Mustafa İnan

Türk bilim insanı
Mustafa İnan
Doğum tarihi 1911
Doğum yeri Adana
Ölüm tarihi 5 Ağustos 1967
Ölüm yeri Freiburg-Almanya
Vikipedi maddesi
Vikiveri öğesi
Mustafa İnan ile ilgili daha fazla bilgiye Vikipedi'den ulaşabilirsiniz.

Prof. Dr. Mustafa İnan (d. 1911 – ö. 5 Ağustos 1967), uygulamalı ve teorik mekanik dalında zamanının önde gelen bilim insanlarındandır. Yaşamını Türkiye'de bilimin gelişmesine adamıştır. 1957-1959 yılları arasında İTÜ'de rektörlük yapmıştır.

Sözleri

değiştir
  • Her şeyle uğraşmak, herkese her şeyi öğretmek kolay değildir beyler...
  • Gene de herkese ulaşamıyorum. Şu aklınızdan, hani her işte kullanmadığınız aklınızdan birazını verseydiniz bana, size geri kalan kısmının nasıl kullanılacağını gösterebilirdim belki.
  • Faydasız ve lüzumsuz bilgilerle kafayı yükleme konusu yersizdir. Birçoklarımız yalnız salim bir kafayla her şey hakkında fikir yürütülebileceğini zanneder. Halbuki bilgi eksikliği ekseriya yanlış sonuçlar verebilir. Evet aklı selim lazım, fakat barut gibi de bilmek gerekli.
  • İşte delikanlı, ilkokul sıralarından başlayarak 'kendi bacağından asılan koyun' felsefesi ile yetiştirilenlere asla itibar etmeyeceksin. Onların arasından ülkeye yararlı birinin çıktığı görülmedi. Çıkarcıların sana hiçbir zaman engel olamayacağını bileceksin. İşte bu durumlar ve şartlar altında endişelere kapılmadan önce ne yapılabileceğini düşüneceksin. Ve hiçbir zaman düzen bozukluğunu mazeret göstermeyeceksin. Başarısızlıklarını bozuk düzenin sırtına yüklemen belki seni ferahlatır, fakat kurtarmaz.
  • Matematiği birtakım uzun ve yorucu işlemlerden ibaret gördüğünüz için de bilim çekici gelmiyor size. Sayıların ve eski Yunanca harflerin gerisinde canlı ilişkiler olduğunu sezemezseniz, sayılarla hayatın arasındaki ilişkiyi göremezseniz, matematik ve dolayısıyla fizik çalışmanın tek amacı sınıf geçmek olur.
  • Biliyorum birçok zorluk yaşayacaksın. Hepsini şimdiden görür gibi oluyorum. Talihli olarak küçük bir burs bulsan bile yurt köşelerinde sürünebilirsin. Bin bir güçlükle soğuk bir banyoda yıkandıktan sonra, arkadaşlarından utanarak havlular içinde büzülerek, yurdun tek sıcak yeri olan okuma salonunda çalışan arkadaşlarının arasında kurumak zorunda kalabilirsin. Her sabah insanlarımızın balık istifi olduğu bir otobüste kendine ve resim tahtana bir yer bulabilmek için, sabah karanlığında yollara düşmek zorunda kalabilirsin. Hatta ısınmak için okul yerine kahveye gitmeyi bile isteyebilirsin. İşte bu durum ve şartlar altında bile her zaman amacının olduğunu gözden kaçırmamalısın. İnsanları etkilemek, insanlara söz geçirmek, sesini duyurmak istiyorsan, bütün bunları yapabilecek yetenekte olduğunu göstermelisin. Yoksa sonunda sıradan bir insan durumuna gelirsen, kimse senin kötü şartlar altında bu duruma düştüğünü düşünmez, kimse sana gençliğinde iyi beslenemedin diye, sırf bu yüzden itibar etmez. Bir gün gelir de kendini gösterebilirsen, sen bütün bu zorlukları yaşamış olduğun için, bu zorluklara çare bulmak için herkesten daha gerçekçi davranabilirsin. Yok, eğer sen de 'Acı çekme sıramı savdım, artık öğrencilerim üzülsün, asistanlarım çanta taşısın, doçentlerim olduğu yerde saysın' diye hissedersen sana da herkese de yazık olur. Hissedersen diyorum, böyle acıklı bir duruma 'düşünme' adını veremiyorum çünkü...
  • 1958 sonu Amerika'da yaptığım inceleme gezisinde bir eğitimci olarak Kızılderililerle ilgilendim. Belki de o sıralarda gördüğüm, daha önce de Türkiye'de ilgimi çeken birçok 'Wild West' filminin tesiri vardı bende, merak vardı. Kızılderililer geniş bir kitle olmadıkları için henüz 'problem' ortada değildi; mesela durum bir zenci meselesi gibi çözülmez bir mesele değildi. Nedense hakkı yenmiş, elinden memleketi alınmış ve yok edilmiş bir kitle olarak Kızılderililer bende daha büyük bir acıma duygusu uyandırdı. Haksızlık bunlara verilen isimle başlıyordu: Biz Kızılderili diyorduk, halbuki derileri sarı-siyah renkteydi. Amerikalılar da Indian (Hint) diyorlardı. Bu da yanlıştı, Kristof Kolomb'un hatasıydı... Halbuki Dünya Kızılderililere şunları medyundur (borçludur) : Mısır, kauçuk, tütün, su tulumbası, terazi, döküm, arı besleme, şekil yazısı, astronomi... Her yerde damgaları var, inkar edilemez: Arizona, Arkansas, Kansas, Ohio, Oklohama, Texas gibi 23 eyaletin adı onların dilinden geliyor."
  • Diploma; Yunancada iki kere katlanmış anlamına geliyor, defter de aynı dilde 'diphteria' yani yüzülmüş hayvan derisinin değişik bir biçimi, difteri hastalığı da derinin iltihabıymış... On sekizinci yüzyılda yaşayan İngiliz Lordu Earl of Sandwich, kumarbazın biriydi. Kumara öylesine düşkündü ki, yemek yemeğe oturacak vakit bulamıyordu. Bir yandan kumar oynuyor, bir yandan da ekmek dilimlerinin arasına koydurduğu söğüş etleri yiyordu... 'Piyango' ise İstanbul'da yaşayan bir İtalyandı. Beyoğlu'nda talih oyunlarının imtiyazını 'Bianco' adlı bir dükkan sahibi almıştı.
  • Peki insanlar meşhur bir mukavemetçinin ne işe yaradığını anlayabilir mi? Derler ki meşhur fizikçi Einstein, bir toplantıda Şarlo'ya 'Siz büyük bir adamsınız' demiş, 'Herkes sizi anlıyor, herkes size hayran.' Şarlo, 'Siz daha büyüksünüz' diye itiraz etmiş: 'Size herkes, hiç anlamadığı halde hayran'."
  • 2. Cihan Savaşı'ndan sonra, iyice anlaşılmıştır ki dünya yüzünde gerçek barış, ancak milletler arasında mevcut ekonomik ve kültürel seviye farklarını gidermekle kabil olacaktır. Bu fikre uygun olarak ileri seviyede olan milletler, az gelişmiş ülkelere yardımda bulunmuşlardır; ancak seviye farkının giderilmesi, başlangıçta dış yardımdan temin edilse bile, zaman geçtikçe geri kalmış memleketler kendi imkanları ile kalkınmak zorundadırlar. Bu içten kalkınma mecburiyeti için de ilme, tekniğe ve dolayısıyla onun adamlarına ihtiyaç vardır; kendi kabiliyetlerini durmadan kaybeden milletlerin, seviye farkını kapatmaları hiçbir zaman beklenemez, dolayısıyla da dünya barışına hizmet edilmiş olamaz.
  • Dürüst oluşumu da gözümde büyütmedim; bu bir bünye meselesidir. Bazı bünyelere doğru yoldan ayrılmak dokunur. Zaten bilimle uğraşırsanız, bu konularla fazla uğraşacak vaktiniz kalmaz. Başka bilginleri kıskanacak kadar bile vakti yoktur insanın. Ve başkalarından ne kadar üstünüm demeye hiç vaktiniz kalmaz. Başkalarının yetersizliğini görüp de sırf bu yüzden kendinizi beğenecek vaktiniz de kalmaz. Bununla birlikte, birçok şey için vakit vardır. Bilimi sevimli göstermek için ne yapmalı? Bunun için de çok vaktiniz vardır. Öğrencinin kafasının içine nasıl nüfuz edilir için de vaktiniz vardır. Hele sizin gibi bilim adamı olmak isteyenlere yol göstermek için sonsuz vaktiniz vardır. Dünyada neler olup bitiyor, insanlık nereye gidiyor demeye çok vaktiniz vardır. Peki bütün bunlar için neden vaktiniz vardır? Çünkü salifüzzikir yani yukarıda belirtilen ve insanın boşuna vaktini almaktan başka işe yaramayan işlere hiç vaktiniz yoktur da ondan. Tabii bu arada isterseniz dinlenmeye, yaşamaya, insan gibi gezip eğlenmeye de vaktiniz vardır; günün birinde aklınızı kullanamayacak kadar yorulmak istemiyorsanız; bunlara da vaktiniz vardır. Yani sözün kısası kendi istediğiniz bir şeyi yapmaya, insanlara örnek olmaya çok vaktiniz vardır. Söylemeyi zait addediyorum, ama esaslı düşünmeye çok vaktiniz vardır, her şeyden çok bunu yapmaya gücünüz vardır.
  • "Bütün yazarlar matematikçidir; çünkü dil bir matematiktir... Çevremizdeki evreni inceleyen Sir James Jeans'in dediğine göre 'Tanrı bize matematikçi olarak görülüyor'.
  • Gerekince öfkelenebilirsin, haksızlığa karşı çıkabilirsin. Ama bu öfke bir işe yaramalıdır. Öfkelenirken, içinden kimseye kızmamalısın. Doğru bildiğin şeyler adına öfkelendiğini bilmelisin. Kendi adına ve kendini tatmin etmek için ayağa kalkarsan, duyarlı bir insan olarak sonra çok üzülürsün. Benim temkinli ve soğukkanlı olduğumu söylerler. Oysa ben de kızardım; ama insanlara değil, kavramlara soyut şeylere öfkelenirdim: Öğrencilerime değil, tembelliğe ve ikiyüzlülüğe ve fırsatçılığa ve samimiyetsizliğe ve kopyacılığa kızardım.
  • Bilim uzun ve çetin bir yoldur çocuklar. Bilimi yarı yolda bırakmayın, olur mu çocuklar? Oppenheimer gibi hissediyorsanız, bırakın yüksek binaları başkası yapsın, büyük barajlarda başkası çalışsın. Bazılarına çok uzaklardan bile görünen yüksek yapılar kurmak çekici gelecektir. Bırakınız bu işleri öyleleri yapsın. Bazıları da insanları çalıştırmak, büyük teşebbüsleri idare etmek ihtirası ile yanarak kuvvetli olmak isteyeceklerdir. Bırakınız parayla da onlar uğraşsın. Sizin kuvvetli olmak gibi bir derdiniz yoksa, siz de Leonardo Da Vinci gibi 'Kuvvet nedir?' diye merak ediyorsanız buyrun sizleri Mekanik kürsüsüne beklerim. Çünkü bazılarına göre 'Kuvvet' para ile organizasyonun çarpımına eşittir; bize göre de kuvvet ivme ve kütleyi ilgilendiren bir büyüklüktür. Bu iki formülü birbiriyle karıştırmayın olur mu çocuklar?
  • Deniz teknelerine 'safra' adı verilen yükler konulur. İlk bakışta bunlar lüzumsuz taşınan ağırlıklar gibi gelse de, rolleri teknenin devrilme emniyetini arttırmaktır. Dilde de fazla hece malzemesi tıpkı teknede safranın oynadığı hizmeti görür, kelimenin rahat bir şekilde anlaşılmasını sağlar. Şunu da belirtmek yerinde olur ki, haberleşme tekniğinde, eğer sinyal sistemi kulak yerine göze hitap ederse, safrayı azaltarak bir kanaldan daha kısa bir zamanda daha çok haber göndermek kabil olur.
  • Düşünmek, ilmi araştırmalar sonunda sabit olmuştur ki en çok enerji(kalori) sarf edilmesi icap eden fiziki bir olaydır. Bu enerjiyi bulamadığı için veya sarf etmek külfetine doğuştan istekli olmayan insan yavrusu ise, böyle bir işe karşı daima tembellik içindedir. Her fırsatta ondan kaçmak yolunu bulur. Onun için, düşünme sporu ile bu işe alıştırılması ve düşünme sanatını öğrenmesi gereklidir.
  • Tatbikatten ilim adamı sorumlu değildir. Teknik buluşlar, iki yönlü, insanlık hayrına veya zararına kullanılabilir. İlim adamı güdümlü bir araştırma yapamaz. İlmin gayesi gerçeği aramaktır.
  • Mühendisler henüz cemiyete tam yaklaşamamışlardır. Doktorları düşünün: Bir toplantıda, bir mecliste bulunanlar doktora hemen dertlerinden, hastalıklarından bahsederler. Aynı toplantıda bir mühendis de bulunsa, kimsenin aklına evinin duvarındaki çatlaktan yahut zemindeki rutubetten bahsemek gelmez; kimse, bu dertlerin de bir mühendise danışılacağını düşünmez.
  • Çocuklarımıza durmadan tekrarlıyoruz: Muhakkak yabancı dil öğren! 'Düşünmeyi öğren!' derseniz bir hakaret oluyor. Düşünmeyi öğrenmek de, herhalde yalnız düşünmenin kanunlarını bilmek değildir. Belirli problemleri çözebilmek için elbette belirli bilgileri öğrenmek gereklidir; fakat bence önemli olan, asıl güçlük, problemleri kurmaktır. Çoğumuz problemleri yanlış kurduğumuz için, daha baştan çözümsüzlükle karşılaşırız.
  • Matematik, düşünme sanatını sembolleştirir. Bugün mantık da matematik esaslarına göre düzenleniyor. Boole cebri buna örnektir. Matematik, düşünmede ekonomi sağlar. İlim tarihi bize göstermiştir ki, basit ve sarih(açık) fikir, daima muğlak ve karışık fikre galip gelmiştir.

Dış bağlantılar

değiştir