Sudaki İz
Ahmet Altan'ın 1985'te yayımlanan daha ilk yıldan 3 baskı yapan eseri, müstehcen içerikten mütevellit yasaklanmışlığı ve dava yemişliği vardır
Sudaki İz, Ahmet Altan'ın ikinci romanı. İlk kez 1985 yılında Can Yayınları tarafından yayımlandı.
Alıntılar
değiştir- Bazen, gece yarısı, ben otuz üç yaşında bir kadınım, diye uyanıyorum. Uykuda düşünüyorum bunu herhalde, uyandığımda bu cümleyi kafamda hazır buluyorum. Düşünüyorum… Birçok şey yaptım, ama hiçbirini sonuna kadar yapmadım. Ben otuz üç yaşında bir kadınım. Evli, çocuklu bir kadın. Ama şikâyetçi de değilim, bu yaşımı da seviyorum. Yalnızca otuz üç yaşında olduğumu anlamakta güçlük çekiyorum. Bunu biliyorum ama anlamıyorum
- Beni daha çok şaşırtan ne, biliyor musun? Senin otuz beş yaşında olman. Benim büyümem her şeye karşın doğal geliyor da, senin büyümene akıl erdiremiyorum. İnsan çocukluk aşkının hep çocuk kalacağını sanıyor.
- Geniş suyun üzerinde duran iz ne kadar yalnızsa, bu küçük cümle de ["Otuz üç yaşındayım"] o kadar yalnızdı. Ve cümle kımıltısız dururken yalnızlığı gizli bir zehir gibi yayılıyordu. Fazıla, birden içindeki kül rengi durgunluğun yalnızlık olduğunu fark etti.
- "Kapanmamış, altına çizgi çekilmemiş hesaplaşmalarla dolu yaşamımız," diye düşündü. "Çirkin bir bıçak yarası gibi gittikçe büyüyüp derinleşen, sonunda bizi kendi karanlığının içine çekip yutan hesaplaşmalarla."
- Tehlikenin karşısında dostlarıyla durmak, giysilerini çıkarmadan sevişmek gibi bir şeydi. Oysa çırılçıplak olmak istiyordu.
- Başkaları bizim için tehlikeyse, biz de başkaları için tehlikeliyiz.
- İnandığı bir dava uğruna hapse girmek, acılar çekmek, onu mutlu ediyor, inançlarına olan bağlılığını artırıyordu. Çektiği acılar, inançlarının üzerinde en küçük bir çizik bile oluşturmuyordu. Çektiği acılardan dolayı inançlarından vazgeçmesi olanaksızdı, kişiliği bu inançlarla bütünleşmişti. İnançlarından vazgeçmek, kendinden vazgeçmek, yok olmak anlamına gelecekti.
- "Aslında delidir" dedi, "ama bunu saklamak için deli numarası yapar."
- Bana kendini göster Tanrım, beni isyankâr etme! Göster kendini, yoksa sana inanmayacağım!
- Tam bir evlilik, diye düşündü Fazıla, salon hareketli, yatak durgun.
Diyaloglar
değiştir- —Ben seni yargılamıyorum ki.
- —Yargılıyorsun. Sesinde var bu. Bütün salaklar, yarım inançlılar, inançsızlar gibi, sen de, bir şeye bütünüyle inanıp, yaşamını bu inançla, bütünleştiren insanlar hakkında kolayca bir yargıya varabileceğini sanıyorsun.
- —Ama ne kadar çok çocuk öldü.
- —Savaşlara da çocukları gönderirler, ne olacak? Onlar çabuk ölüyorlar, soru sormadan. Yaşamı bilmediklerinden, ölümü de bilmiyorlar, korkmaları gerektiğini anlamıyorlar. Korkmasını bilmeyen biri de gerçek bir mücadeleci olamıyor işte.