Dövüş Kulübü
1996'da yayımlanan Chuck Palahniuk romanı
Bu madde kitap hakkındadır. Film için Dövüş Kulübü (film) sayfasına bakınız.
- Dövüş kulübünü televizyonda futbol seyretmekle karıştırmayın. Burada, dünyanın öbür ucundaki tanımadığınız birtakım adamların uydu üzerinden iki dakikalık gecikmeyle naklen birbiriyle kapışmasını izlemiyorsunuz, on dakikada bir araya bira reklamları girmiyor ve hangi kanalı seyrettiğinizi hatırlatmak için ikide bir ara verilmiyor. Dövüş kulübüne bir kez gittiniz mi, artık televizyonda futbol seyretmek, muhteşem bir seks yapma fırsatınız varken oturup porno seyretmeye benzer.[1]
- Sonsuza kadar yaşamak istiyorsan, ilk adım olarak ölmek zorundasın. (s. 9)
- "Bu aslında ölüm değil" diyor Tyler. "Biz efsane olacağız. Hiç yaşlanmayacağız." (s. 10)
- Sana öğrettikleri küçük görevi yerine getiriyorsun.
Bir kolu çek. Bir düğmeye bas. Neyi neden yaptığını bilmiyor, sonra da ölüp gidiyorsun. (s. 10)
- İnsan sevdiklerini öldürür diye bir söz vardır ya; aslında bakın insanı öldüren de hep sevdiğidir. (s. 11)
- "Bu bizim dünyamız artık" diyor Tyler. "O eski insanlar öldüler." (s. 12)
- Belki efsane oluruz, belki de olmayız. Ama hayır, diyorum, dur bir dakika.
Kimse İncil'leri yazmamış olsa İsa'yı bugün kim hatırlardı? (s. 13)
- "Hepsi geçecek" diyor. "Ağla şimdi." (s. 14)
- Başka birinin kolları arasına hapsolmuşken, hayatta elde edebileceğiniz her şeyin sonunda çöpe gideceğini anladığınız zaman ağlamak çok kolaydır. (s. 15)
- Ben de işte tam o anda ağlıyorum; çünkü o an hayatınızın hiçe dönüştüğü an. Hiçe bile değil; kayıtsızlığa, unutuşa. (s. 15)
- Sevdiğiniz herkesin size sırt çevireceğini ya da öleceğini fark ettiğiniz zaman ağlamak kolaydır. Zaman aralığını yeterince uzun tutarsanız, herkesin hayatta kalma şansı sıfıra düşer. (s. 15)
- "Hayatım boyunca" diye ağlıyor Bob, "neyi ne diye yaptım, hiç bilmiyorum." (s. 16)
- Uykusuzluk böyledir işte. Her şey çok uzaklardadır, bir kopyanın kopyasının kopyası gibi. Dünyayla arana öyle bir mesafe sokar ki, ne sen bir şeye dokunabilirsin ne de bir şey sana. (s. 19)
- Sonra unutuşun içinde kayboldum, o karanlık, sessiz ve kusursuz boşlukta. (s. 21)
- Her akşam ölüyor ve her sabah doğuyordum.
Ölümden geri dönüyordum. (s. 21)
- Herkes birbirine tutunur ve en büyük korkularını -ölümün dörtnala gelmekte olduğunu, boğazlarına bir silah namlusu dayanmış olduğunu- paylaşmayı göze alırken. (s. 22)
- Bu senin hayatın ve anbean sona eriyor. (s. 28)
- Başka bir yerde, başka bir zamanda uyanabilseydim, başka bir insan olarak uyanabilir miydim? (s. 32)
- Bazen uyanır ve nerede olduğunuzu sormak zorunda kalırsınız. (s. 32)
- Uyanırsın ve hiçbir yerdesindir. (s. 33)
- O bir dakika için çok uğraşmanız gerekiyordu; ama bir dakikalık kusursuzluk, harcadığınız çabaya değerdi. Tek bir an. hayatta kusursuzluktan en çok bunu bekleyebilirdiniz. (s. 33)
- Tanrım ne kadar güzel bir an olabilirdi bu. İki senedir her kucaklaşma vaktinde benim kollarımda ağlamış olan Chloe artık bir ölü; toprağın altında ölü ölü yatıyor; bir şişenin içinde, bir mozolede, krematoryumdaki bir bölmede ölü ölü duruyor. Tanrım, bugün bin bir düşünce içinde kendini oradan oraya sürüklerken, yarın soğuk gübreye, solucanlar için açık büfeye dönüşebileceğinin kanıtı işte. Ölümün inanılmaz mucizesi bu. (s. 35)
- Eskiden hayat anlamsızmış çünkü elinde hayatı karşılaştıracağı bir şey yokmuş. Ama şimdi ölüm varmış; ölüm, kayıp, acı. Gözyaşları, titremeler, dehşet ve pişmanlık. (s. 38)