Milan Kundera
Çek asıllı Fransız yazar
Milan Kundera | |
---|---|
Doğum tarihi | 1 Nisan 1929 |
Doğum yeri | Brno, Královo Pole, Brno |
Ölüm tarihi | 11 Temmuz 2023 |
Ölüm yeri | Paris'in 7. bölgesi, Paris |
Vikipedi maddesi Vikiveri öğesi |
Milan Kundera, Çek-Fransız yazar.
Eserleri
değiştirAyrılık Valsi (1972)
değiştir- Bir insanın yüzünün, ruhunun izini taşıdığını kanıtlamak eğiliminde. Bu büyük bir saçmalıktır. Ruhumu kocaman bir çene ve şehvetli dudaklarla düşlüyorum oysa küçük bir çenem ve küçük bir ağzım var. Kendimi hiç aynada görmemiş olsam ve kendimi içten tanıdığım kadarıyla dış görünüm çizmek zorunda kalsam, resmim aslına hiç benzemezdi! Ara sıra göründüğümden çok farklı oluyorum!
- Dünyayı düzeltmeyi istemeyecek kadar yaşlıyım.
Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği (1984)
değiştir- Peki, ağırlık gerçekten nefret edilesi, hafiflik de göz kamaştırıcı mıdır?[1]
- s. 13
- Yaşadığı yeri terk etme arzusundaki insan mutsuz bir insandır.
- Bir kadınla sevişmek ve bir kadınla uyumak iki ayrı tutkudur, sadece farklı değil aynı zamanda da zıt tutkular. Aşk çiftleşme arzusunda (sonsuz sayıda kadına kadar uzanabilecek bir tutku) duyurmaz kendini, uykuyu paylaşma arzusunda duyurur (tek bir kadınla sınırlı olan bir arzu).
- s. 23
- Çok sayıda kadının peşinde koşan erkekleri iki kategoriye ayırabiliriz. Bazıları bütün kadınlarda kendi öznel ve değişmez kadın düşlerinin gerçekleşmesini beklerler. Ötekiler ise nesnel kadın dünyasının sonsuz çeşitliliğini ele geçirme isteğiyle davranırlar.
- s. 205
- Cennete duyulan özlem insanın insan olmamaya duyduğu özlemdir.
- Tanrı onları ortadan ikiye ayırıncaya kadar bütün insanlar hermafroditti, o zamandan beri bu yarılar birbirini arayarak dünyanın dört bir bucağında gezinip durdular. Aşk kaybettiğimiz yarıyı özleyişimizdir işte.
- s. 246
- Yaratılış Kitabı, Tanrı’nın insanlara hayvanlar üzerinde egemenlik verdiğini söylüyor, ama bunu O’nun hayvanları insanlara emanet ettiği biçiminde de yorumlayabiliriz pekala. İnsan gezegenin efendisi değil, sadece yöneticisiydi ve sonuçta yalnızca gezegenin yönetiminden sorumluydu. Descartes önemli bir adım attı; insanı “maitre et proprietaire de la nature” ( doğanın efendisi ve sahibi ) yaptı. Hiç kuşkusuz bu adımla hayvanların ruhu olduğunu kesinkes reddedenin o olması arasında da derin bir bağ var. İnsan efendi ve sahiptir, diyor, Descartes, hayvansa sadece bir otomat, hareket eden bir makine, bir machina animata. Hayvan yakındığında, bu yakınma değildir; sadece kötü çalışan bir makinenin hırıldamasıdır. Bir vagon tekerleği gıcırdadığında, vagon acı çekiyor anlamına gelmez bu; sadece tekerleğin yağlanması gerekmektedir. Demek ki, laboratuvarda canlı canlı kesilen bir köpeğe üzülmek için neden yoktur.[2]
- Yaratılış Kitabı'nın en başında bize Tanrı'nın insanoğlunu balıklar, kuşlar ve tüm yaratıklar üzerinde egemenlik kursun diye yarattığı söylenir. Yaratılış Kitabı'nı yazan insandı elbette, at değil. Tanrı'nın insana hayvanlar üzerinde egemenlik kurma iznini verip vermediği pek belli değil. Daha akla yakın olanı, insanın inekle at üzerinde kurduğu egemenliği kutsasın diye Tanrı'yı yaratmış olması. Evet, bir geyiği ya da ineği öldürme hakkı insanoğlunun üzerinde görüş birliğine vardığı tek şey, en kanlı savaşlar sırasında bile. Bu hakkı verili saymamızın nedeni hiyerarşinin en tepesinde olmamız. Ama hele oyuna üçüncü kişi girsin -kendisine Tanrı tarafından, 'bütün öteki yıldızlardaki yaratıklar üzerinde egemenlik kuracaksın' denen, başka gezegenden bir yaratık - Yaratılış Kitabı'nı elde bir saymamız o an imkansızlaşır. Bir Marslının arabasına koşulan ya da Samanyolu sakinleri tarafından şişte kızartılan bir insanoğlu belki tabağındaki dana pirzolasını hatırlar da, inekten (çok geç olarak!) özür diler.[3]
- Gerçek insan İyiliği, ancak karşısındaki güçsüz bir yaratıksa bütün saflığı ile, özgürce ortaya çıkabilir. İnsan soyunun gerçek ahlaki sınavı, temel sınavı, onun, merhametine bırakılmışlara davranışında gizlidir: Hayvanlara. Ve işte bu açıdan insan soyu temel bir yenilgi yaşamıştır, o kadar temel bir yenilgi ki, bütün öteki yenilgiler kaynağını bundan almaktadır.[2]
- Çok eskiden değil, kırk yıl kadar önce, köydeki bütün ineklerin adı varmış. (Ve eğer adı olmak ruhu olmanın bir göstergesiyse, hepsinin de ruhları varmış diyeceğim, Descartes’a inat.) Ama sonra köyler büyük birer ortaklaşmacı fabrikaya dönüştürülünce inekler bütün yaşamlarını ağılda kendilerine ayrılan birkaç metrekarelik bir alanda geçirmeye başlamışlardı. O günden sonra, adları olmamış, sadece birer "machina animata" olmuş çıkmışlar. Dünya Descartes’ı haklı çıkarmıştı.[2]
- Bir de şu sahne geliyor insanın gözünün önüne: Turin’deki otelinden çıkan Nietzsche. Bir arabacının atını kırbaçladığını gören Nietzsche atın yanına gidiyor, kollarını hayvanın boynuna doluyor ve gözyaşlarına boğuluyor. Bu 1889’da oldu; o sırada Nietzsche de insanların dünyasından elini eteğini çekmişti. Başka bir deyişle, tam akıl hastalığının patlak verdiği sıralar. Ama tam da bu nedenle, yaptığı harekette derin anlamlar buluyorum ben; Nietzsche attan Descartes adına özür diliyordu. Deliliği at için gözyaşlarına boğulduğu an başladı. işte benim sevdiğim Nietzsche bu.[2]
- Şans ve sadece yine şansın bize bir mesajı vardır. Sadece şans bize bir şeyler söyleyebilir.
- İnsandışı varlıklar, “inek asalağı insan” diye tanımlıyorlardı herhalde zooloji kitaplarında insanı.[2]
Ölümsüzlük (1990)
değiştir- Kişi ayakta kalabilme çabasıyla bugüne tutunur veya yaşadığı gün kişiyi öylesine cezbeder ki sonucunda bugün, dünü hafızasından silemezse de uzaklaştırır. Böylelikle dünün bugüne müdahale etmesini önleyecek bir hafıza kalkanı yaratılır.Böylece dün,bugün üzerindeki gücünü yitirir.
Yavaşlık (1995)
değiştir- Korkunun kaynağı gelecekte yatar. Kim gelecekten kurtulmuşsa, korkacak hiçbir şeyi yoktur.
Sözleri
değiştirKaynaklı
değiştir- İmgelemin kendi içinde bir değeri olduğunu anlamıyorsanız sanatı, özellikle de modern sanatı anlayamazsınız.[4]
- Christian Salmon ile röportaj (1983)
Diğer
değiştir- Bir roman bir şeyleri iddia etmez, roman sorular sorar. İnsanların aptallığı, her şey için bir yanıtları olduğunu sanmalarından gelir. Don Quixote dünyayı gezerken, dünya gözlerinin önünde bir gizeme dönüştü. Bu ilk Avrupalı romanın, tüm dünya roman tarihine bıraktığı özel bir mirastır. Yazar, okuyucusuna dünyayı bir soru olarak görmesini öğretir. Bu tavır bilgelik ve hoşgörü içerir.
- Büyük romanlar daima yazarlarından biraz daha zekidir.
- Eskiden her meslek kendi varoluş biçimini ve tutkusunu yaratmıştı. Bir doktor, bir çiftçiden başka biçimde düşünüyordu. Bir askerle bir öğretmenin davranışları tümüyle farklıydı. Şimdi hepimiz birbirimize benziyoruz. İşimize karşı kayıtsızlık ortak bağımız.
- Gövde rastlantısal ve kişisel olmayan bir şeydir; ödünç alınan hazır giysi gibi bir şeydir. Bunu kendine bin bir biçimde yineleyip duruyor ama böyle hissetmeyi başaramıyordu. Şu ruh ve gövde ikiliği ona yabancıydı. Gövdesiyle o denli bir aradaydı ki onu kaygı duymadan hissedemiyordu.
- İnsan yalnızca farkına vardığı şeylerden sorumlu olsaydı, alıklar her türlü hatadan peşin peşin arınmış olurlardı. Ancak azizim, insan bilmekle yükümlüdür. İnsan bilgisizliğinden sorumludur. Bilgisizlik bir hatadır.
- Kendine tek bir soru sor: insan gerçeği ne diye söylemeli? Bizi böyle yapmaya zorlayan ne? Sonra, içtenliği niçin bir erdem olarak görmemiz gerekiyor? Farz et ki, bir balık olduğunu ve bizim hepimizin de balık olduğunu ileri süren bir deliyle karşılaştın. Onunla tartışır mısın? Ona yüzgeçlerin olmadığını göstermek için önünde soyunur musun?
- Sevdiği kadının fiziksel görünüşünü bir başka kadınınkiyle karşılaştırmak. Bunu şimdiye kadar kaç kez yaşadı! Hep aynı şaşkınlığa düşerek onunla ötekiler arasındaki fark bu kadar az mı? En çok sevdiği varlığın siluetini, benzersiz saydığı bir varlığın siluetini nasıl olur da ayırt edemez.
- Yavaşlık ile anımsama, hız ile unutma arasında gizli bir ilişki vardır. Gözümüzün önüne en sıradan bir durum getirelim: Bir adam sokakta yürüyor. Birden bir şey anımsamak istiyor, ama anı uzaklaşıyor. O anda kendiliğinden yürüyüşünü yavaşlatıyor. Buna karşılık, az önce yaşadığı kötü bir olayı unutmaya çalışan insan, hala çok yakınında olan zamanda, sanki bulunduğu yerden hemen uzaklaşmak istiyormuş gibi elinde olmadan yürüyüşünü hızlandırır.
- İnsan, koşarken düşünemez.
- İyimserlik, halkın afyonudur.
- Gözyaşları en iyi leke çıkarıcıdır.
- Barışa tutkun insan her zaman gülümser.
- Sevgi insanın gücünden vazgeçmesi demektir.
- Şimdiki zamanı kat ederken gözlerimiz bağlıdır.
- Nerenizden yaralandıysanız, kimliğiniz orasıdır.
- Yalnızlık: Bakışlardan kurtulmanın tatlı rahatlığı.
- Hayatları felakete dönenler, suçlu avına çıkarlar.
- Dostluk, kadınların değil... Erkeklerin sorunudur.
- Gülerek kaybettiklerini, ağlayarak kazanamazsın.
- Vicdan konuştuğu zaman, akıl itirazı yakışıksız bulur.
- Erkek her türlü yazılır, kadın ise parayı görünce yazılır.
- Dünya öyle çirkindi ki, kimsecikler kalkmadı mezarından.
- Hepimiz unutmak için hızlanır, hatırlamak için yavaşlarız!
- İktidar sizi nereden yaralıyorsa, orası sizin kimliğiniz olur.
- Ne yaptıklarını bilmeyen insanları cezalandırmak barbarlıktır.
- Kiminle güldüğünü unutabilirsin; ama kiminle ağladığını asla.
- Yaşadığı yeri terketme arzusundaki insan mutsuz bir insandır.
- Peşine düştüğümüz hedefler hep bir parça sislerle örtülüdür.
- Ama insanlar birbirlerini sık sık görünce tanıdıklarını sanıyorlar.
- Sessizlik dikkat çeker. Etkileyebilir. İnsanı gizemli kılar. Ya da şüpheli.
- Cennete duyulan özlem insanın insan olmamaya duyduğu özlemdir.
- Kimse kimseyi dinlemiyor, herkes sadece işgal edecek bir kulak arıyor.
- En çok incittiğimiz kişilerin, aslında en çok sevdiklerimiz oluşu ne garip.
- Gerçeğin düşten öte, çok daha öte bir şey olduğunu bulup çıkarmak için gelmişti.
- İnsan bilmekle yükümlüdür. İnsan bilgisizliğinden sorumludur. Bilgisizlik bir hatadır.
- Yaşanacak bir tek hayatımız varsa eğer, onu hiç yaşamamış da olabiliriz, fark etmez.
- Politika, yaşamda en az değerli şeydir. Politika bir derenin yüzeyindeki pis köpüktür.
- Korkunun kaynağı gelecekte yatar. Kim gelecekten kurtulmuşsa, korkacak hiçbir şeyi yoktur.
- Ölümün farkına varmak bir uyanış deneyimi, büyük hayat değişiklikleri için güçlü bir katalizördür.
- İnsanlar birbirlerini sık sık görünce tanıdıklarını sanıyorlar. Bilinen en büyük yanlışlardan biri budur.
- Gerçek insan iyiliği, ancak karşısındaki güçsüz bir yaratıksa bütün saflığı ile, özgürce ortaya çıkabilir.
- Gerçekten de gündüz okunsun diye yazılmış kitaplar vardır, bir de sadece geceleri okunabilecek olanlar.
- Bağırarak sonu çabuklaştırmak mı daha iyidir, yoksa susmak ve böylelikle daha yavaş bir ölümle ölmek mi?
- Acı keskinleşince, dünya yok olur ve her birimiz kendi kendimizle kalakalırız. Acı, benmerkezciliğin okuludur.
- Dikkat çekmeden konuşmak kolay iş değildir! Hep konuşarak var olmak ama yine de duyulmamak ustalık ister.
- Güçlüler güçsüzleri incitemeyecek kadar güçsüz olunca, güçsüzler çekip gidecek kadar güçlü olmak zorundaydı.
- Bir insanın yalnızca yüksek sesle düşündüğü için hayatına anlam veren şeyden yoksun kalabildiği bir ülkeden geliyorum.
- Evliliği özleyen genç kız bilmediği bir şeyi özler. Ün peşinde koşan gencin ün denen şey hakkında en ufak bir bilgisi yoktur.
- Yaşamlarımızın içinden, büyük tehlikelerle karşı karşıya kalmadan, buna karşın dostlukları da yaşamadan geçip gidiyoruz.
- Gerçek yaşamak, ne kendi kendimize ne de başkalarına yalan söylememek, ancak insanlardan uzak olduğunda mümkündü.
- İnsanda tiksinti duymama yol açan bir şey varsa o da acımasızlığının, alçaklığının ve dar kafasının lirizm maskesine bürünmeyi başarmasıdır.
- Sakın, ülkenize ve vatanınıza aitsiniz safsatalarına inanmayın. Yaşamı başka yerlerde arayın, sizin kimliğinizi oluşturan isminiz, milletiniz, ırkınız ya da dininiz olamaz .
- İnsanları kategorilere ayırmanın mümkün olduğu ölçüde, en şaşmaz kıstas, onları hayat boyu sürüp giden şu ya da bu etkinliğe yönelten, çok derinlere kök salmış arzularıdır.
- Sadece bir tek hayat yaşadığımız için bu hayatı öncekilerle karşılaştıramaz ya da kusurlarımızı gelecekteki hayatlarımızda gideremeyiz; bu nedenle de ne istediğimizi bilemeyiz.
- Olaylar nasıl gelişirse öyle yaşıyoruz, önceden uyarılmaksızın, rolünü ezberlemeden sahneye çıkan bir tiyatro oyuncusu gibi. Yaşam öncesi ilk prova yaşamın ta kendisiyse, ne değeri olabilir yaşamanın? Yaşamın hep bir taslak olması bundandır işte.
- Kendini önemli sanan bir dünyaya önem vermeyi reddeder ve bu dünyada gülüşümüze hiç bir yankı bulamazsak, elimizde tek çare vardır: Dünyayı bir blok halinde ele alıp onu kendi oyunumuz için bir nesne haline getirmek; bir oyuncak haline getirmek.
- Kendiliğimden, herhangi bir teolojik eğitimden geçmeden, çocuk aklıma Tanrı'yla bokun uzlaşmazlığını kavramış ve Hıristiyan antropolojisinin temel tezini, yani insanın Tanrı'nın suretinde yaratıldığını sorgulamaya vardırmıştım işi. Ya/ya da: Ya insan tanrının suretinde yaratılmıştı -ve Tanrı'nın bağırsakları vardı!- ya da Tanrı'nın bağırsakları yoktu ve insan O'na benzemiyordu.
- Küçüklüğümde, Ahd-i Atik'i okurken, Tanrı'yı bir bulutun üzerinde oturur görmüştüm. Gözü, burnu ve uzun sakalı olan yaşlı bir adamdı Tanrı ve kendi kendime, eğer O'nun ağzı varsa, yemek de yemesi gerektiğini düşünmüştüm. Ve eğer yemek yiyorsa, bağırsakları da var demektir. Ama, çok dindar bir aileden gelmememe rağmen bu düşünce her zaman ödümü kopartırdı. Tanrısal bir bağırsağın düşüncesi bile küfür gibi gelirdi bana.