Muhammed Bahauddin

Nakşibendiliğin kurucusu
(Şahı Nakşibend sayfasından yönlendirildi)
Muhammed Bahauddin
Doğum tarihi Tam olarak bilinmiyor
Doğum yeri Buhara'daki Kasr-ı Arifan köyü
Ölüm tarihi Tam olarak bilinmiyor
Ölüm yeri Buhara'daki Kasr-ı Arifan köyü
Vikipedi maddesi
Vikiveri öğesi

Muhammed Bahauddin Şah-ı Nakşibend, Nakşibendi tarikatının isim babasıdır. Asıl adı Seyyid Muhammed Bahauddin'dir. Seyyiddir. Ölüm ve doğum yeri Buhara'daki Kasr-ı Arifan köyüdür.

Sözleri

değiştir
  • Müslümanlık; ahkâma bağlılık, takvâya riâyet ve azimet ile ameldir.
  • Sordular: Bu makama nasıl eriştiniz? Dedi: Hz. Rasul-i Ekrem'e tabi olmakla.
  • Biz insanlık suçu işleyenleri şikayet ederiz.
  • Tarikat edebden ibarettir hükmü ile bu yüce tarikata salik ve talib olan Allah'ın kullarına tam bir edeb şarttır.
  • Mum gibi ol ve mum gibi olma!.. Mum gibi ol ki, ışığın başkalarını aydınlatsın. Mum gibi olma ki, kendini karanlıkta korsun.
  • Herkes koşmakla avı tutamaz. Avı, sürekli kovalayan kimse tutar.
  • Kendisinden bir keramet istendi. Cevabı: Bunca günah yükünün altında, dimdik durabildiğimize göre, kerametimiz ortada oldu.
  • Biz ilk başta kendimizi matlub başkalarını tâlib bilirdik, şimdi o yoldan vazgeçtik. Mürşid, mutlak olarak Hakk Teâlâ'dır. Bu yüce tarikate girme yolunda her kimde bir taleb davası peyda olursa, Hakk Teâlâ onu bizim sohbetimize gönderir ve onun nasibi her ne ise kendisine erişir. Öyleyse, hakikatte taleb davası veren ve şeyhe gitmeye sevk eden Hakk Teâlâ olduğundan o hem tâlib, hem de matlubdur mefhumu zahir olur.
  • Bu yolda hak yolcusu bir mürid, var gücüyle gayret sarfetmedikçe, üstün çaba göstermedikçe yani himmetini âli tutmadıkça fayda göremez. Ancak bütün bunları yapınca beni bu kapıdan içeri aldılar ve o zaman manevi güzelliklere ulaştım.
  • Allah Teâlâ’ya ulaşmak için bizden himmet isterken,bu isteğinizde, ayaklarınız başıma ulaşmaz hatta daha da ileri gitmek noktasına varmazsa, size hakkımı helal etmem.
  • Bizim yolumuzda varlığın ve nefis görüntülerinin reddedilmesi, en önemli konudur. İşte Allah’a ulaşmanın ana sermayesi budur. Ben bu usulle nefsimi, varlık âleminin bütün katmanlarıyla teker teker kıyasladım veşunu gördüm:Varlık âleminde yaratılanların hepsi benden üstün. İşte bu niyetimle, en faziletli kimseler arasına kabıl edildim.
  • Ben varlık âleminin her yaratılışında, büyük hikmetler bulunduğunu anladım. Ama nefsimden, bu anlamda hiçbir zaman destek bulamadım. Bir ara, “Köpeğin ne faydası var?” diye düşündüm. İşin doğrusu, köpekte bir fayda yoktu.Bunu biliyordum. Ama bu düşüncemin sonucunda, köpeğinvar oluşunda hikmetler bulunduğunu, kendi nefsimden ise banahiçbir faydanın olmadığını anladım.
  • Biz tasavvuf terbiyesine başladığımızda, bu yola baş koyan200 kişiydik. Ancak ben onların hepsin igeçip Allahu Teâlâ’nın yardımına ulaştım. Beni bu arkadaşların arasından öne geçiripAllah’a ulaştıran, sadece Allah’ın yardımı olmuştur.
  • Fakir, içinde nefsiyle mücadele eden, ama yaptığı işlerde nefsine üstünlük sağlayan kişidir.
  • Kendi nefislerinize töhmet eyleyiniz! Her kimse ki; kendi nefsini yaramazlıkla anarsa, onun noksanlıklarını bilmiş olur. Böylece çare bulmak kolaylaşır. Bu tarikatin çok kimseleri olmuştur ki, başkalarının kitabını kendi*lerine isnâd eder ve onun yükünü çekerler.
  • Masivâya sarılmak, bu yolun sâliklerine büyük bir perdedir. Hakikat ehli imânı, şöyle tarif etmişlerdir: İman, fayda ve zarardan kalbe doğacak bütün fikirleri silmek ve kalbi ancak Allah'a bağlamaktır. Gönüller sadece Allah'a âşık ve hayrandır.
  • Bizim tarîkimiz Ürvet-ül vüskâ dır. Hz. Resûlullah Efendimizin () eteğine yapışmak ve Sahâbe-i Kirâm'ın (r.a) eserlerine iktidâ etmektir. Bu tarikatte az amel ile çok fetihler olur ama, sünnete riâyet etmek büyük iştir. Her kimse ki, bizim tarikatimizden yüz çevirir; dininde batar.
  • Zikirden maksat, Kelime-i Tevhîd'in hakikatına erişmektir; çok söyle*mek şart değildir.
  • Biz iki kimse, bu yola gitmiştik. Benim maksûdum,cümleden geçmek idi. Allah'ın inayeti erişti ve beni her şeyden geçirdi, maksûda eriştirdi.
  • Şeyhim derlerdi ki: Gerçek namaz, oruç, riyâzet ve mücâhede, Hak Teâlâ Hazretlerine erişme yoludur. Ama benim indimde nefy-i vücûd; yolların en kısasıdır.
  • Sâlik eğer ömr-ü ebedî ile muammer olsa, şeyhinin terbiyesi nimetinin ve lûtf-u himmetinin şükrünü edâ edemez.
  • Biz hakikat devletine erişmeye ancak vasıtayız. Bizden kesilip, hakikî maksûda erişmek gerektir. Salık fenâ mertebesine gelip, Hak Teâlâ'mn beka*sına ârif olduktan sonra, cümleden kesilmek gerektir. Bu makam, kâmiller ve mükemmiller mürşidler makamıdır.
  • (Kendi vücûdunu işaret ve imâ ederek) Eğer bu vücûddan daha harâb bir vücûd olsaydı; bu fakir, hazinesini o harâbede gizlerdi. (Yani mesele bedende değil, cevherdedir!)
  • Kalb dedikleri, hakikat-i câmi' insâniyyeden ibarettir; ulvî ve süflî mecmu kâinat, bunun tafsilidir. Fakat o hakikat, ecsâma hululden münezzehdir. Gözü, fikri, hayali yani cem'i kuvveyi, buna müteveccih bulundurmalıdır. Muhakkak ki; bu hâlde gaybet ve bîhodluk keyfiyeti zahîr olmaya başlar. (Yani Hak'la Hak olmak demektir)
  • Bizim tarîkimiz sohbettir. Halvette şöhret vardır; şöhrette âfât vardır.
  • Hayır cemiyettedir. Bu tarikatın talihleri cemâat sohbetinde, çok hayır ve bereket bulurlar.
  • Tevhîd sırrına erişmek müyesser değildir. Mârifet sırrına ermek mümkündür ama güçtür.
  • Biz kolay kabul etmeyiz. Eğer kabul edersek, geç kabul ederiz. Zira kabul şartlarını gereği gibi bulmak zordur.
  • Kâh istidâtlı mürîd bulunur, sâhib-i kabul Pîr bulunmaz; kâh Pîr bulunur, müstaid tâlib bulunmaz.
  • İlim ikidir: Biri kalb ilmidir ki; fâideli bilgidir. Bunu peygamberler, resuller öğrettiler. Biri de lisan ilmidir ki; Hak Teâlâ'nın Âdem evlâdına hüccetidir.
  • Sülûkumun başında halim öyle idi ki; her nerede iki kimse sohbet eder görsem, kulak verirdim. Eğer sohbetleri Allah (c.c) bahsinde ise şâd olurdum. Masivâ bahsinde ise gam-nâk ve dil-hûn olurdum.
  • Gençlikte niyaz ettim:' 'Ya Râb! bu yolun yükünü çekmeye bana kudret ver; tâ ki, ne kadar riyâzet ve mücâhede var ise yapayım! Bu duâm kabul buyuruldu da şimdi pîrlik vaktinde, riyâzet külfetinden ve mücâhededen âzâd oldum.
  • Eyyâm-ı sülûkumda Hâce Baba Semâsî'nin vasiyetleri gereğince, çok hadîs ve ulemâ sohbeti dinledim. Lâkin, bana bu yolda en ziyade yardım zilletten oldu. Bizi bu kapıdan içeri aldılar; her ne bulduksa, bu sıfattan bulduk.
  • Nefy-i vücûd, yokluk, azîm işdir. Bu sıfatlar, bu yolda vuslat devletinin ipucudur. Bizi fenâ ve niyâz kapısından kabul ettiler; her nereye eriştim ise buradan eriştim.
  • Yirmi iki senedir ki; Hâce Muhammed Tirmizî'nin rûhâniyyetine mutâbakatla, bî-sıfat ve bî-rengim. Eğer bir kimse beni bilmek isterse, hâlâ bî-reng ve bî-sıfâtım.
  • Bir gün Zivertun yahut Rivten köyü mescidinde, direğe dayanıp kıbleye karşı oturdum. Bende anî bir gaybet hâli zuhur etti ve bütün vücuduma yayıldı. Bu hâl bende beni, küllîyen mahvetti. Bil ki maksûduna erdin hitâbını işittim.
  • Bize kibr atfetmişler. Bizim kibrimiz kibr değildir, kibriyâdır.
  • Bizler her ne bulduk ise, fakr sıfatı ile bulduk.
  • Bir kimse Hakk'ın ulûhiyyetini tam mârifetle bi-hakkın bilse; o kimse şâir eşyayı da keşif yoluyla bilir. Hiçbir mâhiyyet kendisinden gizli kalmaz. Zira cem'i eşya ve malûmat, Hak Teâlâ'nın sıfat ve esmâsının zâhirde görün*mesidir.
  • Arifin kalbi kadar vâsi, başka hiçbir şey yoktur. Yerler ve gökler ârifin kalbine nisbetle, bir nokta gibidir. Bu yüzdendir ki Cenâb-ı Bârî: Yerime, göğüme sığmadım; mü'min kulumun kalbine sığdım buyurmuştur.
  • Kalblerin vüs'ati birdir. Lâkin kalblerdeki mârifetin vüs'ati bir değildir.
  • Eğer yârânımın ayıplarına bakarsam, yârsız kalırım. Zirâ ayıpsız dost yoktur. İyileri herkes sever. Hüner, kötülerle dostluk oyununu kazanmadadır.
  • Velî olan kimse Hakk'ın inâyeti ile, her türlü beşerî âfetlerden mâsun*dur. Nefsi kendisine galebe çalamaz. Hasbel-beşer vel-kader bir kusur işlese ve hemen arkasından tövbe etse, Hak Teâlâ kabul eder ve bağışlar.
  • Velîden zuhur eden keşif ve kerâmetlere iltifat edilmez; ancak itimat edilir.
  • İstikâmet, bin kerâmetten hayırlıdır.
  • Yatırların ruhuna hediye edilen duâ ve niyâzlarda büyük ecir ve iltifat vardır. Zira evliyâ ervâhı, daima medetkârdır.
  • Seyr-i Sülûk'dan maksat, mârifet-i ilâhiyye ve Rızâullah'dır. Rızâ ve takvâ ile Mevlâ'ya varmaktır.
  • Velî şu kimsedir ki; mahviyyette ola, yüzü görülünce sevgi telkîn ede, söz ve sohbetinde meziyetlerinden bahsetmeye! Özet olarak bir velî, bütün güzel ve iyi şeylerin sembolü ola!
  • Ey imân edenler! Allah'a imân ediniz! mealindeki âyetle, her göz açıp kapamada bu tabiî vücûdun inkârına işaret ediyoruz. Sen o ibâdete gerçekten lâyık olan Allah'ı ispat et!
  • Kalb balık, zikir de sudur. Kalbi, daimâ zikirle yaşatmalıdır.
  • Velîlerin isteği, Allah'ın istediğinden başka bir şey değildir.
  • İbâdet on kısımdır; dokuzu helâl rızıktır. Bu zamanda ekincilik ile bağbanlık, ticaretten sonra helâle en yakın rızıktır.

Kaynakça

değiştir

[1] Abdullah Dehlevî, Mekâtîb-i Şerîfe, s. 232, no: 119.

[2] Reşahât, s. 126.

[3] Reşahât, s. 130.

[4] Muhammed Bâkır, a.g.e, s. 62.

[5] Muhammed Bâkır, a.g.e, s. 78.

[6] Muhammed Bâkır, a.g.e, s. 68.

[7] Yâkub Çerhî, a.g.e, s. 104.

[8] Yâkub Çerhî, a.g.e, s. 97.

[9] İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât, II, 200, no: 272.

[10] Enîsü’t-Tâlibîn, s. 72.

[11] Enîsü’t-Tâlibîn, s. 78.

[12] Pârsâ, Sohbetler, s. 36.

[13] Pârsâ, Sohbetler, s. 49.

[14] Heyet, Evliyâlar Ansiklopedisi, III, 445.

[15] Yâkub Çerhî, a.g.e, s. 115.

[16] Enîsü’t-Tâlibîn, s. 90.

[17] Enîsü’t-Tâlibîn, s. 97.

[18] Enîsü’t-Tâlibîn, s. 67.

[19] Reşahât, s. 165.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları