabileni yoktur. Bir diğer özelliği, dil, din, soy, mezhep bakımından tarihin en büyük çeşitliliğini içinde barındırmıştır. Bunları çok sıkıntı yaratmadan idare etmeyi başarmış bir devlettir. Onun bize bıraktığı arşiv, bizim atalarımızın bütün yapıp ettiklerini öğrenmemize imkan veriyor. Bunun yanı sıra şu anda 38 ayrı devlete ayrılmış olan Balkanlarda ve Ortadoğu’daki eski Osmanlı coğrafyasının tarihi de Osmanlı Arşivi içindedir. Osmanlı Arşivi’ni çektiğiniz zaman, o insanların hafızalarını çöpe atmış olursunuz. Türkiye’nin bu bölge ülkeleriyle çok sıkı ilişkisi var. Bu ilişkileri düzenlemekte bu arşivin çok önemli fonksiyonları olduğu muhakkak. Onun için bu arşive uluslararası ilişkiler bakımından da çok önem vermemiz gerekir.[9]
  • Osmanlı’yı, Osmanlı’ya bağlılığı kesin olarak kötü, hatalı ve bozuk görmek, çok sonraları ortaya çıkarılan bir sapıklıktır. Altı yüzyıl dimdik yaşamış, bir şah medeniyet kurmuş. O müziği, o edebiyatı, o mimarlığı ve sosyal garantileri ortaya koymuş bir devletin insanları, kurtuluş yolu için bir başka ve yeni otoriteyi, bir yeni bayrağı elbette kolay kolay benimseyemezlerdi: onların bu tereddütleri trajik olmakla kalmaz, övülmeye değer. Kurtuluşu herkes istiyordu fakat kimin ve hangi bayrağın peşinde? Bir yanda altı yüz yıllık şanların, şereflerin, zaferlerin sahibi devlet, öte yanda yepyeni bir otorite! Küçük Ağa’yı besleyen çelişme işte buradadır. Bu iki yol arasında sallantı geçirenlerin trajedisi yürek parçalayıcıdır, hainlik değildir. Küçük Ağa’da bunu anlatmak istedim.[7]
  • Osmanlıyı değerlendirirken o günün şartlarına göre bu işi yapmalıyız. Meselâ 16. Yüzyıldaki Avrupa'nın en büyük devletini ele alarak Osmanlı ile mukayese ederek hükmümüzü vermeliyiz. Fakat biz Osmanlı Târihi'ne bir Meksikalı kadar yabancıyız.[10]
  • Osmanlı’nın durdurulması, tarihin akışını değiştirdi. Osmanlı durdurulduktan ya da tarihten çekildikten sonradır ki, Batılı emperyalistler, özellikle de İngilizlerle Fransızlar, Osmanlı coğrafyasını parçaladılar; haritaları yeniden çizdiler; yapay, sahte devletçikler, şeyhlikler, emirlikler, sözün özü, maşa adamlar ve uydu ülkeler icat ettiler.[11]
  • Osmanlı eğer soykırımcı olsaydı, Ermenilere soykırım yapacak olsaydı, en güçlü olduğu zamanlarda yapardı! Kendi aşağılık tarihlerinin üstüne kalın bir şal örtmek ve daha önemlisi de Türkiye’nin gelişini engellemek ve Türkiye’ye muhtemel bir işgal veya savaş girişiminin psikolojik zeminini oluşturmak için Türkiye’yi, Türkleri, dolayısıyla Müslümanları da soykırımcı ilan etmeye kalkışıyor Batılılar[12]

Kaynakça değiştir