Reşat Nuri Güntekin
Türk roman, öykü ve oyun yazarı
(Eski Hastalık sayfasından yönlendirildi)
Reşat Nuri Güntekin | |
---|---|
Doğum tarihi | 25 Kasım 1889, 1889, 1892 |
Doğum yeri | İstanbul |
Ölüm tarihi | 7 Aralık 1956 |
Ölüm yeri | Londra |
Vikipedi maddesi Vikiveri öğesi |
Reşat Nuri Güntekin (25 Kasım 1889, İstanbul - 7 Aralık 1956, Londra), Cumhuriyet dönemi edebiyatında önemli bir yeri olan Çalıkuşu, Yaprak Dökümü ve Dudaktan Kalbe gibi eserlere imza atmış roman, öykü ve oyun yazarıdır.
Eserleri
değiştirGizli El (1922)
değiştir- Bu kadar çok vakit, bu kadarcık bir zaman çerçevesine nasıl sığmıştı?
Çalıkuşu (1922)
değiştirAna madde: Çalıkuşu
- Dördüncü sınıftaydım. Yaşım on iki kadar olmalı. Fransızca muallimimiz Sör Aleksi, bir gün bize yazı vazifesi vermişti. "Hayattaki ilk hatıralarınızı yazmaya çalışın. Bakalım neler bulacaksınız? Sizin için güzel bir hayat temrîni olur," demişti.
- İnsan yaşadığı yerlerde beraber bulunduğu insanlara görünmez ince tellerle bağlanırmış; ayrılık vaktinde bu bağlar gerilmeye, kopan keman telleri gibi acı sesler çıkarmaya başlar, hep birinin gönlümüzden kopup ayrılması bir ayrı sızı uyandırırmış. Bunu yazan şair ne kadar haklıymış!
- Sen, kurşunla vurulanları hiç işitmedin mi, be hemşireceğim? Bazıları, vurulduklarının fakında bile olamazlar, üç beş adım koşarlar, kaçıp kurtuluyoruz sanırlar. Yara sıcakken acımaz, hemşireceğim. Hele bir kere soğumaya başlasın. Sen bak, seyret o kızcağız nasıl yanıp yakılacak?
- Yan yana yürümeye başladık. Yeni yakalanmış bir kuşun yüreği, göğsünde nasıl atarsa benimki de öyle atıyordu. Fakat zannediyorum ki, beni bıraksa da artık kaçmaya kuvvet bulamayacaktım.
- Yara sıcakken acımaz, hemşireciğim. Hele bir kere soğumaya başlasın. Sen bak, seyret o kızcağız nasıl yanıp yakılacak?
- Sevmek denen şeyin rolü bu kadar insanı yakıp titretecek bir şey olursa kendisi kim bilir neydi?
Damga (1924)
değiştir- Çocukluğumun en eski hatırası bir ağustos şenliği gecesidir. Bu hatıra, görülmüş bir şeyden ziyade vaktiyle dinlenmiş bir masalın hayalde bıraktığı izlere benzer: Bu dünyada başka bir âlemde ucu bucağı olmayan bir bahçe... Ağaçlarında renkli fenerler yanıyor. (...) Bana öyle gelir ki, ezel karanlığından o gece doğdum.
- İnsan için, her şeyi söylerler... Ne çıkar? Elverir ki, vicdanı temiz olsun...
- Kanun bana damga vurdu. Namuslu insanların arasından sürüp çıkardı. Bütün sevdiklerimin yabancısı oldum. Bu gece, bu serseriler arasında geçirdiğim iki saat, bana anlaşılmaz bir sükûn ve kuvvet verdi. Acaba ben, sahiden bu âlemin adamı mı oldum? Bilmiyorum. Fakat, muhakkak olan şu ki: insan, kimin yanında yüz karası yoksa, kimin yüzüne çekinmeden bakarsa, kendini ona yakın buluyor...
Dudaktan Kalbe (1925)
değiştir- Ben çiçeklere "toprağın sevdası" derim Kınalı Yapıncak... Onlar da toprağın dudağında birer buse olarak açılıp sönüyorlar... Hangisi toprağın kalbine gitmeyi düşünüyor?
- Mesut olmak için de asıl çare budur: Sevdayı dudaklardan öteye bırakmamak, zehir gibi kalbe inmesine meydan vermemek.
Akşam Güneşi (1926)
değiştir- Şu adamı gördün mü Doktor Bey, dedi, Hani Cenabı Hak, kitabında Hazret-i Peygamberin son peygamber olduğunu yazmasaydı ben, bu adama peygamber derdim.
- Ilık sakız kokuları içinde uyuşmuş gibi görünen bu sakin adası, Sarayın bir menfası hükmündeydi. Gözden düşen, fikirlerinden korkulan mabeyin adamlarını buraya mutasarrıf gönderirlerdi.
- Dininden sana, bana ne ki Doktor Bey... O, Allah ile kendi arasında bir iş... Benim atı da dereye sokup abdest aldırayım, beline köteği vurup secdeye yatırayım, yemini, suyunu kesip mükemmel oruç tutturayım... İnsan olmadıktan sonra ibadet etmiş neye yarar ki?... Beş altı yıl evvel burada İlyas Efendi diye bir doktor vardı... Toprağı bol olsun, gâvur muydu, çıfıt mıydı ben de bilemem amma, nice müslümanlardan iyi idi. Başı darda kalana medet ederdi... Hâşâ sümme hâşâ, ben Cenab-ı Hakkın yerinde olsam bu İlyas Efendinin kabrine her gece nur indirirdim.
- Diş ağrısı çok fena şey enişte, dedi. Fakat yeri belli olan, ağrılardan korkmamalı. Derinlerden gelen bazı ağrılar var ki...
- Ben belki çok fena bir kızım... Sayılmayacak kadar kusurlarım var... Bunlara karşı kendimde bir tek meziyet görüyorum... Yalan söylemeyi bilmemek...
Bir Kadın Düşmanı (1927)
değiştirAna madde: Bir Kadın Düşmanı
- Vücudumun çirkin kabuğu altında sevgi ile, rikkat ile dolup taşan zengin bir kalbim varmış... Ne çare ki kimse beni sevmemiş, kalbimdeki o taşkın memba kendi kendine kurumuş. Sevgilerim nefrete, kine, bedhahlığa kalbolmuş...
- Ömrümün bütün acı yahut renksiz günleri bir an için eski bir masal oldu.. Onun için muhakkak söylemek lazım.. Saadeti saklamak, acıyı saklamaktan çok daha güç...
- Ben en ziyade ağustos böcekleriyle kurbağalara acıyorum. Biçareler ihtimal gramofonu kendilerine rekabet için bu diyara gelmiş bir acayip hayvan sanıyor, onun yırtıcı sesine ne yapsalar mukabele edemeyeceklerini anlayarak ümitsizliğe düşüyorlardır...
Yeşil Gece (1928)
değiştir- Kafaları değiştirmeden idareyi değiştirmek öyle pek tamah edilecek bir netice vermiyor.
- Çok doğru söylemişler... İnkılap denilen şey bir günde olmuyor...
- İstediğimiz şeye inanmak, istediğimiz şeyi zihnimizden çıkarıp atmak kendi elimizde miydi?
Acımak (1928)
değiştir- Acımak... Ben insan ruhlarındaki derinliğin ancak, onunla ölçülebileceğine kaniim. Evet, dibi görünmeyen kuyulara atılan taş nasıl çıkardığı sesle onların derinliğini gösterirse başkalarının elemi de bizim yüreklerimize düştüğü zaman çıkardığı sesle bize kendimizi, insanlığımızın derecesini öğretir...
- Günümün birkaç saatini kitaplara verdim. Okurken başka bir dünyaya girer bütün dertlerimi unuturdum.
- Ben zannediyordum ki ömürlerimizin teknesini istediğimiz sahile götürmek için yalnız onun dümenini ele almak kafidir... Şimdi anlıyorum ki değilmiş... Yollar görünmez kayalarla doluymuş... Onlara çarpmamak lazımmış... Daha fenası gizli cereyanlar varmış ki insan onlara kapıldığı zaman yolun değiştiğini, gittikçe uzaklaştığını farkedemezmiş... Ta kendisini başka sahillere düşmüş görünceye kadar...
- İnsanlar hiçbir vakit ıstırap çektikleri zamandaki kadar güzel olmuyorlar.
- Çocuğumun mezarına ancak kalabalık çekildikten sonra gidebildim. Orada bile hala beni görenler varmış gibi ağlamaya cesaret edemiyordum. Kızıma: "Kurtuldun çocuğum" dedim. "Yaşasaydın muhakkak bedbaht olacaktın. Kurtuldun. Rahat rahat uyu. Keyfine bak!"
- Hayat benim için asıl bugünden itibaren başlıyor. Geçen bir sene esnasında kırılıp sakatlanan umdelerime tam bir sadakat göstermek artık kendi elimde.
- Memleketin ancak okuyup yazmakla kurtulacağına inananlardanım.
- Benim için sevmek bir başka insanın vücudundan, ruhundan bir parça hükmüne girmek, onunla beraber gülüp ağlamak, ıstıraplarını paylaşmak demekti.
Yaprak Dökümü (1930)
değiştirAna madde: Yaprak Dökümü
- Kendi köşesinde çalışan, belki de kendi halinden, hayatından memnun olan insanlarda olmayacak birtakım arzular ve isyanlar uyandırmak doğru mu?
- —Ben, eski bir insanım. Anlaşmamıza imkân yok. İnsanların paradan başka şeylerle de mesut olacaklarına inanarak yaşadım. O kanaatle öleceğim.
- Genç adam, Ali Rıza Bey'e acır gibi bir tavırla cevap verdi:
- —Tamamıyla haksız değilsiniz. İnsan, mesela ibadet, yahut çalgı ile meşgul olmakla; zerzevat, çiçek, yahut çocuk yetiştirmekte de bir teselli bulabilir. Ancak bunun için de hiç olmazsa yaşayacak kadar bir para lazımdır. Çiçek meraklısısınız; fakat biraz paranız yok değil mi? Ne kadar uğraşsanız topraktan istediğiniz renkte, kokuda bir çiçek alamayacağınıza emin olun... Babasınız, çocuklarınız var, paranız yok değil mi? Evlatlarınız âhir ömrünüzde size bir feci yaprak dökümü manzarası seyrettirmekten gayri saadet vermezler.
- Büyütülecek beş çocuğu olan bir adam, hayata karşı bir kayıtsız seyirci mevkiinde kalamazdı.
- Fikret, galiba yanlış terbiye edilmişti. Çirkin bir kalbin içine uyanık bir ruh koymak niçin? Beğenilmediğini, her yerde, her şeyde ihmal edildiğini daha çabuk fark etsin diye mi? Çirkinin ağzındaki güzel söz, acizin ağzındaki haklı söz kadar boş, faydasız bir şeydi.
- Üzülme baba, dedi. Pek darda kalırsan bana gelirsin; sana kendi evladım gibi bakarım.
- Kendi etinden ve kalbinden bir parça demek olan bir insanı, ümit ve şerefin mezarı demek olan bir hapishanede bırakmıştı.
- Fukaralık Ali Rıza Bey için ne güzel bir mektep olmuştu. Her şeyi hakiki rengiyle, hakiki çehresiyle görmeye başladı.
- Dünya değişti. Dünya ile çocuklarımızın da değişmesini bir dereceye kadar anlıyorum. Fakat sana ne olduğunu, senin niye bu kadar değiştiğini bir türlü anlayamıyorum.
- Anlaşılan çocuklarla fincan takımları arasında pek fark yoktu. Kırıla kırıla bir tek kaldıkları gibi işe yaramaz oluyorlar, bir köşeye atılıyorlardı.
- Bir aile kurmak onun gözünde bir devlet kurmak kadar ehemmiyetli bir işti.
Kızılcık Dalları (1932)
değiştir- Kurdun çocuğu nihayet kurt olur. Demek Bülent de artık asaletini, Gülsüm'le arasındaki büyük insanlık mesafesini idrake başlamıştı!..
Gökyüzü (1935)
değiştir- Sandıklar dolusu kitap okuyorum senelerce etrafımdakilerle ve kendi kendimle çarpışıyorum, birçok sevgilerimi, meyillerimi, ümitlerimi, kan ve göz yaşlarına bakmadan boğazlıyorum. Bütün bu didinmeler niçin? Kafamı rüya ve esatirden temizlemek, istiklallerin en güç elde edileni olan fikir istiklâline erişmek için değil mi?
Eski Hastalık (1938)
değiştir- Sokakta şöyle kaşlarımdan birini kaldırarak göz uciyle süzdüğüm kadının bana ehemmiyet vermediğini görürsem, oradan geçen birine hoşça bir lâtife söyleyiveririm. Kızım sana söylüyorum, gelinim sen dinle gibilerde.
Ateş Gecesi (1942)
değiştir- Nihayet, gece, içinden ne renkte bir sabah çıkacağı bilinmediği için ümide de hayli pay bırakan bir kapalı kutudur.
- Biraz evvel bahçede bana karşı o kadar soğuk bir vaziyet aldıktan sonra bu bakış niçin?
Değirmen (1944)
değiştir- Düşmesini istemeyen, zamana ayak uydurmasını bilmeliydi.
Miskinler Tekkesi (1946)
değiştir- Evet, intikam duygusunun yokluğu bir insan için belki iyi alâmet değildir. Fakat ben hayatımın hiçbir çağında böyle bir heyecanın, beni yoklamadığını itiraftan çekinmeyeceğim. Ne yapalım, böyle yaratılmışım. Cüzzamlı yanık acısına ne kadar duygusuzsa, ben de kuyruk acısına öyleyim.
- İntikamın faydalı bir tarafı vardır. Yaptığı kötülüğün yanına kalmadığını gören kimse (hiç olmazsa acısını unutuncaya kadar) sizi rahat bırakır. Bu da doğru. Fakat unutmamalı ki bu neticeye varmak için daha yumuşak yollar da vardır. Meselâ yalvarmak. Benim o zaman bana sataşan çocuklara yaptığım gibi: "İki gözüm kardeşim. Bilirim sen benim başımı yarabilirsin. Hiç ben, seninle başa çıkabilir miyim? Başım yanlırsa yazık değil mi bana... Vesaire..." Hele bunu söylerken biraz da boynunu bükmesini, sesini titreyerek sızıldanmasını bilirsen hiç mesele yoktur. Meslek icabı olarak gayet iyi bilirim: Oldukça dişe dokunur bir maddî menfaate dayanmayan meselelerde rica ve niyaz en kuvvetli bir silâhtır. Yalvarmasını, amma usul ve âdabına göre yalvarmasını bilen insan için açılmayacak kapı, erilmeyecek mertebe yoktur. Nitekim ben, daha o yaşta gayet ustalıkla kullanmağa başladığım bu silâh sayesinde kendimi yalnız sokak çocuklarının şerrinden korumakla kalmıyor, onları burnu halkalı Arap köleler gibi tepe tepe kullanıyordum.
- İnsanın en miskini sıkıyı görünce düldül oluyor Yarabbi!
Kan Davası (1961)
değiştir- Her ümidi kaybetmiş olabilirsin... Bütün dünya seni terk etmiş, sana düşman kesilmiş olabilir. O şartlar içinde dahi vazifen ümitsizliğe düşmemektir. Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki kandadır.