Mü'min bir kimse, insanlardan bir insan olarak hademe gibi davranmasını bilmelidir. Bu ahlâk, Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem), daha doğrusu Kur'ân ahlâkıdır. Bu ahlâkın sinelerde yer edebilmesi için çok büyük kimseler, hademelik yaparak kendilerine tevazu temrinatı yaptırmışlardır. Onun için mü'min, insanlardan bir insan olarak insanlara hizmet etmeye ve gönül rahatlığıyla her işi yapmaya kendini alıştırmalıdır. Mü'mine, buyurma ahlâkı yakışmaz. Zaten o, peygamber ahlâkı değildir ve firavunca bir davranış şeklidir.[1]
Fikir işçileri arasında zâhiren bir disiplin olsa da, esas itibarıyla onlar kendi aralarında müdür, amir, şef... vb. gibi herhangi bir makam, mevki ve rütbe mülâhazası olmayan kimselerdir. Bu mülâhazaya sahip kimselerden her bir fert, kendisini, "İnsanlardan bir insan ol" düsturu gereği basit bir fert olarak kabul etmeli ve değer itibarıyla da ancak, soluna konulacak herhangi bir rakamla kıymet kazanmayı bekleyen "sıfır" görünümünde olmalıdırlar. Sıfırların kendi aralarında herhangi bir üstünlüklerinin bulunması bahis mevzuu değildir. Zira bunların birbirleriyle toplanmaları-çıkarılmaları-çarpılmaları-bölünmeleri onları kat'iyen farklılaştırmaz.[2]
Büyük ya da küçük kendini bir şey zannedenler kaybetmeye namzettirler.
“İğneyle bir dağı yerinden sökmek, bir kalbden kibri çıkarmaktan daha kolaydır” sözü hakikatin tam ortasından altın gibi bir sözdür.
Kendisini olmazsa olmaz görenler hasta tiplerdir. Ölçü şudur: “Olsam da olur, olmasam da olur; olmasam herhalde daha iyi olur.”