Angela'nın Külleri
Angela'nın Külleri, İrlandalı yazar Frank McCourt'un 1996 yılında yayınlanan otobiyografik romanı.
Alıntılar
değiştir- Geriye bakıp çocukluğumu anımsadığımda, nasıl hayatta kalabildiğime hâlâ şaşarım. Kötü bir çocukluk geçirdim, mutlu bir çocukluğun pek kayda değer bir yanı yoktur zaten. Sadece mutsuz bir çocukluk geçirmiş olmak da, mutsuz bir İrlandalı çocuk olmak kadar kötü değildir. Bundan da kötüsü, mutsuz bir İrlandalı Katolik çocuk olmaktır.
- Dünyanın her tarafında insanlar acılarıyla övünür ya da sızlanırlar.
- Toprağın üstünü hemen beyaz bir kırağı tabakası kaplıyor. Theresa'nın tabutu içinde üşüdüğünü düşünüyorum. Kızıl saçlarıyla, yemyeşil gözleriyle o tabutun içinde yatışı gözlerimin önünde canlanıyor. Duygularımı tam olarak adlandıramıyorum, ama ailemdeki ölüm olaylarında olsun, mahalleden ölen insanlar için olsun, yüreğimde hiç böyle bir acı duymamıştım. Ve bundan sonra da duymak istemem.
- İnsanın kafasının içine kimsenin karışamaması çok güzel bir şey.
- Limerick dindarlığıyla ünlüydü, ama biz bunun sadece yağmurdan kaynaklandığını bilirdik.
- Rahipler, rahibeler bize İsa'nın da fakir olduğunu ve bunda utanacak bir şey olmadığını söylüyorlar. Ama kendi evlerinde viskiler, şaraplar, domuz etleri, yumurtalar gırla gidiyor.
- Bir insanla konuşmamak en ağır cezadır.
- Yattığım yerden annemin mutfak masasında bir sigara yaktığını görüyorum. Bir yandan da, ağlıyor. Yatağımdan kalkıp yanına giderek artık büyüdüğümü ve yakında o büyük kapılı fabrikada işe gireceğimi, her cuma akşamı paramı eve getireceğimi söylemek istiyorum. Reçel, yumurta, yağ alabilirsin ve yine şarkılarını söyleyebilirsin, anneciğim. En sevdiğin şarkıyı... "Herkes anlayabilir neden seni öpmek istediğimi."
- Müdür, din uğruna ölmek büyük bir onurdur diyor. Babam İrlanda uğruna ölmek büyük bir onurdur, diyor. Hiç yaşamak isteyen yok mu, diye düşünüyorum.
- Din için ölmek palavra. Sadece bizi korkutmak için bu palavraları atıyorlar. İrlanda uğruna ölmek de palavra. Artık kimse hiçbir şey uğruna ölmüyor. Yeteri kadar insan ölmüş. Ben ne İrlanda uğruna ne de din uğruna ölürüm doğrusu. Belki, annem için ölebilirim.
- Pazar geceleri Mrs. Purcell'in penceresinin altına oturup BBC, Radyo Eireann ya da İrlanda radyosunda yayınlanan oyunları dinliyorum. O'Casey, Bernard Shaw, İbsen ve Shakespeare. En mükemmeli Shakespeare. İngiliz bile olsa, en iyisi o. Patates püresi gibi, insan asla tadına doyamıyor. Bir de Yunanlıların garip oyunları var. Yanlışlıkla annesiyle evlenen adamların gözlerini filan oyuyorlar.
- Tanrı bu korkunç dünyayı yarattı ama kendisi iyidir.
- Hiçbir şey bilmeden, öğrenmeden kendimizi hayatın içinde bulduk. Kadın olmadan anne oluverdik.
- Jambonumu, yumurtamı rahat rahat yemek ve hayatta hiçbir kaygım olmadan vicdanım rahat yaşamak istiyorum. Normal olmak istiyorum.
- Babam İrlandalılar'ïn her gün milyonlarca patates kabuğunu ziyan ettiklerini söylüyor. Binlerce insanın veremden ölmesinin nedeni bu zaten. Ben yumurtayı da kabuğuyla yerim. Yumurtanın kabuğunda vitamin çok. Hem, israf sekizinci günahtır.
- Ben de büyüyünce iyi bir iş bulacağım, tabii, eğer evden kaçıp Kanada Kraliyet Polis Akademisi'ne katılmazsam. Bunu başarabilirsem, Nelson Eddie'nin divanın üzerinde yatan veremli Janette McDonald'a söylediği gibi "Sana sesleniyoruuuum," diye şarkı söyleyebilirim.
- İsa'nın İsrailli olması daha iyi olmuş. Eğer İsa Limerickli olsaydı vereme yakalanıp bir ay içinde ölebilirdi. O zaman da, Katolik Kilisesi olmaz, bizim sınavlarımıza gerek kalmazdı. Bu büyük kitabı ezberlememiz ve İsa hakkında kompozisyonlar yazmamız da gerekmezdi.
- Tanrı tek oğlunu, çarmıha gerilsin de, sizler bu İlk Sınav'ınızı geçip insanlara el açarak para toplayın diye göndermedi. İsa ıslah olmanız için ölmüştür.
- Henry Street'te yağmura yakalanıp kendimi Aziz Francis'in kuşlar ve koyunlarla çevrilmiş heykelinin önünde buluyorum. Onun yüzüne bakıyorum ve ona Theresa için boşuna dua ettim, diyorum. Ne duası! Ona yalvardım. O ise, yüzünde sahte gülümsemesiyle, kuşları ve kuzularıyla öylece durdu. Aziz Francis, seninle işim bitti artık, diyorum. Bana ne diye bu ismi vermişler ki? Malachy adını bana koysalardı çok daha iyiydi. O bir kral adı, benimki bir aziz adı. Theresa'yı neden iyileştirmedin ve cehenneme gitmesine göz yumdun? Annemin o tavan arasına çıkmasına da göz yumdun. Beni lanetlenmiş bir insan durumuna düşürdün. O küçücük çocukların Nazi kamplarında öldürülmesine de göz yumdun. Zavallıların ayakkabıları oralara buralara saçılmış. İçimdeki o çıban yine büyüyor. Göğsümde bir boşluk hissediyorum. Midemde de. Karnım aç. Aziz Francis bir işe yaramıyor. Gözlerimden akan yaşlara, hıçkırıklarıma engel olamıyor.
- Michael'ın tabanı çıkmış ayakkabısıyla uzaklaşmasını izliyorum. Postanedeki işime başlayınca, ona ayakkabı alacağım. Evet, alacağım. Bir de yumurta alıp onu Lyric Sineması'na götüreceğim. Sinemada ona şeker alacağım, sonra da Naughton'da balık ve patates yedireceğim. Patlayana kadar balık ve patates yiyeceğiz. Bir gün elektriği, özel tuvaleti olan bir ev tutacak kadar para kazanacağım. Herkes gibi çarşaflan ve yastıkları olan yataklarımız olacak. Pırıl pırıl bir mutfakta kahvaltımızı edeceğiz. Çay fincanları ve tabakları, yumurtalıklarıyla sofralar kuracağız. Çaydanlıkta çayımız kaynayacak. Bol tereyağlı rafadan yumurtamızı yiyeceğiz. Kızarmış ekmeklerimize bol bol marmelat süreceğiz. BBC ve Amerikan Silahlı Kuvvetler radyosunu dinleyeceğiz. Hepimize güzel elbiseler alacağım ve artık yırtık pantolonlarımızdan kıçımız çıktığı için utanmayacağız.[1]
Diyaloglar
değiştir- Angela: Gel yoksa o merdivenleri çıkıp seni dünyaya geldiğine pişman ederim.
- Frank: Dünyaya geldiğine pişman etmek mi? O da ne demek?
- Angela: Bırak şimdi bunu. Hemen aşağı in.
- [Frank kendi kendine]: Annemin sesi çok sert geliyor ve dünyaya geldiğime pişman olmak epeyce tehlikleli bir şeye benziyor. Aşağı iniyorum.
- Mrs. Purcell: Biliyor musun, Frankie?
- Frank: Neyi, efendim?
- Mrs. Purcell: Shakespeare o kadar mükemmel ki, İrlandalı olması gerekirmiş.
- Peder: Şuraya otur, çocuğum. Bana içini dök. Tabii, eğer istersen. Benim adım Peder Gregory.
- Frank: Bugün on altı yaşına bastım, Peder.
- Peder: Ne güzel. Bunda üzülecek ne var?
- Frank: Dün gece ilk biramı içtim.
- Peder: Evet?
- Frank: Anneme tokat attım.
- Peder: Tanrı korusun! Bu kötü işte. Ama Tanrı seni bağışlayacaktır. Başka bir şey var mı?
- Frank: Size söyleyemem, Peder.
- Peder: Günah çıkarmak ister misin?
- Frank: Yapamam. Çok kötü şeyler oldu.
- Peder: Tanrı tövbekar olanları bağışlar. O sevgili oğlunun ölümüne bizlerin kurtuluşu için göz yumdu.
- Frank: Anlatamam, anlatamam.
- Peder: Ama Aziz Francis'e anlatabilirsin, öyle değil mi?
- Frank: O artık bana yardım etmiyor.
- Peder: Ama onu seviyorsun, değil mi?
- Frank: Evet. Benim de adım Francis.
Kaynakça
değiştir- ↑ Frank McCourt (1999). Tanju Anapa (Ed.). Angela'nın Külleri. Çeviren: Neşe Olcaytu (6. baskı bas.). İstanbul: Epsilon Yayınevi. ISBN 975-331-174-5.