I. Selim
9. Osmanlı padişahı (1512–1520)
(Yavuz Sultan Selim sayfasından yönlendirildi)
I. Selim | |
---|---|
9. Osmanlı Padişahı | |
Doğum tarihi | 10 Ekim 1470 |
Doğum yeri | Amasya |
Ölüm tarihi | 22 Eylül 1520 |
Ölüm yeri | Tekirdağ, Çorlu |
Vikipedi maddesi Vikiveri öğesi |
- "Cesaret insanı zafere, kararsızlık tehlikeye, korkaklık ise ölüme götürür."
- "Haine cesaret veren merhamet, zulme yakındır."
- "Şîrler pençe-i kahrımda olurken lerzân; Beni bir gözleri âhûya zebûn etti felek."
- (Günümüz Türkçesiyle: Aslanlar, kahrımın pençesinde titrerken felek beni bir ahu gözlüye güçsüzce bağlı kıldı)[1]
- "Benim için, o mübarek makamların hizmetçisi olmaktan daha büyük şeref olamaz. Bana Hadimül-haremeyn (Mekke ve Medine'nin Hizmetçisi) diyin."
- (Sultan Selim Mısır’ı fethedip hilafeti üstlenince, kendisine Sultanül-haremeyn diyen hatibine verdiği yanıt.)
- "Kılıcımız parladıkça düşmanın gözü ondan ayrılıp bizi göremez. Ama Allah esirgesin, bir gün paslanır da yaltırıklanmazsa düşman bizi görmek değil, bir de tepeden bakar."
- "Devletleri yıkan tüm hataların altında nice gururun gafleti yatar."
- "Biz bunca meşakkate alkış uğruna katlanmadık, halis niyetimiz rızayı ilahidir."
- "...Ben Allah'ın emirlerini yerine getirmek, zulüm görenlere yardım etmek için zırh giydim, kılıç kuşandım!"
- Vükela ve ümeranın süslü elbiseler giymesi padişahlarına tâzimden ileri gelir. Biz Allah'tan başka kime tâzime mecburuz ki bu külfeti ihtiyâr edelim? Bizim padişahımız Allah, vücudu saran elbiseye değil, içindeki imâna bakar.
- (Sade giyinmesinin nedeni sorulduğunda verdiği yanıt.)
- "Be hey asker kıyafetli korkaklar! Maiyetimde yiğitlik ve kahramanlık göstereceğinize böyle mi hareket edersiniz! Askerde itaat emre karşı gelmek midir?.."
- (Çaldıran Savaşı için seferdeyken askerlerin isyan etmesi üzerine yaptığı konuşmadan.)
- "Yaralı gönlümü, sevgilinin gece renkli zülfünün hayaliyle sardım. Geceleyin merhem bulamayan o yaranın vay haline!"
- "Şah İsmail üzerine seferim vardır!"
- Pâdişâh-ı âlem olmak bir kuru kavga imiş,
Bir velîye bende olmak cümleden a’lâ imiş…[2] - "Hava kararsın, herkes evlerine dönsün, sokaklar boşalsın, ben ondan sonra İstanbul’a gireyim. Fânîlerin alkışları, zafer takları ve iltifâtları bizi nefsimize mağrûr edip yere sermesin!"[3]
- "Şâyet askerlerimin torbalarında, geçmiş olduğumuz yerlerden alınmış bir şey bulunsaydı, Mısır Seferi'nden vazgeçecektim!.."[3]
- (Mısır Seferi'nde rûhunu saran bir endişe üzerine askerlerinin torbalarını, geçilen yerlerden koparılmış meyve var mı, yok mu diye hassâsiyetle aratmasına mukabil.)
- "Gönül ister ki, Afrika’nın kuzeyinden Endülüs’e çıkayım ve sonra Balkanlar üzerinden tekrar İstanbul’a döneyim!"[3]
- (Mısır'ın Fethi’nden sonra, 10 Eylül 1517’de Kâhire’den İstanbul’a dönerken.)
- "Ben pâdişâh olursam, İslâm birliği yolunda ciddiyetle yürüyeceğim; hattâ Mevlâ ruhsat verirse, Hind ve Tûran’a gideceğim ve doğuda da batıda da i’lâ-yı kelimetullâha çalışacağım. Zâlimlere, evlâdım olsa dahî merhamet etmeyeceğim. Zamanımda rahatlık olmayacak, ahâlîye tasallut edilmeyecektir. İşte benim hâlim!.. Biraderim ise, rahatı sever ve yumuşak bir tabîatı vardır. Eğer seferden korkmaz ve çileye tâlib olursanız, bana bey’at ediniz! Aksi halde sultanlık için kardeşim Şehzâde Ahmed’i tercîh ediniz ki, onun zamanında rahat ve safânızla meşgul olursunuz!.."[4]
- (Tahta dâvet edilip İstanbul’a geldiğinde Yeniçeri Ocağı’nın ileri gelenleri ve devlet ricâline pâdişâh olmadan az önce yaptığı konuşmada hitaben.)
- "Ey kardeşim! Ne sen böyle yapsa idin, ne de ben böyle yapmak mecbûriyetinde kalsaydım!.."[3]
- (Devletin bekâsı için bertaraf etmeye mecbûr kaldığı kardeşi Korkut’un tabutunun altına girmiş ağlarken.)
- "İsteyenler, karılarının yanına dönüp entarilerini giyebilirler! Ben düşmana karşı tek başıma da gidebilirim!"[3]
- (Çaldıran Seferi’nde, çadırına ok atacak kadar ileri giden askerlerin isyan etmesi üzerine, irâd ettiği nutuktan bir bölüm.)
- "Hasan görmüyor musun; önümüzde Allâh’ın Rasûlü Fahr-i Kâinât -sallâllâhü aleyhi ve sellem- Efendimiz yürüyor?!. O Âlemler Sultanı yaya yürürken biz nasıl at üzerinde olabiliriz?"[3]
- (Mısır Seferi’nde Sînâ Çölü’nü geçerler iken Sultan Selim’in atından inip yürümeye başlaması üzerine, askerî erkân, hayret ve dehşet içinde kalırlar. "Atların bile kanının kaynadığı, zor yürüdüğü bu çölde Sultan, niye atından indi, yürümeye başladı?" diye fısıltılar başlar ve akabinde askerî erkân da, mecburen atlarından inip yürümeye başlar. Paşalar, Sultan Selim’in nedimi Hasan Can’a "Ne olur Hünkâr’a sor. Bu acep ne iştir?" derler. Hasan Can da, Sultan Selim’e merakla, bu hâlin neyin nesi olduğunu sorunca Sultan Selim bu yanıtı verir.)
- "Mısır’ı aldık, lâkin Sinan Paşa’yı kaybettik!.."[3]
- (Memlük Fedâîleri’nin Sultan Selim’i öldürüp savaşı kazanabilecekleri planlarından haberdar olması üzerine Sinan Paşa durumu Padişah’a arz edip onun elbiselerini giyer ve Fedâîleri kendi üzerine çeker. Yavuz, arkadan yetişip fedâîleri bertaraf edinceye kadar, Paşa’nın şehit olması üzerine bunları söyler.)
- "Âkıbet görürsün hele Ferhat!. Sen şimdi İskender’i koruyup duruyorsun, ama bu korumaktan ne fayda çıkacağını inşâallâh birbirinize karşı asıldığınız zaman görürsünüz!.."[3]
- (Bir gün dîvândan içeri hiddetli bir şekilde girip bir zaman odada dolandı ve kendisini kızdıran şeyi mırıldanıp durdu. Ferhat Paşa’nın İskender Çelebi’yi olur olmaz koruyup kayırmasına gazaplanmıştı. Çünkü aralarındaki dostluktan başka şeyler sezinlemişti. Sonunda yüksek sesle şu sözleri sarfetti.. Aradan seneler geçtikten sonra Kânûnî devrinde bu iki şahıs dediği gibi karşı karşıya asıldılar.)
- "Paşa! Mekke ve Medîne pâdişâhlığı Server-i Kâinât’ın evlâd-ı kirâmı elindedir. Ben o memleketi asker ile varıp almadım. Onlar, kendi kemâlât, hüsn-i edeb ve ihsânlarından dolayı İslâm birliği yolunda bana itâat eylediler. Bu izzetin mükâfâtı üzerime vâcibdir. Hakk Teâlâ’ya gece gündüz şükrederim ki, o mübârek beldelerde okunan hutbelerde ismim yâd olunur. Bu seâdeti cihan pâdişâhlığına değişmem! Bu itibarla Harameyni’ş-Şerîfeyn’in halkına ne lâzımsa esirgemeyesin! Ve sakın ola o iki mübârek beldenin umûruna müdâhale etmeyesin!"[3]
- (Mekke ve Medine kazaskerliğini verdiği Pîrî Paşa’ya hitâben söyledikleri.)
- "Hasan, Hasan!.. Sen bizi bunca zamandan beri kiminle bilirdin?.. Cenâb-ı Hakk’a teveccühümde bir kusûr mu müşâhede eyledin?"[3]
- (Ölüm döşeğinde kendi halini kastederek nedimi Hasan Can'a
- "Hasan Can, ne hâldür" diye sorması üzerine, artık ömrünün son anlarını sezen Hasan Can'ın
- "Pâdişâhım, artık Allâh Teâlâ ile beraber olmak zamanınız herhalde geldi!" demesi üzerine yanıtı.)
- "Bana getirdiğin şu usûlsüzlük teklîfi dolayısıyla yemîn ederim ki seni de teklîf sahibini de katlettirirdim. Fakat «Sultan Selîm, parasına tama’ ettiği için bezirgânı ve defterdarı öldürttü.» demelerinden çekinirim. Tez bezirgânın parasını iâde edin ve bir daha huzûruma böyle kanuna uygun olmayan şeyler getirmeyin!"[3]
- (Sefer üzre olunduğundan birtakım masraflara hazîneden henüz para ulaştırılamamış ve zengin bir kimseden borç alınmıştı. Daha sonra hazîneden para geldi ve defterdar da alınan bu borcu sahibine takdim etti. Ancak adam'ın defterdara şöyle bir teklîfte bulunması üzerine "Servetim hayli çoktur. Bir oğlumdan başka kimsem de yoktur. Kabûl ederseniz, verdiğim paramı hazîneye bağışlayayım. Buna mukâbil siz de benim oğluma devlet kapısında bir iş verin." Bu talep Sultan’a arz edilir. Teklifi getiren defterdara öfkelenerek bu yanıtı verir.)
- "Ulemânın atının ayağından sıçrayıp bizi boyayan çamur, bizim için şereftir. Mübârektir. Bu çamurlu kaftanı, ben ölünce sandukamın üzerine kapatın!"[3]
- (Sultan Selim ve ordusu Adana civarında iken şiddetli bir yağmura tutulması ile her yer çamur deryâsı olmuştu. O sırada Sultan Selim, devrin meşhûr âlimlerinden Kemâl Paşazâde ile yanyana at üstünde sohbet ederek gidiyorlardı. Birden Kemâl Paşazâde’nin atı ürktü ve ürken atın ayağından sıçrayan çamur, Padişah’ın üstünü baştan başa boyadı. Kemâl Paşazâde'nin çok üzülmesine binaen rengi attı. Padişah, ona dönerek mütebessim bir çehre ile bu yanıtı verdi.)
- "Oğlum, o kadar süslenmişsin ki, anana giyecek bir şey bırakmamışsın!.."[3]
"Bre Süleyman, sen böyle giyinirsen, anan ne giysin?"[5]
- (Bir gün oğlu Süleyman’ı çok süslü görünce, nükteli bir şekilde söyledikleri.)
- "Büyük evliyâullâhın meclisinde onlar konuşurlarken başkalarının konuşması -velev cihan pâdişâhı da olsa- uygun düşmez. Biz sultan isek de, böyle mâneviyat sultanlarının himmetlerine her zaman muhtâcız. Şâyet huzûrunda konuşmam gerekseydi, bunu belli ederler ve söz etmemi te’mîn ederlerdi."[6]
- (Şam’da yetişen tanınmış velîlerden Muhammed Bedahşî’yi ziyâretinde hiç konuşmamış, sadece dinlemiş ve sonra da huzûrundan öylece ayrılmıştı. Beraberinde bulunan devlet ricâli, Sultan Selim’in bu hâline şaşırarak ona: "Sultanım! Sadece dinlediniz. Ne hikmettir ki, bir kelâm bile sarf etmediniz." derler. Sultan Selim onlara bu yanıtı verir.)
- O peygamberIerin padişahıdır. Diğer peygamberIer o’nun ordusudur. YaradıIistan maksat o’dur. Bu kevn-u mekân o’nun yüzü suyu hürmetine yaratıImış bir tufeyIdir.
- Sanma şâhım / herkesi sen / sadıkâne / yâr olur
Herkesi sen / dost mu sandın / belki ol / ağyâr olur
Sadıkâne / belki ol / bu âlemde / dildâr olur
Yâr olur / ağyâr olur / dildâr olur / serdâr olur.
(Kendisine hakaret içeren şiirler gönderen Safevi hükümdarı Şah İsmail'e yazdığı şiir. Bu şiir soldan sağa ve yukarıdan aşağıya okunduğunda aynı dizeleri verir. Dünyada benzeri yoktur.)
- Derdi olan neylesin?
Derdi neyse söylesin.
Korkuyorsa neylesin?
Hiç korkmasın söylesin.
- (Dörtlükteki sorular bir cariye, cevaplar ise Sultan Selim tarafından aynı kâğıt üzerine mektuplaşır gibi yazılmıştır.)
- Ey gönül! Başkasından yardım ve dostluk umarak yaşama,düşmandan da korkma! Devlet ve saltanat ancak Allah'ın verdiğidir.
Ey canım, eğer sana Selimî gibi yüz tane devlet ve saltanat dâhi verilse cihana bağlanıp dosttan uzak olma.
Güneş Mustafa'nın yüzünün aynasının bir aksidir. Her iki âlem, Mustafa'nın bir kılına bağlanmıştır.
Gönlünü ve canını O'nun aşkına veren kimse ne kahramandır! Düşüncesi daima Mustafa olan kimse ne huzur ve rahat içindedir.
Her dertli, mihnete tahammül için biraz gönlünde kuvvet buluyorsa bu kuvvet Mustafa'dan gelir. Onun için her dertli O'na minnettardır.
O Peygamberlerin Padişahıdır. Diğer peygamberler O'nun ordusudur. Yaradılıştan maksat O'dur. Bu kevn-ü mekân O'nun yüzü suyu hürmetine yaratılmış bir tufeyldir.
Ümit sabahı Mustafa'nın güzel yüzüdür. Gayıp sırları O'nun ârif olan gönlünden doğar.
Ümit eliyle Mustafa'nın eteğine yapışan herkes güneş gibi ayağını feleğin üstüne basar.
O'nun aşkı ile gönlü mahzun olan her sîne ne bahtiyardır! Mustafa'nın yoluna kurban edilen can,ne aziz bir candır!
Ümmetlerin cevahir madenlerinden çıkardıkları bütün lâ'l ve inciler Mustafa'nın (gazada kırılan) tek inci dişinin diyetidir.
Son Sözleri
değiştir- "Hasan! Sûre-i Yâsîn’i oku!"[3]
Hakkında
değiştir- "Halk, Yavuz’un ihtişâmını seyretmek için sokakları ve pencereleri doldurmuş idi. Yavuz’u çok değişik zannediyorlar, giyiminin ve kavuğunun etrafındakilerden farklı olacağını düşünüyorlardı. Yavuz ise, önde değil, cengâverlerinin ortasında idi. Elbiseleri ve kavuğu, yanındakilerden farklı değildi. Ve önüne bakarak mütevâzî bir şekilde yürüyordu."[3]
- (15 Şubat 1517’de parlak bir merâsimle Memlûklular’ın sarayına girmesiyle birlikte, halkın Sultan Selim’i Kâhire’de karşılayışını devrin vakanüvisinin ağzından.)
- "Sultan Selîm Han’a itâatte kusûr etmeyin! O, Allah katında övülmüş bir pâdişâhtır. O, fetihle vazîfelendirilmiş bir İslâm kılıncıdır."[3]
- (Şam’da yetişen büyük alim ve veli Muhammed Bedahşî ölüm döşeğinde iken Şam’ın ileri gelenlerine vasiyet ve nasîhati.)
Kaynakça
değiştir- ↑ Aksan, Doğan (1995). "Şiir Dili ve Türk Şiir Dili: Dilbilim Açısından Bakış". Engin yay., sayfa 115. ISBN 9757287636
- ↑ Osman Nuri Topbaş, Âbide Şahsiyetleri ve Müesseseleriyle Osmanlı, Hülasa Bab'ı
- ↑ 3,00 3,01 3,02 3,03 3,04 3,05 3,06 3,07 3,08 3,09 3,10 3,11 3,12 3,13 3,14 3,15 a.g.e.
- ↑ Osman Nuri Topbaş,Âbide Şahsiyetleri ve Müesseseleriyle Osmanlı,I.Bölüm,Kısım - Yavuz Sultan Selim
- ↑ A. Ragıp Akyavaş, Üstad-ı Hayat, Ankara: 2005, 1/241
- ↑ Osman Nuri Topbaş, Âbide Şahsiyetleri ve Müesseseleriyle Osmanlı, I. Bölüm, Kısım - Yavuz Sultan Selim