Korkuyu beklerken

Korkuyu Beklerken, Oğuz Atay'ın sekiz öyküsünden oluşan eserdir.

Beyaz Mantolu Adam

değiştir
  • Kalabalık bir topluluk içindeydi. Başarısızdı.
  • Rüzgârın ya da gelip geçenlerin salladığı beyaz bir manto süründü yüzüne. Uzun ve aydınlık bir manto. Kloş etekli, kocaman düğ­meli bir hayalet; geniş yakalı, serin.
  • Manto vücuduna yapıştı. Satıcı hızla çevirdi onu; etekler dönerek açıldı. Meyhanedeki adam bu kadarını beklemiyordu; birden gülmek zorunda kaldığı için ağ­zındaki bütün birayı ileri püskürttü. Satıcı kendine gel­di: "Kadın mantosu bu, hemşerim; sana olmaz."
  • Beyaz mantosuyla topuklarının çevresinde döndü; ilk defa gülümsedi çevresine bakarak. Sonra, sanki bir da­ha hiç gülümsemeyecekmiş gibi mahzunlaştı birden.
  • Bir süre de "Canlı manken!" diye bağırdılar sevinçle. Sonra onu vitrine doğru ittiler, orada durması için (ona başka türlü söz dinletilemiyordu ki).
  • Tez­gâhtar, kapının önünde bağırıyordu: "Canlı manken ma­ğazasına buyurun! Serinletici kumaş çeşitlerimizi görün. İşte, büyük fedakârlıklarla Kuzey Kutbu’ndan getirtmiş bulunduğumuz Canlı İsveç Mankeni, bu sıcağa ancak ha­fif kumaşlarımızı giyerek katlanmaktadır. İşte, koca man­to, onu terletmemektedir. Kumaşlarımızla bir kuş gibi ha­valarda uçarak sizlere en canlı ve en gerçek reklâmı yapmaktadır. ‘Saran Kumaşları’ yalnız mağazamızda. Mal­larımızın ve mankenlerimizin taklitlerinden sakınınız. Is­rarla arayınız!"
  • Kalabalık arttı. "Ayakları sargı içinde." "Cüzzamlı olmasın." İtişerek çekildiler. Hiçbir şeyden kork­mayan çocuklar, yani çocukların hepsi, eteklerini tutarak çevirdiler onu. "Karnına çengelli iğneler takmış." "Kolla­rına ipler bağlı." "Sakın tımarhaneden kaçmış olmasın." "Deli bu, mantonun üstüne taktığı kemere bakın." "Man­to mu?" "Kadın mı?" "Ne kadını? Kafadan manyak." "Po­lis çağırın." Gözlerden kurtulmak için başını kaldırdı: İlerde, köprünün üstünde bir adam onun filmini çekiyor­du. "Abi, bunlar filim çeviriyorlar." Bütün gözler köprüye çevrildi. Bu kısa süreden yararlandı, sırtını köprüye dön­dü, adımlarını hızlandırdı. Sonra koşmaya başladı.
  • Su, bileklerini geçince mantosunun eteklerini topla­dı. Kalabalıktan kurtulmuş olan görevli, elbisesiyle daha ileri gidemedi. Mantonun etekleri önce suyun üstünde açıldı, sonra ağırlaşıp battı. "Dur!" diye bağırdı uzun bı­yıklı genç. "Boşver abi," dediler. "Fazla ileri gitmez." Deniz sığdı; bütün manto suyun içinde kaybolduğu za­man kıyıdan çok uzaklaşmıştı. Fazla ileri gitmişti. Yanıl­mışlardı.
  • Uzun bıyıklı genç kıyıya çıkınca soluk soluğa kumlara oturdu, elini ağzına siper ederek yere tükürdü, "Amma da hikâ­ye," dedi.

Unutulan

değiştir
  • "Ben tavanarasındayım sevgilim!" diye bağırdı de­likten aşağı doğru. "Eski kitaplar bugünlerde çok para ediyor. Bir bakmak istiyorum onlara."
  • Feneri yakın bir yere tuttu; anne­siyle babasının resimleri. Aralarında eski bir ayakkabı torbası, kırık birkaç lamba. Neden hiç sevmediler birbir­lerini? Ölecekler diye öylesine korkmuştum ki.
  • Fakat orada, kitap sandığına benzemeyen karanlık çıkıntılar vardı. Feneri, bu garip yığına doğru tuttu. Kor­kuyla geri çekildi: Biri vardı orda, oturan biri. Feneri alıp bütün gücüyle deliğe kaçmak istedi, kımıldayamadı. Kor­kusuna rağmen fenerle birlikte, ona yaklaştı. Ne yapmış­sa korkusuna rağmen yapmıştı hayatı boyunca. Yoksa çoktan kaybolup gitmişti. Feneri onun yüzüne tuttu: Aman Allahım! Eski sevgilisi yatıyordu yerde. Tozlanmış, örüm­ cek bağlamış; tavanarasındaki her şey gibi.
  • Gelenler, gidenler, geçim sıkıntısı, ye­mek, bulaşık, evin temizliği, ‘onun’ bakımı (çocuk gi­biydi, kendisine bakmasını bilmiyordu), babamla annemin ölümü, bir şeyler yapma telâşı, önümde hep yapılması gereken işlerin yığılması. Orada, tavanarasında olduğunu unuttum sonunda. (Onu unutmadım tabii.)
  • Yoksa kalbine... Titreyerek eğildi: Kalbi­ne bakmalıyım. Elbisesinin sol yanı çürümüştü; elinin ha­fif bir dokunuşuyla dağıldı. İçinden bir sürü hamam böceği çıkarak ortalığa yayıldı. Onun bakımıyla ilgilenme­dim, elbiselerini hiç gözden geçirmedim; belki de dikme­diğim bir sökükten yemeğe başladılar hamam böcekleri onu.
  • Titreyerek geri çekildiği sırada, aynı delikten çıktı hamam böceği: Bacaklarının arasında kü­çük, pürüzlü bir parça taşıyordu. Dehşete kapılarak fe­neri deliğin içine tuttu; ışınlar, kafatasının iç duvarların­da yansıdı. Eyvah! Böcekler beynini yemişlerdi, en yumu­şak tarafını. Belki de hamam böceği son parçayı taşı­yordu. Kendini tutamadı: "Seni çok mu yalnız bıraktı­lar sevgilim?" dedi.
  • Aşağıdan, başka bir deliğin içinden sevgilisinin sesini duydu:
    "Bir şey mi söyledin canım?"
    Elini telâşla kitap sandığına soktu, «Hiç,» diye karşı­lık verdi aceleyle. «Kendi kendime konuşuyordum.»