Tutsaklık Güncesi

Tutsaklık Güncesi (Fransızca özgün adıyla Journal de captivité), Louis Althusser'nin bir kitabı.

Alıntılar

değiştir
  • Anlatmaya başladıktan bir yıl sonra bütün bu zaman açığını kapatmıştı. Kendisine öndelik tanımak üzere üç gün hiçbir şey anlatmadı ve sonra bu üç günü anlatmak istedi; ne var ki söyleyecek hiçbir şey bulamadı ve bütün hazinelerinin tükenmiş olduğunu, bomboş kaldığını gördü -bildiği her şeyi çalmış olan piyanist, dünyanın bakışları önünde bomboş ve çıplak titriyor ve her şeyden yoksun: Dehşet içinde artık tek bir anısının bile kalmadığını fark etti.
  • Baraka da kalabalık, yalnızlık olanaksız. Acımasızlık olanaksız. Birine baktığım anda, bütün bu yaşantı karşısında çok güçsüz hissediyorum kendimi. Ve bir de bedenleri birbirine yaklaştıran, yüzleri ampulün altında birleştiren şu karanlık ve rüzgara, soğuğa doğru dönmeden üzerinden kalkamayacağınız şu daracık tahta parçaları.
  • Düşümde altı şubatı yaşıyorum. Çıplak ceset yığınları, uzaklaşan uçaklar ve mermiler. Sonrasında derin bir sessizlik. Önümdeki alanda, ağaçlar arasında bir grup kadın, hepsi de yaşlı ve beyaz ve bir de genç kız, ona bakıyorum, çok heyecanlıyım, onu sevebileceğimi daha o anda hissediyorum, ama bunu ona nasıl anlatabilirim? Ve birden aklıma parlak bir fikir geliyor: Yavaşça ilerliyorum, selamladığım yaşlı kadınların ellerini sırasıyla öpüyorum; kıza ayrıcalık tanıyamam: Yumuşak ellerini uzun süre ayırmıyorum dudaklarımdan.
  • Yine bir düş gördüm. Annem beni de yanına alıp bir arkadaşını görmeye gidiyor. Arabayla, Morvan'ın orta yerinde, gözlerden ırak küçük bir çiftlikte yaşıyor ablası. Araba yolu tırmanıyor. Arkadaşını çok üzgün olduğunu, kocasını yitirdiğini ve küçük kızından başka kimsesi olmadığını anlatıyor annem. Yol giderek dikleşiyor, uyuyakalıyorum. Uyandığımda varmış oluyoruz. Bilye oynamak için çok elverişli olduğunu düşündüğüm rüzgarlı, çorak, düz bir arazide küçük bir ev. Morvan her zamankinden daha yüksek görünüyor, yol dönüyor. Görünürde başka ev yok. Küçük kız orada, annemin arkadaşı da. Büyük, hüzünlü bir yüz. Konuşuyorum, üstelik kocasından söz ediyorum. Büyük yüzü daha da hüzünleniyor. Neden incelikten bu denli yoksun olduğumu soruyorum kendime, ama kendimi böyle konuşmaktan alıkoyamıyorum. Bizi davet ediyor: "Gelip mezarını görmek ister misiniz?".Bunu söyleyip söylemediğini anımsayamıyorum, yine de mezara doğru ilerliyoruz, o ve ben önde, annem arkada. Ondan daha hüzünlüyüm ve elini tutuyorum. Yol çok dik iniyor, koşuyoruz, hiçbir şey söylemiyorum. Ama ağlayacağımı iyiden iyiye hissediyorum. Biraz daha aşağı inince bir düzlüğe varıyoruz. Annem bizi izliyor, bekliyoruz onu. Yanımıza geldiğinde artık dayanamıyorum, kollarına atılıyor ve ağlıyor, ağlıyorum!
  • Yaşamlarımız her şeye bağlı olabilir, Kuzey'de, Güney'de kazanılacak birkaç askeri başarının elinde olabilir. Yaşamlarımız hiçbir zaman böylesine ucuz olmamıştı.
  • Burada, ilişkilerimiz tanımlanamayacak bir düzlemde, gerçek ve kurmacanın, gerçek ve yalanın karışımında yer alıyor. Kim bilir kaç kez, benimle konuşan birinin ciddi olup olmadığını, alay edip etmediğini düşünürken, hatta doğru bir yanıt alamayacak olsam da beni kandırıp kandırmadığını soracakken durdurdum kendimi, bunu yapmayı yasak ettim kendime.
  • Fransızlar yalnızca kendilerini ilgilendiren şeyleri kıskanıyorlar, gizemli ve ölçülüler.
  • Ama başa çıkılmaz görünen şeylerle sonunda baş edildiğini, en acı olayların bile gerçekte çok yalın olduğunu ve bunları yaşamanın değil, verdikleri korkunun daha ağır olduğunu da öğrendim. Uzaktan bana acıyanlar, gerçekte bana neyin acı verdiğini bilmiyorlar, acı çektiğimi düşünüyorlar yalnızca. Çoktandır geride bıraktığım, karşı karşıya gelip alt ettiğim bir acıyı yaşamamı bekliyorlar.
  • ...sonsuz bir sabır ve özel bir bağış olmaksınız, beni bekleyen şu iki sondan birinden kurtulamayacağım: kendini kandırmak ya da acı çekmek.
  • ...Parain'in 'acımasız, umursamaz bir kız' dan ya da benzeri bir şeysen, hatta kıskançlık ve ayrılıktan söz ettiği şu şiirini okumuştum, olabilecek en uyduruk tümcelerden birini yazmıştı, soru şuydu : "Dostunuz kaç yaşında? Yaşı 19, çok genç ve daha bu yaşta aşk acısını tatmış.Zavallı"
  • Üniformaları uzun süredir görmeye alıştığım için gözümde saygınlıklarını yitirdiler. Bir askeri, iyi giyimli bir sivilden daha rahat paylayabilirim.
  • Gerçekte, her zaman için söyleyecek bir şeyimiz vardır, ama nasıl söyleyeceğimizi bilmeyiz işte.
  • ...Bir şeyler yazma zorunluluğu, değer biçilmesi için değil, birkaç yıl sonra bir zamanlar nerede olduğumu öğrenmek için. Geçmişe yönelik içtenlik, bunu, toplumsal yaşantıdan uzak böylesi bir yerde gerçekleştirmek çok daha kolay, toplumsal ilişkilerin son derece ilksel olduğu bir yerdeyiz.
  • ...Sonsuz sınırlarım ve güçsüzlüklerim olduğunu ara vermeden, 'sürekli' öğrenmek, beni yüreklendirmek bir yana, harekete geçmeme engel oluyor. Sınırlarımı tanısaydım, kuşkusuz aşardım onları. Sonuçta, bugüne dek, değerimin ne olduğunu görmekten öteye gidemedim.
  • ... insanın insan karşısındaki sonsuz sıkıntısı.
  • Yağmurun süresi üzerine düşüncelere dalınca Chamisso'nun bir şiirini anımsadım : Ağustos ortasında (Almanya'da) öteden beri buğday ekilip biçilen topraklar, ekinleri tehlikeye sokan, insan yaşamını tehdit eden dinmek bilmez yağmurların baskınına uğruyor; bulutların dağılıp uzaklaşması için geleneklerin ve umurların yardımıyla gökyüzünü efsunlamak üzere bir kurul toplanıyor. Dualar bir işe yaramıyor ve inatçı yağmur, yaşı gereği toplulukta yağmurun tutumunu herkesten daha iyi bilen en yaşlı adamın uyarısından sonra diniyor: "yağmak mı istiyor? bırakalım dilediği kadar yağsın"
  • .... niyetlerimle ilgisi olmadığını hissediyorsam davranışımın değeri kalır mı? Niyetlerim bana yabancı geldiğinde niyetlerimin değeri kalır mı?
  • Bağlılık kavramını topluca yitirdik. İnsanlar arasındaki bir anlaşmazlığın kopardığı dayanıksız bağlar. Bilincin güçten düşmesi ya da alışkanlıklar edinen adamın yıkılışı. Hiçbir zaman edinmediğimiz kadar çok alışkanlık edindik, güçsüzlük işareti bu.
  • Açıklamak için yaratılmış bir adam. Her türlü uzlaşma için her şey hazır durumda. Uzlaşma, her şeyden önce, insanın eyleme geçmek yerine açıklamaya yöneldiği bir işlemdir. Ve korkaklar açıklamalar içinde boğulan insanlardır.
  • Dost edinmenin belli bir yaşı yok mudur? Seksen yaşında yeni dostlar edinebilir mi insan? Yaşlılıklarının sonunda birbirlerini dengene tutan iki yaşlı adamın öyküsü: Biri öldüğünde diğeri boşluğa yuvarlanır.
  • Ovaya egemen olan bir kulenin tepesinden bakarmış gibi izliyordu bu uçsuz bucaksız kalabalığı. Meridyenleri rahatlıkla aşan bir ordu gibi gece gündüz ilerliyorlardı; tek farkları, belirgin çizgilerin gündüzleri silinmesi, geceleri bedenlerinin karanlığa dönmesiydi; eşit adımlarla, amaçsız ilerliyordu insanlar. Kimi zaman, durduklarını, izleyicilerin boyları yüzünden seçilmeyen bir noktada toplandıklarını görüyordu; insan yığınının geri kalanı, kokmuş bir ete yapışan sineler gibi en öndekilere yapışıyordu. Şapkalar çıkarılıyordu; bu yavaşlıkla çelişebilecek bir başka yavaşlık varmış gibi bir tür devinimsizlik yayılıyordu ortalığa. Sonrasında, kalabalık yeniden kapanarak ve bir geçit törenindeymiş gibi açılarak ovada ilerlemeyi sürdürüyordu: ölüme dek yan yana olan insanlardı bunlar ve içlerinden birini toprağa vermek üzere orada burada duraklıyorlardı.
  • Çocukluğumdan bu yana gürültüsü değişmeyen tek şey: Dinmek bilmeyen yağmurlar. Bütün gece yağmur yağdı. Bir gün bütün anılarım yok olsaydı, yalnızca damlaların çatıya inatla vuruşundan bir zamanlar genç olduğumu anımsayabilirdim.
  • ...önceden ince kumlar üzerinde koşan Annah kıyı boyunca ilerliyordu ve geçtiği her yeri rıhtımda mektuplarıma yeni bir pul ekliyordu. Böylelikle, bakır, aşı boyası, tentürdiyotla nar çiçeği rengi, civit mavisi ve kan renginde ecza dükkanlarında sürüklenip duran şu zarflar gibi ulaştırıyorlardı bana. Annah coğrafyayı sulu boya resimden güçlükle ayırt ediyordu ve bir haritanın Canson kağıda fırça ve renk küpleriyle yapılan güzel resimlerden farklı bir şey olduğuna hiçbir zaman inandıramadım onu. Ne yazık ki artık yazmıyor bana ya da adımın çevresindeki pulları artık sökmeyen postacılar eskisi gibi özenli değiller, bilemiyorum. Ama savaştan sonra, kıyıları, rıhtımları ve pulları olan ülkeleri dolaşıp bulacağım onu..
  • ...soğuğun ilk belirtileri, dondurucu havanın kucaklanmasıyla çıplak kalan ilk ağaçlar, gökyüzünde cılız dalların pençeleri ve beden soğuktan ürperiyor, kışa gömülüyor: Uzaklarda, karanlıkta yitip giden bir yol. Yünlü giysilere ve yalnızlığa sımsıkı sarınarak, bir düşteymişçesine bu bitimsiz yola koyulup ürpermek kolay. Bedenin tek başına geçirdiği kaç kış atlattık böyle.
  • ...nesneleri yerli yerine koymak, sonsuza dek duracakları, bundan böyle sürekli olarak kalacakları yere koymak, varoluşun içinde büyük bir uğraş bu.
  • Susmak, bugüne dek yaşamak zorunda kaldığımız şeyleri saklamaktır.
  • Yaşam boyu saklandığı için söylenmesi ağır gelen sözler vardır...