Ali Demirsoy

Türk biyolog
Ali Demirsoy
Türk biyolog.
Doğum tarihi 1945
Doğum yeri Erzincan, Türkiye
Ölüm tarihi Yaşıyor
Vikipedi maddesi
Vikiveri öğesi

Ali Demirsoy (d. 1945, Erzincan), Türk biyolog.

Sözleri değiştir

  • Benim evrimsel bir mantığa ve düşünce yapısına sahip olmamı sağlayan babamdır. Annem de babam da namaz kılardı ama babam liseye kadar benim dini eğitim almama izin vermedi. Kuyumcuydu, köylüydü ama iyi bir düşünürdü. Ters bir fikrin de doğru olabileceği fikrini bana aşıladı babam. Dini dogmalara eleştirel gözle bakarak büyüdüm. Zooloji, biyoloji tahsili yapınca da dama taşlarını yerlerine oturtmaya başladım. Bütün çabam bu tabuyu başkalarına da gösterebilmek.[1]
  • Bir insan yedi yaşına kadar dogmatik düşüncelerle doldurulmuşsa ondan sonra insan beynini açmak çok zor. Bu nedenle çocuk eğitimi çok önemli. Günahlarla, sevaplarla, cinlerle, perilerle yedi yaşına gelmiş birinin düşünce sistemini değiştiremezsiniz, ancak bilgisini artırabilirsiniz.[1]
  • Biyolojik sistemlerin aslında çok akılsızca tasarlandığını vurgulamak istiyorum ve soruyorum: Nasıl bir tasarım olsaydı normal veya akılsız tasarım olacaktı? İnsan çok akıllı bir tasarımın ürünü değil. Bugün genetik olarak ismi konmuş 9.000 çeşit hastalık var. Bir fabrika düşünün ki 9.000 çeşit hatayla üretim yapıyor. Bunun yanı sıra prostat, apandisit, yirmilik diş gibi bazı yanlış oturtmalar var. Sonra erkekler neden sünnetli doğmuyor? 2.000 yıldan beri en az on milyon çocuğun enfeksiyon yüzünden öldüğünü söyleyebiliriz. Tanrısal bir tasarım, sünnetli dünyaya getirerek bu kadar suçsuz insanın ölmesini önleyebilirdi. Başka bir örnek de kaslarımız. Boyları kemiklerimizin boyuna uygun olmadığı için vücudumuzda ağrılar oluyor. Her şeyi bir yana bırakın doktorluk diye bir meslek var. Doktorluk hasarlı tasarımı ortadan kaldırma mesleğidir.[1]
  • (...) bu kadar insan neden doğanın mükemmel bir düzen içinde işlediğine inanıyor? İlk olarak empati yoksunluğundan. Çünkü başkasının kusuru, eksikliği ve derdi onu ilgilendirmiyor.
    Bu kadar kusuru görmezlikten geliyor. Ancak en önemlisi normalin ve anormalin ne olduğunu tam bilmiyor. Örneğin deniyor ki; ‘Bak ne güzel yiyecekler verilmiş’. Ne verilseydi aynı şeyi söyleyecektiniz. Başkasını bilmiyorsunuz ki? Ne güzel renkleri görüyoruz diyorsunuz. Başka renkleri tanımıyorsunuz ki bu yargıya varıyorsunuz. Gördüğümüz renkler ışık bandının yüzde biri bile değil. Akıllı bir tasarım olsaydı biz çok daha zengin renkleri görecektik.
    Ancak bir evrimci bizim sadece 3 rengi neden görebildiğimizi biliyor. Görme pigmentlerinin oluştuğu dönemde güneş ışınlarının en yoğun mavi, yeşil, kırmızı bantlarda yeryüzüne ulaştığını bu nedenle böyle bir tasarımla yetindiğini biliyor. Eğer bu dönemde X, alfa, beta ışınlarıyla da karşılaşmış olsaydık onları da tanıyacak sistemi geliştirebilirdik. Bugün çoğu ortamda ortaya çıkan radyasyonu önceden görebilirdik ya da onlara dayanıklı bir kalıtsal molekül geliştirebilirdik.[2]
  • Bugün hangi çocuk doktoruna giderseniz gidin çocuğa bakmadan D vitamini de içeren bir ilaç yazıyor. Bunu muhakkak almalısınız diyor. Burada birisi yanılıyor ya doktor ya da doğaüstü güç. Çünkü akıllı tasarım olsaydı, ana sütü ile birlikte bu maddeler de verilmiş olurdu.
    Ancak bir evrimciye sorarsanız; insan güneş ışığının çok yoğun olduğu Doğu Afrika’da evrimleştiğinden D vitamininin oluşması için ek bir kaynağa ihtiyaç duyulmamıştı. Ne zaman ki kuzeye yayıldı, eksiklik ortaya çıktı. Demek ki bir enlemden başka bir enleme geçince akıllı tasarım akılsız tasarım haline dönüşmüş.[2]
  • Çok boyutlu düşünebilmek için dogmatik düşünceleri bir kenara bırakmak gerek. Ama şunu söyleyeyim: Eğer biz değişmeye açık bir toplum olsaydık, kesinlikle Schröder ülkemize “Türkiye’ye girebilmek için” gelecekti.[1]
  • Değişmez dini kuralları yaşam tarzı olarak kabul eden toplumlar çoğunlukla merak duygularını bastırır. Çocukken anne babamıza, “Tanrı var mı yok mu” diye sorduğumuzda ya bize vurmuş ya ağzımızı kapatmışlardır. Eğer bir çocuk, daha o çağda bazı şeylerin yasak olduğu için düşünülmemesi gerektiğine alıştırılmış ise o çocuğun artık ileride bir doğabilimci olarak yetişmesi mümkün değildir. Değişmez inanç kurallarını ilke kabul eden bir düşünceyle bilim yan yana yürüyemez.[1]
  • En çok sevilen ya da değerli şey özene bezene tasarlanır ve dikkatle imal edilir. İnsan Tanrı gözünde en değerli varlık olmasına karşın en çok defekti (bozukluğu) olan tür gibi görünüyor. Şimdilik insan soyunda adı konmuş 9000 çeşit kalıtsal hastalığın olduğu bilinmektedir.
    Bir fabrika düşünün ki 9000 çeşit bozukluğu olan bir ürün imal ediyorsunuz ve buna da akıllı tasarım diyorsunuz. Ya akıllılığı bilmiyorsunuz ya da tasarım ne demektir onu bilmiyorsunuz. Sıkıştığınızda takdiri ilahi diyorsunuz.
    Bütün bunları görebilmek belirli bir sezinlemeyi, bilgiyi ve en önemlisi yargılamayı gerektirir. İnsan doğası gereği benmerkezli (antroposentrik) olduğu için her şeyi kendi çıkarı açısından değerlendirir.
    Ben yaşıyorsam ve özellikle de iyi yaşıyorsam bu çok iyi kurulmuş tanrısal bir düzenin sonucunda olmaktadır. Ancak henüz erginliğe ulaşamadan ölen kardeşlerim için böyle bir yargı geçerli değildir. Benim çocuklarımın eli yüzü düzgün ise bu Tanrısal bir tasarımın sonucudur ancak komşunun bütün aileyi sıkıntıya sokan sakat doğmuş çocuğu ‘Tanrı’nın benim halime şükretmem için yapmış olduğu bir düzenlemedir’. Tanrısal tasarımda acaba bencillik ve narsistlik bir ön koşul mudur?[2]
  • Tam 400 yıl o bölgeye hâkim olmasına rağmen, Osmanlı’da Mısır’daki piramitlere dair yazılmış tek bir sayfa yok. Bir adam gönderip 150 adım boyu, 50 adım eni dememişler. 10.000 aileden birinde şecere vardır. Sokakta bir adama dedesinin babasının adını sorsanız söyleyemez. Dedesinin babasının adını merak etmeyen insanlardan oluşan bir toplum, dinozorların kökeni konusunda tanrısal kavramlara dayanarak fikir beyan ediyor![1]
  • Eğer akıllı tasarım olsaydı, akıllı tasarımcılar olmayacaktı.
  • Hiçbir ülke ya da toplum durup dururken batağa saplanmaz. Onu hazırlayan nedenler vardır. Zaman içinde anlayanlar toparlanabilir; anlayamayanlar da yok olur gider.
  • Geçmişimde ülkemin yaşadıklarından zaman zaman şikâyet ederdim. Korkarım ki çocuklarım ve torunlarım bırakın şikâyeti, güvenli ve aydınlık bir çevrede yaşamayı bile çok arayacaklar…
  • Bir görme özürlünün çeşitli yöntemlerle görmesi sağlanabilir; ancak iki eliyle gözünü ısrarla kapatmayı sürdüren bir kişiyi ya da toplumu körlükten kurtaramazsınız.
  • Aklen kazanılan bilgiler insanı yüceltir; naklen kazanılanlar ise köreltir.  
  • Neden hocası, papazı, hahamı vs.i olmuştur. Aklın önüne set çekerek, insanı sömürebilmek için…
  • Tercih sizin: Ya sömürü düzeniyle çatışmayı göz alamayarak anlamadan –ot gibi- yaşarsınız ya da tehditleri göğüsleyerek bu yaşamı anlayarak derinliğine yaşarsınız.
  • Gençlerini doğru eğitemeyen ve onların zamanını heba edenler, bulundukları toplumu çıkmaza sürükleyenlerdir.
  • Tükenmiş bir devri bir kültürü yaşatacağız safsatası ile tekrar eğitim tezgahına koymak aptallık değilse ihanettir.
  • Elinizi vicdanınıza koyun, bu ülkede Fars ya da Arap mimar, sanatkâr tarafından yapılmıştır diye bir sanat eserini göndünüz mü?
  • Değişmez inanç kurallarını ilke kabul eden bir düşünceyle bilim yan yana yürüyemez. Türk toplumu giderek evrim düşüncesinden uzaklaşıyor.
  • Doğaya yabancı olan bir topluluktan evrime katkı beklemek söz konusu olamaz.
  • Bir insan 7 yaşında cinlerle, perilerle, günahlarla, sevaplarla, dogmatik düşüncelerle doldurulursa ondan sonra beynini açamazsınız. Anca bilgisini artırırsınız, düşünce sistemini değiştiremezsiniz.
  • Kuran yaratılışla ilgili bütün bilgileri Tevrat’tan almıştır. Tevrat da Sümer mitolojisinden esinlenmiştir. Aradaki çelişkiyi halka açıklamadığınız sürece evrim kavramını hiçbir surette yerleştiremezsiniz. Bunu yapamayınca da toplumun değişikliklere uyumunu sağlayamazsınız.
  • Topluma dogmatik düşünceler hâkim oldukça durumun değişmesi zor gözüküyor.
  • Ben,  olarak 30 ülkeye 600 yıl egemen olmuş Osmanlıda biyoloji alanında belki daha geniş anlamda doğa bilimlerinde yazılmış olan tüm bilimsel kitaplardan daha fazlasını yazmış birisiyim. Hem de çok daha bilimsel, ayrıntılı ve Öztürk’çe bir dille.
  • Sadece İslam’ı değil, Hıristiyanlığı ve bütün yaratılış kuramının anasını oluşturan Tevrat’ı da kastediyorum. Kuran yaratılışla ilgili bütün bilgileri Tevrat’tan almıştır. Tevrat da Sümer mitolojisinden esinlenmiştir.
  • Değişmez dini kuralları yaşam tarzı olarak kabul eden toplumlar çoğunlukla merak duygularını bastırır. Çocukken anne babamıza, “Tanrı var mı yok mu” diye sorduğumuzda ya bize vurmuş ya ağzımızı kapatmışlardır.
  • İnsan çok akıllı bir tasarımın ürünü değil. Bugün genetik olarak ismi konmuş 9.000 çeşit hastalık var. Bir fabrika düşünün ki 9.000 çeşit hatayla üretim yapıyor.  Kilisenin yaptığı hataları şimdi bizimkiler tekrar ediyor...
  • Eğer bir çocuk, daha o çağda bazı şeylerin yasak olduğu için düşünülmemesi gerektiğine alıştırılmış ise o çocuğun artık ileride bir doğabilimci olarak yetişmesi mümkün değildir.
  • Bir insan yedi yaşına kadar dogmatik düşüncelerle doldurulmuşsa ondan sonra insan beynini açmak çok zor.
  • Türk insanının evrimi algılayabilmesi için en azından geçmişteki ve bugünkü doğal varlıklarıyla yakın ilişki içinde olması lazım. Biz diyoruz ki; 10.000 tane bitkimiz, 50-80.000 arasında hayvanımız var. İsim koyduğumuz bitki sayısı 300, hayvan sayısı ise 400 civarında. Bunlar da günlük olarak yediğimiz, kullandığımız canlılar. Doğru dürüst bir doğa müzesi kuramamışız. Son zamanlarda yapılanlar hariç kataloglandırılmış bir şeyimiz yok. Bu kadar doğaya yabancı olan bir topluluktan evrime katkı beklemek söz konusu olamaz.
  • Tam 400 yıl o bölgeye hâkim olmasına rağmen, Osmanlı’da Mısır’daki piramitlere dair yazılmış tek bir sayfa yok. Bir adam gönderip 150 adım boyu, 50 adım eni dememişler. 10.000 aileden birinde şecere vardır. Sokakta bir adama dedesinin babasının adını sorsanız söyleyemez. Dedesinin babasının adını merak etmeyen insanlardan oluşan bir toplum, dinozorların kökeni konusunda tanrısal kavramlara dayanarak fikir beyan ediyor!
  • Çok boyutlu düşünebilmek için dogmatik düşünceleri bir kenara bırakmak gerek. Ama şunu söyleyeyim: Eğer biz değişmeye açık bir toplum olsaydık, kesinlikle Schröder ülkemize “Türkiye’ye girebilmek için” gelecekti.
  • Biyolojik sistemlerin aslında çok akılsızca tasarlandığını vurgulamak istiyorum ve soruyorum: Nasıl bir tasarım olsaydı normal veya akılsız tasarım olacaktı? İnsan çok akıllı bir tasarımın ürünü değil. Bugün genetik olarak ismi konmuş 9.000 çeşit hastalık var. Bir fabrika düşünün ki 9.000 çeşit HATAYLA üretim yapıyor. Bunun yanı sıra prostat, apandisit, yirmilik diş gibi bazı yanlış oturtmalar var. Sonra erkekler neden sünnetli doğmuyor? 2.000 yıldan beri en az on milyon çocuğun enfeksiyon yüzünden öldüğünü söyleyebiliriz. Tanrısal bir tasarım, sünnetli dünyaya getirerek bu kadar suçsuz insanın ölmesini önleyebilirdi. Başka bir örnek de kaslarımız. Boyları kemiklerimizin boyuna uygun olmadığı için vücudumuzda ağrılar oluyor. Her şeyi bir yana bırakın doktorluk diye bir meslek var. Doktorluk HASARLI TASARIMI ortadan kaldırma mesleğidir.
  • Dindarların melanetlerini izleyerek göstermelik bağlandığı dininden; demokrasi havarisi geçinenlerin, işlerine gelmediği zaman ne kadar acımasız olduğunu görerek demokrasiden soğur. Dindar geçinir, dinin gereklerini yapmamaya başlar; demokrat geçinir, çağdışı davranışları ve görünümleri erdem zanneder. Evrensel tanımlara ulaşamadığı için, dini aklına geldiği gibi yorumlar; yapamazsa bu yorumu yapanların peşine takılarak cemaatin bir üyesi olur.
  • Osmanlı aslında Müslümanlığı geriye götüren, bağnazlık çukuruna sokan El Gazali’nin ve her türlü dalaverenin kaynağını oluşturan Emevilerin düşüncesinin sürdürülmesinden başka bir şey yapmamıştır. Sürekli Arap kültürünü Türk Kültürünün üstüne örtmeye çalışanların, Osmanlıyı gündeme getirmesi de kökleri derinlerde olan bu körü körüne bağlanmanın sonucudur.
  • Bir ülkede yapılan her türlü yanlışın ya da ihanetin önlenme şansı olabilir. Ancak eğitimde atılan yanlış bir adımın sonuçlarını ortadan kaldırma yüzyıllar alır. Bu coğrafyanın bu ülkeye çok ihtiyacı var; bu coğrafyaya kötülük etmeyin derim.
  • Türkiye’deki mantık arasında çok büyük fark var. 1.400 yıldır dini kuralları hiçbir reforma tabi tutmadan kabul eden bir toplumda, evrimi batı mantığıyla kitlelere anlatmaya çalışırsanız başarılı olamazsınız. Yaratılış kuramı, tanrısal kelam olarak toplumu etkisi altına almış vaziyette. Nitekim üniversitelerde yapılan bir araştırmaya göre; öğrencilerin yüzde 70’i evrime inanmıyor, yüzde 20’si yetersiz buluyor; ancak yüzde beşi inanıyor.
  • Türk toplumunun evrime bakışı diye bir bakış zaten söz konusu değil. Yüzde bir-iki adamın evrim kuramını sindirmesi veya biraz anlaması, toplumun da anladığı anlamına gelmez. Türk toplumu evrim kavramına yabancıdır.
  • Amerika’nın şu anki konumu köktendincileri tetikleyen ve kışkırtan bir yapıya sahip. Kalvenist Kilise’nin aldığı kararlar çok etkili. İsa’nın Tanrı olduğuna inanmayanların öldürülmesinin insanlık suçu olmadığını söylüyorlar. Bu durumda Irak’taki insanların öldürülmesi insanlık suçu olmuyor. Köktendinciliğe bu kadar önem veren bir egemen gücün elindeki bir dünyada Türkiye’nin yolunu bulmasında da birtakım zorluklar olabilir.
  • Benim evrimsel bir mantığa ve düşünce yapısına sahip olmamı sağlayan babamdır. Annem de babam da namaz kılardı ama babam liseye kadar benim dini eğitim almama izin vermedi. Kuyumcuydu, köylüydü ama iyi bir düşünürdü. Ters bir fikrin de doğru olabileceği fikrini bana aşıladı babam. Dini dogmalara eleştirel gözle bakarak büyüdüm. Zooloji, biyoloji tahsili yapınca da dama taşlarını yerlerine oturtmaya başladım. Bütün çabam bu tabuyu başkalarına da gösterebilmek.
  • Anlayamamanın sonuçları ürkütücüdür. Hatalı ev yapar ya da evini fayın üzerine kurar, depremde ya da kendi kendine yıkılır; bunu kadınların çıplak gezmesine bağlar. Dereye ev yapar selden gider, felaket olarak algılar; takdiri ilahi olarak tanımlar. Yakın akrabası ile evlenir, özürlü çocuğunu, günahından dolayı Tanrının bir cezalandırması olarak algılar. Doğal olayların hemen hepsini felaket olarak niteler. Kendi kusurunu anlayamaz; anlayamadığı için nedeni araştırmaz; araştırmayınca eksikliği giderecek yolu bulamaz. Takdiri ilahi ile- bela arasında debelenip durur. Kendini değiştirecek hiçbir zahmette bulunmaz; kitap okumaz, kurslara gitmez, beceri geliştirecek işlerle ilgilenmez; para bulursa hacca gider, kurban keser; bilimsel araştırmalara ‘benim kafam basmaz” diyerek destek olmaz, kaynak ayırmaz. Ülkemizin bazı illerinde sık sık söylendiği gibi, argo bir şekilde şu cümleyle düşüncesini dile getirir: Fazla bilgi delikanlıyı bozar.
  • İnsan, özellikle çocuk duyu organlarının tümü, çevreyi tanımayı, neden sonuç ilişkisini öğrenmeyi, dünyanın neresine giderseniz gidin başka bir insanla anlaşacak, tartışacak; ona bir şeyler verecek, bir şeyler alacak şekilde evrimleşmeyi öngörmüştür. Bu kanallar eğitimsizlikten ya da zorbalıkla ya da yobazlıktan dolayı kapatıldığı oranda kişinin çevreyle bağlantısı zayıflar ya da kesilir. Bu nedenle dogmatikler yeni ortamlarda kendilerini hep huzursuz olarak görür; kendi gibi olmayanları da tehdit algılar.
  • Konuşmaya her çıkan Osmanlı kültüründen dem vuruyor ve onun yaşatılmasının önemine değiniyor. İnsanlar nasıl oluyor da bu kadar kör oluyor; anlamak mümkün değil. Bu insanlara sormak gerekiyor: Ey gafil, Osmanlı İmparatorluğu döneminde yaratılmış ya da bulunmuş ya da keşfedilerek insanlığın emrine sunulmuş herhangi özgün bir alet, edevat, malzemeyi kullanıyor musunuz? Osmanlıda yazılmış bir öykü kitabını, romanı, bilimsel bir kitabı, okudunuz mu; çocuklarınıza önerdiniz mi? Okula giden çocuklarınıza her hangi bir şeyi, bunu da Osmanlılar bularak insanlığı hediye etti diyebildiniz mi? Birkaç sıra dışı insan hariç, Osmanlıdan bir heykeli ya da heykeltıraşı, resmi ya da ressamı, yeni bir yapı tarzını ya da mimarı; her insanın huşu içinde dinleyeceği bir müzik parçasını ya da müzisyeni, bir aleti ya da bir keşfi ya da kâşifi; insanlığa yön veren bir felsefeciyi (çıkmış olanları da Osmanlı kafasını kesmiştir); başka toplumlara yön veren bir düşünürü söyleyebilir misiniz? Bunu yazdığımda, birçok insanın aynaya bakarak gerçek yüzümüzü göreceğini, geçmişi yeniden kurgulayamayacağı için, bu hiçlikten kurtulabilmek için, birkaç uç örneği bilime katkı yapmışız sanısı ile bana ileteceğini de tahmin ediyorum. Bir İmparatorluk, bugünkü 30 ülkeye 600 yıl boyunca egemen olmuş; ancak dünya mirasına önemli bir katkıda bulunmamış.
  • Osmanlıca diye bir dil yoktur. Osmanlıca, Türkmenlerin Anadolu’ya gelirken yanlarında getirdikleri Türkçe gramer ve kelimeler ile yolda edindikleri Farsça ve daha sonra dini eğilimleri nedeniyle edindikleri Arapça kelimelerin, Arapça alfabesi ile yazılmasıdır. Osmanlıda bir kelime ararken, o kelimenin kökünü ya Türkçe ya Farsça ya da Arapça bir sözlükte aramaya başlarız. En geri zekâlıların bile anlayacağı bir biçimde Osmanlıcayı tariflersek, Osmanlıca topluma bir dildir ve dünya dillerinin bir ögesi değildir.
  • Ortadoğu yaşam ve düşünce tarzını bu toplumda yaygınlaştırmak için bu kültürün dilini ve yazısını yaygınlaştırmayı bu açıdan bakınca onların açısından bakınca akıllıca görmek gerekiyor. Din dersinin okullarda yaygınlaştırılması, diyanete 7-8 bakanlığın bütçesi kadar kaynak ayrılması, her köşe başına bir cami yapılması, dini eğitim gören kişilerin öncelikle bir yerlere atanması, türbanın bir çeşit kutsallaştırılması ve siyasi simge yapılması, aslında bu projenin temel öğelerini oluşturmuştu; buna Osmanlıcanın yaygın öğretilmesinin eklenmesini niye yadırgıyoruz ki? Özlem duyduğumuz Arap kültürüne başka nasıl ulaşabiliriz ki? Diyelim ki Osmanlıcayı öğrettik, bu dili kiminle konuşacaklar? Araplar ve Farslar için yetersiz, bugünkü öz Türkçe için ise neredeyse yabancı bir dil gibi uzak duracak.
  • Dünyamız yakında, yaratıcı, özgür düşünen, dogmadan uzak, temel bilimlerin kurallarını içine sindirmiş, evrensel bilimi içselleştirmiş çocukların dünyası olacaktır. Bunun için izlenecek yol da bellidir. Siz bu çocukların değerli zamanlarından çalıp, din bilgisi altında dogma öğretirseniz, ölmüş kültür ve dilleri eğitimin bir parçası yapmaya kalkışırsanız, namaz başı öğrenmeyi, fizik, kimya, biyoloji, jeoloji derslerinin önüne koymaya kalkışırsanız, bu coğrafyanın insanını aynen göklere çıkardığınız, bilimde ve sanatta hiçbir iz bırakmayan Osmanlı gibi tarihin karanlık sayfalarına gömersiniz.
  • Körü körüne inanma utanma duygusunu da siliyor…  
  • Aydın, düşüncesini satmayan kişidir.
  • Analitik düşünemeyen hiçbir ülkenin geleceği aydınlık değildir.  
  • Doğru siyaset, doğruyu görme ve söyleme erdemidir.
  • Temiz siyasetin olmadığı ülke batar: Aday ülke Türkiye!
  • Model olmayanlar model insan yetiştiremezler.
  • En kötü kandırma insanın kendisini kandırmasıdır…
  • Neyleyim sarayı neyleyim köşkü Sokağında gezen doğru dürüst insanım yoksa!
  • Aydın, geleceği görerek önlemini alan insanın tanımıdır…
  • Türkiye muz cumhuriyeti değildir. Kendi doğruları ve ilkeleri vardır.
  • Yorumun bittiği yerde icazet başladığı için bu toplum er ya da geç çatlar.
  • Toplumsal aydınlanma dogmanın dışlanmasıyla kazanılabilir. Dolayısıyla daha uzun yıllar bekleyeceğiz gibi görünüyor.
  • Artık anlayalım, Osmanlı öldü; genç Türkiye cumhuriyetini yaşatmaya ve geliştirmeye çalışalım. Aslında Osmanlı, Türk Kültürü ve halkı için çok daha önce ölmüştü.
  • Hiçbir ülke ya da toplum durup dururken batağa saplanmaz. Onu hazırlayan nedenler vardır. Zaman içinde anlayanlar toparlanabilir; anlayamayanlar da yok olur gider.
  • Ustalardan ustalığı öğrenemezsen, kendini yeni gelişmelere bakarak güncelleyemezsen, boynunu takılan ipin de farkına varamazsın…
  • Tarihte afyon yutturarak, sihirbazlık oyunları yaparak, şifa dağıttığını ileri sürerek, cennetten yer satarak yapanlar da olmuştur.
  • Dünyanın tüm ülkelerini bilmem; ancak bildiklerim içinde çocuklarını bu kadar haince ve bilinçsizce ticari emtia yapan bir ülke görmedim diyebilirim.
  • Devletin en önemli görevi olan eğitim ticari meta haline getirilmiştir. Burada sosyal devletin niteliği ve Türkiye eğitiminin acıklı durumu ortaya çıkmış oluyor.
  • Sosyal devlet gitmiş, alavere dalavere ile geleceğini arayan bir devlete dönüşmüştür. Eğitiminizi ticarete döktüğünüzde tüm değerlerinizin ticarete alet edilmesinin kapısı açılmış demektir.
  • FETÖ şimdilik bu ülkenin deşifre edilmiş terör örgütü; onlarcası cemaat adı altında sinsi sinsi devam ediyor olmalı.
  • Orta Doğu dilim dilim kesildi. Politik oyunlarla, din sömürüsü ile mezhep kışkırtması ile çatışmalar ve savaşlar tetiklendikçe tetiklendi. Bu coğrafya yangın yerine döndürüldü.
  • Unutmalıyım! Bu coğrafyanın ve Müslüman ülkelerin kurtuluşu sadece ve sadece Türkiye Cumhuriyet Devriminin ve Atatürk düşüncesinin bu ülkelere de yayılması ile mümkündür.
  • Örtülü ödeneği olan günah çıkaramaz. Hiçbir hükümet bu nedenle biz aldatıldık, farkına varmadık, yanıldık gibi kahve ağzıyla günah çıkaramaz. O zaman halka örtülü ödeneği ne için alıyorsun diye sorma hakkı doğar?
  • İşlev bakımından bir devletin şu dört ana işlevinin olduğunda fikir birliğindedir.
  • 1. Güvenliği sağlama
  • 2. Adaleti sağlama
  • 3. Sağlığı sağlama
  • 4. Eğitimi sağlama. Bir ülkenin geleceği yaptığı eğitim ile ilgilidir.
  • Parası ile rezil olan bir millet derseniz kimi gösterirsiniz? Her şeyi paraya tahvil etmeye kalkışmış , eğitimini bile ticari meta haline çevirmiş, gençliğini yem olarak birilerinin önüne atan bir devlettir derim. Bilmem bu devlet size tanıdık geliyor mu?  Yoğun din eğitimi verilip de dünyada barışı, kardeşliği bilimsel atılımı, huzuru, yalancılığı, dolandırıcılığı, soysuzluğu önlemiş bir tek örneğiniz var mı? Nasıl oluyor da dünyada din eğitiminin yoğun verildiği coğrafyalar ile yobazlık, hırsızlık, dolandırıcılık; yalananın, kavganın, tecavüzün, her türlü melanetin yoğun olduğu haritalar üst üste çakışıyor. Kör müsünüz?
  • Anadolu’da cübbeli, cübbesiz hocalar, şeyhler, dini liderler, dini söylemleri ağzından bırakmayan eşraf, siyasetçi, bürokrat, halkı şu ya da bu şekilde istekleri yönünde güdümlemiş; yerine göre soyup soğana çevirmişlerdir.
  • Son zamanlarda televizyonlarda Osmanlıca tartışmaları ile sahneye çıkan insanların konuşmalarını dikkatle izliyorum. Bir ülkenin aydın, eğitimci, bilgin olarak sanılan insanları bu kadar cahil ve bilgisiz nasıl oluyor?
  • Unutmamak gerekiyor ki, en önemli model eğiticiler, akşam sabah televizyonlara çıkıp uzun uzun konuşan politikacılarımızdır. Kin, nefret, hakaret, küfür ile haklı olduğuna inandırmaya çalışan bu zevat, yetişmekte olan gençlerin zihinlerinde çatışma kültürünün en kötü tarzını aşılamaktadırlar.
  • Eğitim bir ülke için her şeydir. Demokrasiyi anlamada ve uygulamada, savunmada, üretimde, adalette, kültürde, sanatta eğitim esastır. Yoksunluğu, terör, kaos, karmaşa, sürtüşme, çatışma; hukuksuzluk, rüşvet, hırsızlık, arsızlık ve “oy tüccarlığı ile elde edilen oyları milli irade tecellisi hanesine yazarak” demokrasi çarpıtmalarıdır.
  • Kişi kandırılabilir; devlet kandırılamaz. Çünkü elinde istihbaratı; danışacağı insanlar ve haber almak-izlemek için her türlü araç gereç ve yasal yetkisi vardır. Cemaatin bu meczubuna “artık özledik, seni bekliyoruz; ülkene dön” diyen siyasi erkân hala sırıtarak ekran ekran geziyor. Belli ki körü körüne inanma utanma duygusunu da siliyor…
  • Bir kapının önünde yatarak beslenmeye alışmışlar, yediği yemeğin kökenini ve doğuracağı maliyeti hesaplamayı hiçbir zaman düşünmezler; onların tek görevi çıkarları sürsün diye sahiplerini koşulsuz korumadır.
  • Biz hiçbir kimlik ayırımına dayanmadan, hiçbir ülkeyi hasım olarak görmeden, cumhuriyetimizin ilk dönemlerinde olduğu gibi ülkemizde ve dünyada barışı içinde yaşamak istiyoruz.
  • Analar ağlamasın dedikçe, anamız ağlamaya başladı…
  • Ana, hava gibidir; alamadığınız zaman farkına varırsınız. Ananız yaşıyorsa – şu andaki fiziki durumu ne olursa olsun – hala arkanızda bir güçtür. Lütfen onlara olması gibi davranın.
  • CHP geçmişte de bugün de gelecekte de Türkiye Cumhuriyetinin amiral gemisi olması gereken, Atatürk Devrimlerinin bekçisi olması gereken, laik, sosyal, halkçı, milliyetçi ve devrimci olması gereken bir parti olmalıdır, öyle de olacaktır. Bu kimlik geçici olarak askıya alınmış olsa da er ya da geç sahibine teslim edilecektir.
  • Din kisvesine bürünmüş organize işlerdir bunlar… Bu aşamaya gelindiğinde hiç kimse şefin hata yapıp yapmadığına bakmaz, onda keramet aramayı marifet bilir. Onsuz dünyanın dönmeyeceğine inanır. Bir defa bu batağa saplandığında, görüş açısı daraldığı için olup biteni de doğru değerlendiremez. Değerlendiremeyince, şefinin kusurlarını düzeltme yerine, onda keramet aramaya başlar; tek amacı suçlamalar ne olursa olsun biat ettiği kişiyi koruma olur. Bu korumada ahlaki değerleri, dini söylemleri, yasal yorumları istediği gibi yapmayı marifet bilir. Peşine takıldığı kişinin son söylediği onun için yasadır; liderinin daha önce söyledikleri ile son davranışları çelişse dahi, onu anımsamamayı, çıkarları için onları görmemezlikten gelmeyi; hatta hedefe varmak için her türlü ahlak ve yasadışı yolların kullanılmasını mubah görür ve bütün bunları da işbilirlik sıfatı ile taçlandırır.
  • Bir ülkenin geleceği yaptığı eğitim ile ilgilidir.
  • Ben size açık açık söyleyeyim, bu coğrafyanın yakın bir zamanda huzura kavuşacağını, akan kanın durulacağını, her biri insanlık tarihinin en iğrenç suçu olabilecek olayların sonlanacağını boşuna düşünmeyin. Çocuklarımız korkarım ki bu kan bataklığının içinde yaşamaya çalışacaktır. Bu coğrafya en katı ve kanlı bölünmesini dini inançlarında gösterir. Kendimizi ve başkalarını kandırmaktan vaz geçelim. Çok fazla zamanımız kalmadığı söylenebilir. Bu coğrafya da kendi Ortaçağına son vermek zorundadır.
  • Bu ülkede gerçekten diplomat yetişmiyor mu? Yetişiyor da sesini mi duyuramıyor? Ne olur? Bana yardım edin; aklımdan kuşku duymaya başladım. Acaba ben mi yanlış düşünüyorum? Yaşım nedeniyle olup bitenleri artık anlayamıyor muyum? Bugün söylediğini yarın söylemedim diyen, yapan şerefsizdir deyip daha sonra yaptımsa yaptım diyen, kol kola gezdiklerini, övdüklerini en ağır şekilde cezalandıran, hukuku farklı anlayan bir yönetimle nereye gidebiliriz?
  • Eğer acil önlem alınmaz ise, anlattıklarımız anlaşılmaz ise, bir kuşak sonra (şimdiden örneklerini her yerde görmeye başladık) bu coğrafyanın teröristleri, canileri, katilleri, uygarlık düşmanları bu topraklarda da yeşerecektir. Demedi demeyin…
  • Kökten dincilik ile demokrasinin birlikte yürümeyeceğini Avrupa yıllarca önce farkına vararak laiksizim geçip, dini olabildiğince siyasetten uzak tutarak bunu başardılar. Ancak başkalarının deneyiminden yararlanma akıl işi olduğu için bazı ülkeler bunu başaramadılar.
  • Din ile uygar devlet anlayışı bir araya gelmemesi gereken iki olgudur.
  • Her nedense din simsarlığı yapanlar hakkında her zaman yolsuzluk söylentileri gündeme gelmiştir. Her halde bir rastlantı olmalıdır diye düşünmek istiyorum. Din simsarlığını ve tüccarlığını ağzından düşürmeyen partilerimizin liderlerinin haklı ya da haksız hemen hepsinin bu ithamlarla karşı karşıya geldikleri; ancak hiç birinin yasal olarak değil siyaseten aklanma yoluyla temize çıkarılmalarına çalışıldığı bilinmektedir. Hukuk karşısında aklanmayan bir itham hiçbir zaman aklanmış sayılamaz.
  • Dünyanın neresinde olursa olsun, bir siyasetçi sürekli dinden ya da ırktan, ırkçı milliyetçilikten dem vuruyorsa orada insanların huzura kavuşması söz konusu olmamıştır; olmayacaktır da.
  • Gücün dinden ve ırkçılıktan alan hiçbir siyaset tarafsız olamaz, adil davranamaz; dolayısıyla özlenen demokrasiyi yerleştiremez. Çünkü taraftır…
  • Bir toplumu analitik, özverili, saygılı ve haklara saygılı düşünce yapısına ancak uzun yıllar ödünsüz, dogmadan uzak, bilimle yoğrulmuş sıkı bir eğitimle ulaştırabilirsiniz; kavgacı ve çıkarcı toplum yetiştirme en kolay yoldur.
  • Ne yazı ki, Türk toplumunda çıkarcılık, yalakalık, yasalara uymazlık, kavgacılık, şiddet, darp, karşısındakinin haklarına tecavüz, dolandırıcılık eylemlerinin hızla artmasını sadece endişe ile izlemekle yetiniyoruz.
  • Düşünmekten ve yorumlamaktan korkan toplum nereye gidebilir?
  • Din ve ırk şovenizmi ayrımcılığın tek kaynağıdır.
  • Bugünün bağnazlarını yarın kimse anmayacaktır; ansa da lanetle anacaktır.
  • Çıkarına göre yorum yapma insanlığa ihanettir.
  • Dünyada dogmayı yönetimine esas alan hiçbir huzurlu ve ahlakı değerleri yüksek ülke bilinmemektedir.
  • Dogmanın bataklığına saplanmış ülkelerin perişanlığını görmemek için kör olmak gerekiyor.
  • Dogma sizin dışınızda başka varlıklara sorumlu olduğunuzu, bilim ise insanın kendi vicdanına karşı sorumlu olduğunu öğretir. Dolayısıyla vicdanınızla sürekli baş başa olmanız nedeniyle ahlaksızlıklardan olabildiğince uzak kalmayı başarabilirsiniz. Dogma dışı öğretide günahın sevapla trampası yoktur.
  • Ne yazık ki ülkemiz de hızla bu kör döngünün, evrensel değerlerin göz ardı edildiği bir çekişme ve didişmenin içine girmektedir. Dogma ile doğanlar, dogma ile eğitilenler, yönlendirilenler, çok yakın zamanda doğduklarına pişman olacak durumlara düşebilirler.
  • Politikacılar din sömürüsü ile yola çıkmışlarsa ve geçmişlerinde açık ya da kapalı belirli cemaatlerin mensubu iseler ya da onların tezgâhından geçmişlerse, halkın inancını talan ve yalanlarına kılıf olarak kullanmaya başlamışlarsa, doğruyu bulma neredeyse olanaksız hale geçer.
  • Osmanlıdan bu yana aradan epeyi bir yıl geçti, Atatürk ve arkadaşları kul değil sadece bir vatandaş olmayı sağlayacak atılımların temellerini attı.
  • Ben size söyleyeyim, eğiteceğiniz bu çeteler bir gün namlularını bize çevirecekler. Ülkesine ihanet eden bir güruh bize neden ihanet etmesin?
  • Din ile ilgili ağızdan çıkan her söz bu coğrafyayı biraz daha parçalayacaktır. Bu coğrafyanın en büyük talihsizliği bu yönetimlerce idare edilmeleridir. Atatürk en çok ihtiyaç duyduğumuz bir dönemde bizi terk etti…
  • Yaratıcılığa inanmak dünyanın düzenini anlamayı önler.
  • Dilini çağdaş atılımlara ve yeniliklere parelel olarak geliştiremeyen her millet, er ya da geç, toplumsal kimliğini yitirir ve etkisi altında kaldığı dilin kültürünün egemenliği altına girer.
  • Toprağını koruyamayan bir devletin egemenlik hakkı er ya da geç tartışmaya açılır.
  • Evrimciler kusuru ve eksikliği kendinde arar; dogmatikler onu yukarı havale eder.
  • Bu yeni düzenlenen süreçte edinilen dini bilgilerin ve son olarak gündeme getirilen Osmanlıcanın bizim dışımızdaki toplumlarda kullanma şansı hiçbir zaman olmayacaktır. Yeni bir bilgi kazanılmasına da yardımcı olmayacaktır. Din simsarlarının ve Cumhuriyeti düşman olarak görenlerin önemli bir aracı olacaktır. Hele kininizi unutmayacaksınız diye başlayan bir söylemle bu yönlendirme tezgâha konmuş ise yazık olacak bu topluma.
  • Tarihte Ateist olup da kitlesel katliam yapan birinin adını vermek hemen hemen olanaksız; ancak din adına katliam yapanların sayısını kitaplar almaz.
  • Dili, coğrafyası, tarihi kökeni, ırkı farklı olan yaklaşık 50 küsur İslam ülkesinin ayrıcasız hepsinde hırsızlık, yalan, dolan, rüşvet, kadın ve çocuk istismarı, insan hakları ihlalleri, pislik, düzensizlik, saygısızlık, hukuksuzluk, ilkesizlik, sanat düşmanlığı, başka insanlarla birlikte yaşama durumunda uyumsuzluk en yaygındı ve bir anlamda ortak özellikti.
  • Orta Doğunun gerici-bağnaz-terörist Eşari kalıntısı gruplarıyla ilişkileri, batı dünyasının son kararını vermesine yardımcı olduğu izlenimi yaratmıştır. Model çökmüştü.
  • Kukla yöneticiler ile bırakın başka din ve inançları, kendi dinlerinin fraksiyonlarını bile düşman bilen ve boğaz boğaza savaşan, terörizme bulaşmış bir coğrafya ile karşı karşıyayız. Bu coğrafya başından beri çoğu dini tabanlı terörizmin yuvasıdır. Cumhurbaşkanımız Demirel’e bir gazeteci şu soruyu sormuştu: Bu coğrafyada ne zaman çatışma biter. Demirel: İbrahim Peygamberden beri süren çatışmanın yarın biteceğini mi sanıyorsunuz gibi bir yanıt vermişti.
  • Gün geçmiyor ki denizlerde birkaç yüz Müslüman boğulmuyor olsun. Dünya için Müslüman ölüsü tavuk ölüsü gibi görülmeye başlandı.
  • Hoşgörü yok, bilim yok, mantık yok. Bilimle din karşı karşıya geldiğinde; önce bilim adamının ağzı kapatılıyor. Herhangi bir bozukluğu görüp de uyaranın ağzı hemen kapatılıyor. İnançlarımızın aksayan yönlerini tartışmaya açmaktan şiddetle kaçınıyoruz. Yanlışlarımızı, eksikliklerimizi göremiyoruz; görsek de söyleyemiyoruz.
  • Özgürlük ve insan haklarını sözde benimsemişler; basına bakıyorsunuz satılık; doğruyu yazan yok gibi; halka bakıyorsunuz tapınaklardan çıkmıyor, zamanının çoğunu ibadetle geçiriyor; sanata düşmanlar; eğitim düzeyi düşük; bilime, ilime, sanata hiç mi hiç katkıları yok; sadece doğal gaz ve petrol gelirlerinden elde ettikleri dolarlar üzerinde magandaca yüzüyorlar. Halk, bunca gelire karşın fakir; terör, cinayet, gasp, irtikâp, yandaşlık, yalakalık, hukuksuzluk diz boyu.
  • İslami terör her yerde kol geziyor; eylem sırasında tekbir getirme, kelime-i şahadet getirme, yapılanların İslam ve Muhammed adına yapıldığını söyleme ortak bir davranış ve söylem şekli oldu.
  • Bir ankette Avrupa’nın %57’si Müslümanlığı düşman olarak görüyormuş; %40’ Müslümanları Avrupa’da istemiyormuş; daha az bir grup ise şu andaki Müslümanların Avrupa’dan tümüyle çıkarılmasını istiyormuş.
  • Eğer Atatürk’ün düşüncesi anlaşılsaydı ve geçen bu süre içinde ödünsüz uygulansaydı, hem şu anda Avrupa birliğindeydik hem Müslüman dünyanın haklarını savunacak gücümüz olurdu hem de bu coğrafyada süregelen ve tırmanan dini kökenli çatışmaların çoğunu yaşamamış olurduk.
  • Çok zaman kalmadı. Bu coğrafya ya bu dünyanın uygar bir üyesi olacak ya da dini bağnazlığın bataklığında boğulup yok olacaktır.
  • Dinci takım, yaratıcı olarak Tanrıya kadar gidildiğinde, en azından kendileri açılarından sorunun çözüldüğüne inanıyor; çünkü bu aşamadan sonra mantık ve akıl yürütmenin gerekli olmaması bu kesimi rahatlatıyor.
  • Çocukluktan başlayan bir biçimlendirmeyi kolay kolay çeviremeyiz; kural olarak da silemeyiz.
  • Din adamı kisvesi altında toplumu biçimlendiren bu kesim kendilerine büyük çıkarlar sağlasalar da, çocuklarının da içinde yaşayacağı toplumu, onların akıl yürütme yolunu tıkamayla, felakete sürüklemektedirler. Böyle bir toplum hırsızlığı da, arsızlığı da, rüşveti de, yağmayı da, yalan dolanı da “sözde karşı olduğunu söylese de” hoş görür; bunu yapanlara biat eder; fırsat bulunca da kendisi de aynı şeyleri yapar.
  • Bu coğrafyanın insanı yok olmamak için artık düşünmeye başlamalı.
  • Televizyonda her gün yüksek paralar karşılığı din tüccarlığı yapanların (hem de üniversite hocası olarak), yüksek kar getirme duası, zihin açma duası, sınıf geçme duası, muhabbeti artırma duası öğretmeye kalkışanların sizi geleceğinizi karartanlar olduğunu öğrenmelisiniz.
  • Son yıllarda ortaya çıkan, insanlık tarihinin en kanlı cinayetlerini işleyen onlarca dini terör örgütünü, bunların Müslümanlıkla ilgisi yok diyerek üzerini örtemezsiniz.
  • Başka bir insandan yardım almaya kalkıştığınızda bir din tüccarının ya da simsarının kucağına düşeceğinizi artık öğrenmelisiniz.
  • İnsanın en değerli varlığının aklı olduğunu; aklını kullanamayanların, akıl yürütemeyenlerin, merak etmeyenlerin ya da kuşku duymayanların bu değerden yoksun olduğunu bilmelisiniz.
  • En dindar geçinenlerin en çok hırsızlık yaptığını, rüşvet aldığını, ülkesini soyup soğana çevirenler olduğunu artık görmemezlikten gelemezsiniz.
  • Rezilliklerin, vahşiliklerin, aptallıkların, bilimdışılıkların nereden geldiğini, niçin oluştuğunu araştırma için fazla bir zamanınızın kalmadığını görmelisiniz. Dinin bu ülkelerde “sadece” bir ticaret ve siyaset aracına dönüştürüldüğünü görmelisiniz. Bu nedenle bu ülkelerde en çok akıl tutulması görülmektedir. Gün geçmiyor ki bu ülkelerde insanı insanlığından utandıran bir olay meydana gelmesin. Bütün bunları basit açıklamalarla geçiştirmeye kalkışanlar, kuşkunuz olmasın uygarlık düşmanlarıdır.
  • Kara cehalet ahtapot gibidir. Kolunun birini koparmaya kalkarsanız, öbürleri sizin boynunuza dolanır. Onu yok etmenin tek yolu, iki gözün arasındaki sinir düğümüne (gangliyona) mızrağı saptamadır. Cehaletin pençesinde kıvranan çok sayıda ülke, ne yazık ki, ahtapotun kolları ile cebelleşmektedir; kimse gangliyona değmeye cesaret edememektedir.
  • Esas tehlike yakın zamanlara kadar akıl yolunu kapatılması tutucu önderlerin bir kısmının etkisiyle oluyordu.
  • Türkiye Cumhuriyeti ne zamandan beri kandırılıyor, kimler tarafından kandırılıyor? Önce bunu bilmeliyiz. Çünkü ne yazık ki halkımız okumuyor, geçmişe ilişkin bilgisi hemen hemen hiç yok; öğrendiklerini de hemen unutuyor.
  • Bir devrin kandırıldığını söyleyen dönek, yalaka, din simsarı, çıkarcı insanlarıyla bunu yürütemezsiniz. Doğruyu yazan basına kulak verin. İnsanı doğru yola sokan akıllıca yapılmış uyarı ve eleştirilerdir. Bu ülkede kandırılan bir kesim varsa o da “kandırıldığının farkına varamayan” halkın kendisidir.
  • Yaklaşık %80 Ateist olan Japonya, yaklaşık %65-80’ni Ateist olan Norveç, İsveç, Finlandiya, Danimarka hatta Hollanda bilimde neden bu kadar yeni buluşa imza atmış; sanatta ve edebiyatta önemli yerlere gelmiş; hırsızı, soyguncusu, yalancısı, dolandırıcısı, teröristi en az olan ülkeler olmuş da, aklını dinle bozmuş İslam ülkelerinin tümü; Hindistan, Güney Amerika ülkeleri ahlaksızlıkların ve anarşinin yuvası olmuş?
  • Benim görüşüme göre hiç kimsenin ders aldığı yok. Yönetim fırsat bu fırsat diyerek dini siyasete ve en önemli kurumlara sokmayı iyice yaygınlaştırıyor ve perçinliyor. Başörtüsü devletin en önemli yerlerinde resmi giysi haline getiriliyor. En kötüsü de daha beterleri için zemin hazırlanıyor…
  • Korkan insan özgür olamaz. Özgür olmayan adil olamaz. Adil olmayan insan olamaz; hukukçu hiç olamaz.
  • Dini siyasete bulaştırmış olanlarda demokrasi ahlakı gelişemez.
  • Bütün inançlara eşitiz derken, 136.000 Sünni imamın maaşını, 90.000 caminin giderlerini bu öğretiden hizmet almayanların vergilerinden ödemeniz hangi demokrasi anlayışına sığar.
  • Özgün fikrin üretilemediği ortamlarda biat kültürü gelişiyor. Çünkü fikir üretemeyen bir toplum, çarpık da olsa fikir üreten birilerinin ağzına bakmaya başlıyor ve biat kültürü yerleşiyor. Ağaya, şeyhe, tarikat liderine, sözüm ona demokrasiye geçilmiş ise parti başkanına, o günkü lidere, kadınsa evdeki kocaya biat kaçınılmaz olur.  
  • Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kuramsal olarak beklenen komünist yönetimi hiçbir zaman hayata geçiremeden çöktü. Emekçilerin umudu bir başka bahara kaldı…
  • Şu anda insanı insan olarak gören, her düşünceye ve ırka hoşgörülü olabileceğini düşündüğümüz, bilime ve sanata saygılı, dogmalarından arınmış, laik dünya düzenini benimsemiş, elimizde kalan tek sarılabileceğimiz seçenek, bilinçli, seciyeli, uygar ve deneyimli insanların “Sosyal Demokrasi ya da duruma göre Sosyalizm” ile kuracağı yeni bir dünya düzeni olabilir.
  • Birilerinin para ve emek harcayarak bulduğu bir şeye bir başkasının karşılıksız konması ve kullanması ahlaki değildir.
  • Allah bilir demeyle sorunun çözülmediğini anlamamız gerekiyor.  
  • Akan kan durmayacak; gerçek demokrasi yerleşmeyecek, sosyal barış
  • gerçekleşemeyecek, bilimsel üretim hiçbir zaman olmayacaktır. Tek karlı çıkan kesim, kısa vadelerle de olsa, din simsarları ve dini politikaya bulaştıranlar olacaktır. İslam dünyası bu durumdadır…
  • Okullarda din derslerinin artmasını; olur olmaz yere, gereksinme olsun ya da olmasın tapınak yapmasını; bazı duaları günde defalarca tekrarlamayı; günde en az beş defa mesailerini bırakıp tapınmaya gitmeyi; zor şer biriktirdikleri parayı kültürel gereksinmelerine harcayacaklarına kutsal yerlere gidip yüz sürmeye harcamayı; kendileri gibi konuşan yönetici bulurlarsa, nitelikleri ve ahlakları, yetenekleri ne olursa olsun onu demokrasi adına desteklemeyi; kendisi gibi düşünmeyenler olursa onları susturmayı çıkar yol olarak görürler.
  • Eğer temel bilimler ile eğitilmiş olsaydık, bu çelişkilerin zamanında farkına varır, önlemini alırdık. Dini eğitim bu algılamayı önleyen eğitimin adıdır. Bu ülkeye yazık etmeyelim…
  • Cehalet bir defa bu doğmalarla başlatılıp yuvarlanmaya başlarsa, çığ gibi büyümesi çok zaman almaz.
  • Dogma, sorunun köküne ulaşmayı önleyen en önemli çarpık öğreti biçimidir. Bu nedenle dogmanın çukuruna batmış ülkeler, kendi yollarını bulamazlar; onların yol haritalarını, dogmanın kıskacından kurtulmuş sürücüleri çizer. Bu nedenle bu coğrafyada her sorunun çözümü için binlerce kilometre uzaktaki devletler, Müslümanların deyimi ile gâvurlar çağırılmaktadır. Bu coğrafyada hiç kimsenin bir ötekine güveni kalmamıştır.
  • Daha da kötüsü, epeyi bir süre birlikte yaşamayı başarıyla sürdüren ülkemizde bile yönetimlerce alt kimlik sorunu güçlendirilerek, ayırımcılık körüklenmiş, insanların birbirine saygı ve güveni zayıflatılmıştır. Çünkü bu öğreti ile yetişen dogmatik insanlar, analitik düşünemiyorlar…
  • Bugün milliyetçilik, dincilik, etnisite şakşakçılığı yapanlar anlamadı ya da çıkarları için anlamak istemiyorlar. Hâlbuki bu coğrafyada hiçbir ırkı, hiçbir dini, hiçbir kültürü toptan ortadan kaldırmayan tek devrimi Türkiye Cumhuriyeti yapmıştı.
  • Eğer üniversiteler içine kapanmış ise, öğretim elemanları korkak ve kabuğuna çekilmiş ise, ülkenin sorunlarıyla ilgilenmeyi tehlikeli bir alan olarak görmeye başlamış ise deniz bitmiş; yöneticilerin bilgi kaynağı tükenmiştir. Yönetimler artık pusulasız yol almaya mahkûm olmuştur (pusula kullanmayı bilen yönetimler için bu yorum geçerlidir). Kolektif düşünme bitmiş; tek adam devri başlamıştır. Baş sallayıp maaş alanların devri başlamıştır. Nitelik alt sıralarda aranan bir özellik olmuştur.
  • Lidere tapınma, yaranma ve ne söylerse söylesin tartışmasız boyun eğme ortak özelliğimiz oldu. Sonuçta toplumları felakete sürükleyen tek boyutlu insan topluğu ülkemizin genel yapısı oldu.
  • Bir üniversitenin başarısı barındırdığı bilim adamlarının niteliği ve becerikli insanları ile gerçekleşir ve dünyada bu özelliklerle tanınır.
  • Üniversitelerde görüşünü açıklayan öğretim üyeleri değil, kendisine söylenenleri yapacak insanlar aranıyordu. Hâlbuki farklı görüş ve seslerin en çok çıkacağı yer üniversiteler olmalıdır.
  • Üniversiteleri ağzı olan; ancak dili olmayan, şamar oğlanlarına çevirdi.
  • Topun ağzında olanlar ve zarar görenler, çoğunluk çarpık düzene karşı çıkanlar oluyordu. Dolayısıyla ülkemiz için doğabilecek tehlikeleri sezinleyip uyaracak adam sayısı gün be gün azaldı.
  • Doğruyu bulmanın en etkili yolu eleştiri kapılarını açık ve güvenli tutmaktır.
  • Hiçbir partinin, hiçbir cemaatin, hiçbir örgütün, hiçbir ekonomik modelin, hiçbir kökten görüşün adamı değildik; sadece bir bilim adamıydık; bu bizim yirmilik diş gibi sökülüp atılmamıza zemin hazırladı.
  • Siyaset, şovenizm, yandaşlık, ırkdaşlık, dindaşlık üniversitelerin nizamiye kapısından içeriye girmemelidir. Herkes kendi kimliğini üniversitenin nizamiyesinden girerken bırakıp içeri girmeli; çıktığında ise isterse giyebilmelidir.
  • Dünyada adı ve sanı unutulmuş bunca devlet neden yol oldu dersiniz? Organizasyon bozukluğu, yönetim bozukluğu, bilimsellikten uzak olma ve geçmiş olaylardan örnek alamama ve en önemlisi niteliksiz insanları olmaması gereken yerlere yetkili olarak yerleştirme gibi birçok neden sayılabilir.
  • Hukuksuz güç, çetedir.
  • Artık halkımız yalama olmuş söylemler ve hareketlerle süslendirilmiş bu sahneleri tekrar tekrar görmek istemiyor. Haber dinlemekten nefret eder hale geldi. Duyarlılığını yitirmeyenlerin ruhsal dengesi bozuldu; kendini çaresiz hissedip, sonuçlarını görmekten kaçanlar ise akşam sabah, padişahlarımızın yatak serüvenlerini işleyen ve buna benzer diziler denizine dalmakta buldu çareyi…
  • IŞID’a destek veren ülkeler arasında %8’lik halk desteği ile Türkiye başı çekiyormuş.
  • Eğer hatalarımızla yüzleşemezsek, daha çok cenaze namazı kılarız, tekbir getirir, rahmet okuruz…
  • Akşam sabah Atatürk’e hakaret edenler, üstü kapalı ya da açık o devri yerden yere vuranlar, Atatürk’ün nutkunu anlayarak baştan sona bir defa okusaydılar yarım yüzyıldır dış politikada yapılan hataları yaşamayacaktık. Atatürk hiçbir zaman başka devletlere ve onların yöneticilerine uluorta hakaret edip, horozlanmadı; ancak onlarla aynı yatağa da girmedi; aynı yatlarda yaz tatili de yapmadı. Bu nedenle Atatürk zamanında hiçbir devlete ne üst verildi ne öncelik verildi ne de onların oval ofislerine giderek akıl danıştı.
  • Bakalım öbür dünya sömürüsü ile bu şehitlerin yakınları ne zamana kadar yüreklerine taş basacaklar…  Artık hiç kimse, caddelerde, meydanlarda, yer altı trenlerinde rahat değil; hiç kimse akşam evine sağlam geleceğinden emin değil; en kötüsü de geleceği için her zamankinden daha karamsar.
  • En kutsal şeyin onurlu bir şekilde “yaşamak ve yaşatmak” olduğunu artık öğrenmeliyiz.
  • Ben artık televizyonlarda şehit gömme törenlerini ve orada boy gösteren zevatı görmek ve atıla atıla yalama edilen sloganları dinlemek istemiyorum.
  • Cumhuriyetten önce âlim miydik? Kerâmet yazıda olsaydı… Eğer keramet yazıda olsaydı, yazısını değiştirmemiş olan tüm Arap âleminin, İranlıların, Pakistanlıların, Afganlıların durumunun bizden daha iyi olması gerekmez miydi? Özellikle Arap dünyasına bir bakın, hepsi de Müslüman, hepsi de Kur’an’ı aslından okuyor ama hepsi de gelişmiş ülkelerin oyuncağı olmuş ve birbirine kurşun atıyor. “Yazımız değişti, bir gecede câhil kaldık” diyenlerin oralarda yaşananlara ve hattâ bunların bizi bile yakıp yıkması ihtimaline bakıp, asıl derdin, bin kat daha derin ve karmaşık olduğunu idrak etmeleri gerekmez mi?
  • İnsanları dinden soğutan çeyrek din adamları, bilimin ‘b’ sini bile bilmeyen çeyrek profesörler, devlet mülküne el koyarak zenginleşen iş adamları, terör örgütlerine katılan binlerce militan ve insanlık câmiâsında yüzümüzü yere baktıran, Makyavelist ve şarlatan politikacılar… Kalite sorunu kimsenin umurunda olmayınca bu sonuç doğaldır, aksini beklemek saflıktır.
  • Böyle bir toplum, ister eski yazıyı, ister yeni yazıyı, ister Çin, ister maçin yazısını kullansın; ister saltanatla ister cumhuriyetle, ister demokrasiyle, isterse şeriatla yönetilsin, durum çok da fazla değişmez. Etrafınızdaki ülkelere bakın ve değişmediğini görün.  
  • Her zaman söylüyorum, bir kere daha söyleyeyim: Değişim kaçınılmazdır, kendiliğinden değişmeyeni, bir gün birileri mutlaka ve zorla değiştirir, üstelik şeref ve haysiyetini de elinden alır.
  • Televizyonları açmaya korkuyorum, bu kadar vahşet, dehşet, kan, çatışma, saygısızlık, hukuksuzluk, yaptımsa yaptım pişkinliği, yalan, dolan, bugün söyleneni yarın inkâr etme hayra alamet değil. Fiziki yıkıntıyıa düzeltmek kolay (Almanya’daki gibi); ancak ruhsal ve ahlaki çöküntüyü düzeltmek yıllar alır. Bu coğrafya ahlaki çöküntü içindedir.
  • Bu coğrafya batağa saplanıyor. Nerelerde hata yaptık, yapmaya devam ediyoruz? Bizi ne bekliyor? Bu katliamların suçlusu kimlerdir?
  • Hamasi nutuklarla, satılık oylarla, ahbap çavuş ilişkisi ile seçilen temsilcilerle bu geminin fazla gidemeyeceği bilinmektedir.
  • Laik olmayan, dinle yatıp dinle kalkan yönetimlerde ve ırkçılığın egemen olduğu toplumlarda sosyalizm hiçbir zaman yerleşemez.
  • Mekke'deki putların hemen hepsi Müslümanlıktan önce kadın simgeleriydi.
  • Unutmamak gerekir ki cinsellik ne dini baskıların cenderesi altında yok edilmesi gereken bir günah unsurudur ne de uygarlık, serbestlik ya da doğallık sloganları eşliğinde bir mal gibi piyasaya sürülen bir emtiadır.
  • Özgecan Aslan cinayeti (15.02.2015) bardağı taşıran son damlalardan biri olmuştur. Aslında Türkiye son 10 küsur yıldır kadın katliamı, darp, ırza geçme, istismar istatistiği bakımdan tavan yapmıştır (basına göre son 7 yılda öldürülen kadın sayısı %1400 artmış).
  • Din adamı diye geçinenler hele hele üniversitelerimizde profesör unvanı ile yer işgal edenlerin bilim ve uygar dünya için utanç verici bir tarzda, kadının giyiminin suçu işlemeye neden olarak gösterilmesine devam ediliyorsa, siz bu suçların azalmasını çoook beklersiniz…
  • Savaşta ölen insanların yarısından fazlası din kavgalarından ölmüştür. Dinin akılla açıklanabilir tarafı da olmadığı için, bir defa bir topluluk dini parçalanmaya saplanmış ise, onun bu bataklıktan çıkması hemen hemen olanaksızdır.
  • Devletin en yüksek makamlarındaki yöneticiler çeşitli mezhep, şeyh, din önderi, çeşitli adlar takılmış dincilerle yemek partileri düzenlemeye başladılar.
  • Dünyada başka bir emperyalistin kucağına oturmadan emperyalistlerle savaşıp kazanan tek lider Atatürk oldu.
  • Muhammet tarafından, dişi putlar kırılarak ortadan kaldırıldı; erkek figürüyle temsil edilen Allah adlı put (çok çeşitli kaynaklardan Kâbe’deki putlarla ilgili bilgi alabilirsiniz), yani erkek figürü, Tanrı yerine kondu. Anadolu’nun bereket tanrısı olarak bilinen kadın Tanrı Kibela’nın (bugünkü sibel adı da oradan kaynaklanır) 7.000 yıllık egemenliği ve saygınlığı da böylece bitmiştir. Çok sayıdaki memeleri bereket ve saygınlığın ifadesi olarak yalnız taşlarda kaldı. Tanrı Artemis vd. kadın tanrıların sonu bu gelişim ile belirlendi.
  • Zaman geçtikçe, Kemalistlerin ve Atatürkçülerin, bizzat Atatürk’ün bu halkı ve dini yeterince anlamadığını, bu nedenle önemli hatalar yaptığını öğrendik. Neyse ki son 15 yılda alınan karar ve girişimlerle, eski kimliğimize dönmeyi başarabileceğimize ilişkin önemli ipuçları bulunmaktadır. Eğer bunu başarırsak, 100 yıl sonra aslına dönen tek millet biz olacağız.
  • Türkiye din tüccarlığını bırakıp, bir zamanlar yüklendiği uygarlık modelini yeniden bu coğrafyaya tanıtmak zorundadır.
  • Küçük yaşta çocuklara din eğitimi verilmesi ve ırkçılık aşılanması gelecekteki sürtüşmelerin temelini oluşturacaktır.
  • Türkiye laik devlet görünümü ile bir şans yakalamıştı; Ben o şansın artık geçerli olduğunu söyleyemem. Türkiye makas değiştirdi…
  • Yeni yılın sloganı şöyle olmalı: İyilikler “dua” ve dilemekle hiçbir zaman elde edilemez; Doğru uygulamalar ile kazanılır; Kötülükler de “beddua ve kınamalar” ile giderilemez; Gerekli önlemler ile bitirilir.
  • Bilim ve bilimsel düşünceyi yaygınlaştırmakla yükümlü tek kuruluşumuz TÜBİTAK, son 10 yılda onlarcasının arasından birkaç örnek vermek gerekirse ilişikteki projeleri seçerek ödüllendirdi: Besmele okuyarak ekmeği taze tutan ekmek kutuları, dua ile kanserin iyileştirilmesi, dua okuyup Kabe’yi tavaf eden pilli robot, “papaz eriğini imam eriğine çevirme makinesi, ayet okunarak üç kat daha fazla büyütülen fasulye ve diğerleri. Şimdi be soruyorum: Ne bekliyorsunuz? Avrupa bizim bu dehşet verici projelerimizi destekleyen kurumlarımızı ve onları düşünen yaratıcı insanlarımızı mı büyük bir özlemle bekliyor?
  • Akıllı düşünenler doğruyu bulacaktır.

Kaynakça değiştir

Ali Demirsoy ile ilgili daha fazla bilgiye Vikipedi'den ulaşabilirsiniz.