Yalçın Küçük

Türk yazar, düşünür, eleştirmen ve siyaset bilimci
Yalçın Küçük
Doğum tarihi 1 Temmuz 1938
Doğum yeri İskenderun
Vikipedi maddesi
Vikiveri öğesi

Yalçın Küçük (d. 1 Temmuz 1938, İskenderun); Türk araştırmacı yazar, düşünür, ekonomist, isim-bilimci, medya ve edebiyat eleştirmeni, Kürdolog,[1] Sovyetolog,[2] siyaset bilimci, teorisyen, gençlik önderi.[3]

Sözleri değiştir

  • Çocuk kadar yaratıcı, çiçek kadar kırılgan, kadın kadar patlamaya hazır; işte o devrim'dir.
  • Ders kitapları, bilimsel gelişmenin ayak bağı ve giderek düşmanı oluyor.
  • Eskiden "cahil" diyorduk ve şimdilerde kibar olduk, "üniversite hocası" diyoruz.
  • Üniversitedeki profesörlerin, öğrencilerinden cahil oldukları bir aşamadayız
  • Türkiye, büyümezse küçülür.[4]
  • Cumhuriyet iktidarı sınırlamak demektir ve her kim "sınırsız iktidar" vaaz ediyorsa, bir cumhuriyet düşmanı ve yıkıcısıdır.
  • Cumhuriyet ile sofuluk birbirinin düşmanıdırlar.
  • Plütokrasinin altmışlı ve yetmişli yıllardan korkusu, Cumhuriyet'ten korku olmuştur.Asıl yıkmak isteyen, plütokrasidir.Yıkıcıları, yarattılar.
  • Ülkemiz, sermaye birikiminden başka bütün birikimlerin reddedildiği bir yapıya dönüşmek üzeredir.
  • Marksizm bu topraklarda biterse dünyada biter.
  • Aydın biraz da uyumsuz olabilendir. Yaşadığı ortam ile çelişkisi olan kimsedir. Aydın, biraz da kendisiyle çelişkisi olan kimsedir. Çünkü aydın, tanımı gereği, gelişen kimsedir. Ama çelişki olmadan gelişme olmaz. Aydın gelişen, gelişirken, biraz da, geliştiren kimsedir. Geliştirmeyen, aydın olmaz.
  • Darwin, mağaraya konan bir insanın körleştiğini yazıyor. İnsanın gelişmiş türü olan "aydın" da bunu tersi oluyor: Karanlıkta gözü büyüyor.
  • Aydın olmak aynı zamanda "yapmamayı yapamamak" demektir.
  • Yaşamak, bir dünyaya gözleri kapamalı ve bir başka dünyaya bakmaktır; yürek istiyor. Yaşamaktan korkmak, yozlaşmak oluyor.
  • Başkalarının cinayetlerini işlemeye mahkûmum; çünkü cumhuriyet, yüksek estetik, yüksek ahlak ve yüksek akıl idaresidir.
  • Zülfü Livaneli, çağın en büyük cambazıdır. 15 yıl bekledim biriniz belki söylersiniz diye... En sonunda 'Teneke seslidir,' dedim. Herkes, 'Hocam sağol,' demeye başladı.
  • Emperyalist aşamada insan, ilke olarak, yeteneksiz ve beceriksizdir.
  • Toplumumuz, üst üste konmuş para nınki dışında bütün derinliklerden korkuyor.
  • Siyasal iktisadın duygusuz fakat açıklayıcı mantığıyla bakınca ortaya şöyle bir sonuç çıkıyor: Ufukta İslam var. Aslında İslamcı baskı şimdi de var. Ufukta olan daha derin bir dinsellik.(1979)
  • Şimdi çok daha kapsamlı bir askeri müdahalenin tersini yapması mümkün. Tersi şu: Erbakan'ı Türkiye siyaset sahnesinden silip Erbakan'ın temsil ettiği İslamcı dinsel politikayı daha yoğun bir biçimde uygulamak.(1979)
  • İnsanlar her gün lahmacunu kolay kolay kabul etmezler. Gerçekten insanlar güzel şeylere layıktır. Ancak Türkiye’nin kapitalizmi, bundan sonraki dönemde işçi ve emekçiye yalnızca lahmacun vaat edebiliyor. Amma bunun da tek başına yetmeyeceğini bilmektedir. Bu yüzden lahmacunla birlikte işçi ve emekçiye, bir de ‘öbür dünya’ vaad edecek. Öyleyse, Türkiye, kendi iç dinamiğiyle, daha aşırı bir dinselliğin baskısı altına girecek.(1979)
  • Baskı, candan çok beyni hedef alıyor.
  • Şiddet bir ideolojiyi yerleştirmek içindir.(1986)
  • En şiddetsiz toplumlar, geçmişi ve geleceğinde, en yoğun şiddet içeren toplumlardır.(1986)
  • Kemalizmin etkinliğinin kalkması, Türkiye'de şiddetin başlangıcıdır.(1986)
  • Kap-kaç, mülkiyete karşı, bir düşük yoğunluklu isyandır.
  • Edebiyat, toplumda, davranış bağlarını kuran düzendir.
  • Felsefe, kuşku; politika, ret ile başlar.
  • Felsefe, mekanı boşluk, hedefi sonsuzluk olan, bir bilgi serüvenidir.
  • Hürriyet de, mutlak tanımı imkansız sözcük ve kavramlar arasında ve belki de başında yer alıyor; taşın hem özgür ve hem de esir olduğunu söylemek mümkündür ve bu hürriyetin anlatılmasındaki zorluğa işaret etmektedir. Hareket, istek veya alışkanlığını kaybetmiş katman veya sınıfları, hareket etmedikleri için özgürlükten yoksun sayabilir miyiz; bu nedenle, özgürlüğün bir hareket durumu ve sadece hareket durumu değil, aynı zamanda sınırlarda ve sınırları zorlayan hareket hali olduğunu kabul etmek mecburiyetindeyiz. Dolayısıyla, bir yanıyla öznede hareket isteği ve diğer yanıyla, sınırla çatışma hali yoksa, özgürlüğün varlığını söylemek, sözcüğün olumsuz anlamında, metafiziktir.
  • Post-modernizm aydın düşmanlığıdır. Cehalete övgü'dür. İnsanlığın düşünce planındaki kazanımlarına karşı bir hunhar savaştır.
  • Yapısalcılık, akıl sürecinin dejenerasyonudur.Postmodernizm, akıl düşmanlığıdır.
  • Devrim, kopuş demektir ve devrimciler, kopuşu ön plana çıkarırlar. Bilim, devamlılıktır, bilim adamları sürekliliği işlerler.
  • Anadolu İhtilali, Kemalist tarihin yazdığına oranla, daha belirgin bir sürekliliği ve çok daha az keskin bir kopuşu temsil etmektedir. Kemalist tarih, Anadolu İhtilali'ni geçmişinden ve çevresinden gerçekte olduğundan çok daha derin bir biçimde koparmaktadır, kazılan hendekler zamanla doldurulamamıştır.
  • Tarihimizi zenginleştirdim, geleceğimizi bütünleştirdim.
  • Çerkez Ethem'in Yunan kuvvetleriyle birleştiği iddiası, bugün resmi tarihin parçasıdır, büyük bir tarih falsifikasyonudur.
  • Ethem, bütün komutanlarını ve askerlerini, kurtuluş'a katılmaya ikna etmeye çalışmış ve mücadeleye bir tek kurşun sıkmamıştır. Elenler'e teslim olduktan sonra Ethem'in mücadeleye hiçbir zararı olmamıştır. Ethem'in hain olduğunu kanıtlayan bir tek işaret bulunmamaktadır.
  • Tezler'de, bir bıçkı makinesının başında olduğumu düşünüyordum; baba mesleğim, hızarcılıktı ve fabrika denebilirdi, kütükleri kesip düzlemeye bayılırdım. Kolumu kaptırabilirdim, beni, yaklaştırmazlardı.
  • Sonra bilimsel bir hızar makinesının başına geçtim, hızar fabrikası da denebilir, öyle düşünüyordum, tutarsız, kaba olanları, kesip atıyordum. Önce durdurmak üzere hücuma geçtiler ve sonra sustular; ancak, hızarların kütükleri keserken iç yakan bir sesi vardır, hep duydum.
  • Saymak istemiyorum, a- Birinci İnönü Zaferi'nin yokluğu, b- İlk Kurşun'un İzmir'de değil, Dörtyol'da atıldığı, c- Çerkez Ethem'in hain ve d- Şeyh Sait'in casus olmadığı, e- Sovyetler Birliği'nin, Türkiye'den toprak ve üs istemediği, benim, bilimsel hızarın marifetleri arasındadır. Hepsi değil, son derece küçük yüklemedir. Bunlara, bir tür olumsuzlaştırma da diyebiliriz.
  • Genç Türk Devleti'nin karşılaştığı en yaygın kavramın başında Şeyh Sait vardı; aşırı muhafazakardı, taşralıydı, ortodoks bir nakşibendiydi ve bu nedenle alevi inançlı kürtleri bile kendinden saymıyordu; liderlik niteliklerinden yoksundu ve buna karşın başkaldırı hızla yayıldı. sonunda mağlup oldu ve idam edildi; geriye isyanından çok, ingiliz casusluğu kalıyordu. Türkiye, yaygın olarak, bunun da bilimsel kanıtlarla desteklenmediğini benden öğrenmiştir.
  • Diplomatik belgeler, Şeyh Übeydullah ile bedirhan ahfadının, birbirini, ingiliz ve fransız makamlarına "fransızcı" ve "ingilizci" olarak ihbar ettiğini göstermektedir; bu ihbarlar belgelidir. ancak artık tümü açılmış ingiliz belgelerinde, Sait ile ingilizler arasında herhangi bir temasın ve "adamı olmanın" kaydına rastlamıyoruz.
  • Araştırmalarım, beni bu iddianın kaynağına götürmüştür. isyan sırasında, Tkp adına, moskova'daki basit bir basın açıklaması kaynaktır. bu iddia önce Moskova ve sonra da Ankara'da benimsenmiştir; Moskova, o sırada değerli müttefiki Türk Devleti'ni destabilize edecek bir hareketin, zamanın emperyalist lideri Londra'ya yarayacağına hükmetmiştir, bu hüküm yanlış değildir. Ancak bu doğru çıkarımdan, istidlal yoluyla, Sait'in casusluğuna geçmek, doğru mantık olmamaktadır.
  • Türkiye tarihinde bir Çerkez Ethem Olayı, bir Mustafa Suphi Olayı ve bir İnönü Zaferi Olayı var. Her biri ayrı ayrı yerlerde ve ayrı ayrı tarihlerde anlatılıyor. Şimdiye kadar yapılmayanı yaptım: Hepsini beraber anlatmaya çalışttm. Başardığımı sanıyorum. Çünkü çok zor değil. Hepsi de 1920 yılı sonbaharında başlıyor ve 1921 Ocak ayı sonunda bitiyor. Üçü de iç içe. Şu anlamda: Çerkez Etem ve Mustafa Suphi'yi temizlemeye kararlı Anadolu İhtilâlcileri, temizlik hareketlerini maskeleyebilecek bir zafer arıyorlar. Mutlak yaratmak zorunluluğunu duyuyorlar. İnönü'de yaratıyorlar.
  • Türkoloji temelinde bir İngiliz icadı ve disiplinidir.
  • Türkiye'de Türkoloji'nin ve Türkizmin gelişmesine katkıda bulunanların Azeri, daha doğrusu Kafkas ve daha da doğrusu İç Asya bağlantıları açıktır.
  • Önce Türkoloji ve sonra Kürdolojinin doğuş ve gelişmesinde emperyalizm ve emperyalistler arasındaki çatışmanın önemli rolünü netlikle görebiliyoruz.
  • Türkoloji esasında bir İngiliz keşfi ise, Rusya'nın da, Kürdoloji'yi keşfederek buna cevap vermesini beklemek zorunludur.
  • Sovyetler Birliği'nin çözülmesi ise Kürdoloji'de bir boşluk yaratmıştır. Amerika'nın burada bir boşluk bırakmamak için hızla harekete geçtiğini görüyoruz.
  • Ama Türkoloji'nin Batı ve Kürdoloji'nin Rusya kaynaklı olduğunu ileri sürerken, Rusya'da Türkoloji çalışmalarının olmadığını düşünmemiz ve anlamamız imkansızdır; böylesinin çok yanıltıcı olacağını belirtmek durumdayız.
  • Truman Doktrini, Ortadoğu'nun emperyal sorumluluğunu, Büyük Britanya'dan Birleşik Devletler'e geçiriyordu. Bu Türkoloji'nin de devri anlamındadır. İkinci Dünya Savaşı sonrasından itibaren Türkoloji'nin bir Amerikan disiplini haline geldiğini saptıyoruz.
  • Beni çıkartın, son 40 yılda Türkiye’de hiçbir ciddi tartışma kalmaz!
  • Bana bugüne kadar binbir türlü şey söylendi. Hayatta en çok hoşuma giden şey de bana ‘deli’ denmesidir. Hele ‘deli çocuk’ denirse daha da hoşuma gider. Doğan Avcıoğlu ise ‘Yalçın, dehayla delilik arasında gidip geliyor’ demişti.
  • Yön arayıcısı değil, Devrimciydi. Devrimci Doğan bir inattır; yolundan hiç dönmedi. Kendi yoluna gölge düşürecek en küçük bir adım atmadı.
  • Hocalarıma büyük şükran duyuyorum, lisedekilere de üniversitedekilere de. Ama bir üniversite ne demektir biliyor musun? Ben eğer üniversiteyi birincilikle bitirdiysem, ben bugün bu hale geldiysem, bu, üniversite kantinindeki yoldaş öğrenci arkadaşlarımın katkılarıyla oldu. Beni onlar yetiştirdi.
  • Beni yoldaş öğrenciler yetiştirdi.Beni Ergin (Günçe) yetiştirdi, beni Cemal (Süreya) yetiştirdi, beni Taner Timur yetiştirdi.
  • Tanrı'lar mı peygamberleri, yoksa peygamberler mi Tanrı'ları seçtiler; İnönü, Atatürk'e ve Lenin, Marx'a ne kadar muhtaçtılar, sorabiliyoruz. Belki de peygamberler Tanrı'sız, kendilerini güvende hissetmiyorlar.
  • Benim yaptığım tarihimizi zenginleştirmektir. Bu, tarihimizi halklaştırmak ve insanileştirmek anlamındadır. Bunları yaptığım için bana husumet düzenlemek, halk'tan ve insan'dan kopuş dürtüsünü özgürleştirmektir.
  • Yazdıklarımla Türk düşüncesini altüst ettiğimi kabul ediyorum. Bana yöneltilen her türlü övgü ve bu arada husumetin kaynağında bu altüst edişin bulunduğunu biliyorum.
  • İzmir'in işgalinden üç gün sonra, 18 Mayıs 1919 tarihinde, İstanbul'dan, Amerikan komiseri, Washington'daki Dışişleri Bakanlığı'na br rapor çekiyor ve bir gün sonrası için, Darülfünun gençliğinin bir miting düzenlediğini haber vermekle, "onlar açıkça Amerikan mandasından yana" diyordu, sokaktaki insan, gençlik ve seçkinler, hep manda paşindeler. Aynı yılın sonuna doğru Sivas Kongresi ittifakla manda kararı verdi ve manda çağırdılar.
  • O tarihte başta Mustafa Kemal Paşa Hazretleri, adını bildiğimiz herkes, manda istiyordu. Henüz "manda" kötü sayılmıyordu, o zamanlardaydık ve sonra mahiyeti anlaşılınca ya da bir kısmı diğerlerini kötülemek ihtiyacını duyunca, "seni mandacı seni" dediler; mandayı ve birbirini kötülediler, yaptılar, bunu yakışık bulmamakla birlikte, önemli saymıyorum.
  • Ne manda kahramanlarımız ne de manda hainlerimiz var.
  • Kafkasya'yı kemalistler sovyetize ettiler.
  • Anti-emperyalist mücadelenin merkezi artık Musul’dur, bunu söylüyorum. Bu nedenle, sorunumuzu Kandil Dağı’ndaki silahları susturmak olarak görenlerden, yolumuzu ayırıyoruz. ‘Silahların yönünü değiştirmemiz gerekmektedir’. Kuşkusuz, bu Amerika’ya karşıdır.
  • “Türkiye büyümezse, küçülür” diyorum ve Musul’da, yıllardır Ankara’nın yardımıyla kurulan Kürdo-Jüdaik Devlet’in eninde sonunda Türkiye’yi küçülteceğini ekliyorum. Sol, bunlara sessiz kalamaz ve ben sessiz kalmıyorum.
  • Eğer Kürt meselesine gelecek olursak;.... Üç teoremimiz var. Bir; Türkiye büyümezse küçülür. İki; Musul'u almazsanız, Diyarbakır'ı verirsiniz. Üç; Kürtlerimizle kaynaşıp ileri sürmezsek, Kürtleri parçalayıp Türkiye'yi bölmek için geriye sürerler.
  • Musul'u çok kolay verdik, Hatay'ı çok kolay aldık.
  • Büyük Kurtarıcı'nın ve İsmet Paşa Hazretleri'nin Musul'un alınmasıyla ilgili bir vasiyeti olduğunu ben açıkladım.
  • Bu dünyadan ayrılmasına yakın bir zamanda, Kemal Paşa Hazretleri, İsmet Paşa Hazretleri'ne "İsmet, ben gidiyorum, ne yap ne et, Musul'u al" dediğini, İsmet Paşa Hazretleri'nin de Bülent Bey Genel Sekreter olunca "Bülent, ilerde başbakan olacaksın, Büyük kurtarıcı'nın bana vasiyeti budur, ben bu vasiyeti sana aktarıyorum. Başbakan olacaksın, ne yap net, Musul'u al" dediğini, ilk kez bir televizyon programında dillendirdim.
  • Daha önce hiç duyulmamıştı. Yüce Gök'e şükürler olsun, Bülent Bey yaşıyordu ve "evet Yalçın Küçük doğru söylüyor, tam söylediği gibi, İsmet Paşa bana, Büyük Kurtarıcı'nın bu vasiyetini aktardı." dedi.
  • Peki ne oldu, İlker Paşa o zaman ikinci başkan idi, "Atatürk çok ciddidir, daha sonra antlaşma imzalandı, biz antlaşmaları bozamayız." buyurdular.Bu sözün neresini düzeltebilirim ki, biz antlaşmaları yırtarak kurulmuş bir cumhuriyet'iz; Hilmi Paşa Hazretleri de "peşmerge ile savaşmak artık Amerika ile savaşmaktır, savaşamayız" buyuruyorlar. bu doktrinin hemen değişmesi imkansızdır.
  • Cumhuriyet, 1925/1926 yılında kurulmuştur.
  • Cumhuriyet, tarihinin en büyük krizi ile karşı karşıya gelmiştir. Tanımlarını reddeden bir fiili durum var ve Cumhuriyet, düşünebilen ve çözüm arayabilen kadrolarını ve kaynaklarını tüketmiştir. Krizi kavraması imkansızdır.(4 Kasım 2002)
  • Şimdi "Cumhuriyet" çökmektedir; kendi zıddını, temel yıkıcılarını yaratabilmiş ve kendini, kendi devamından koruyabilmek tutuculuğuyla, kendi eliyle, zıddına teslim etmiştir.
  • Mükemmel, dört başı mamur, bir çöküş tablosunun önündeyiz; her çöküş, dirijanları babında bir miyobi veya aymazlık halidir, bunu da tekraren müşahede edebiliyoruz. O halde Cumhuriyet'in zıddı kadroları yetiştirmeyi ve Cumhuriyet'i zıddına teslim etmeyi, teslimiyetçilerin anlamaları imkansızdır; buna "anlaşılmazlık" teoremi" diyebiliriz.
  • Travesti'lerin eski hallerini anlayabildiklerini sanmıyorum. Yine de daha iyi bir benzetme ile anlatamadığım için özürlerimi yazabiliyorum; hal şu ki, teslimiyetçilerin, teslim ettikleri ile şiirsel bir münasebet içinde olmaları mümkündür, bu teslim edenlerin teslim alanlarla özdeşleşmeleri halidir. Bir başka açıdan yaklaşacak olursak, bakırcının yaptığı ibriğe tapınması halidir.
  • Teslim eden teslim alanın libasında ise şiiri bir hal var, demektir.
  • Her çöküş tahlilini, köke kadar uzatmak durumundayız. Çökenin kökünü pür sıhhat ve inkıraz tahlillerinden masun tezekkür edemeyiz.
  • Bilimde, kuruluş, çok zaman üst kattan başlar; binalarda çöküş ise hep alt kattandır. Binalarda çok somut olduğunu biliyoruz, çünkü çöküşü görebiliyoruz. Buna karşın bir devletin, bir düzenin, bir politikanın çöküşünü, hissetmekle birlikte, görmek her zaman mümkün ve kolay olmuyor, çünkü enkazı teşhis etmekte güçlük çekiyoruz; kaldı ki, devlet, düzen ya da politika çöküşü kabul etmemek eğilimindedir.
  • Bana kadar yoktular; üç "iç savaş" ilan etmiş durumdayım.
  • Birinci iç savaş (1806-1826) Tanzimat'ın önünü açtı.
  • İkinci iç savaştan (1906-1926) cumhuriyet çıktı.
  • Üçüncü iç savaş (1966-1996) sosyalizm tehdidine karşı düzenlendi, demokratizmin kökünü kazıdı ve karanlığı seçti. Tanzimat ve Cumhuriyet'e kin döşemektedir. Kazıyıcıdır.
  • Uzun iç savaşta yapılanı, yükselen toplumsal taleplerin yerine islamik talepleri koymak olarak algılayabiliriz. İslamik talepleri karşılamak hem ucuzdur ve hem de büyük mülk sahiplerinin çıkarlarına uygundur. İslamik taleplerin bazılarına karşı çıkmak, türban bunlar arasındadır, tepki kemalizmin en yüksek aşamasını örtme imkanı sağlıyor ve ihtiyaç var.
  • Türkiye'yi dar kemalizmle kurtaramazsınız.
  • Türkiye Solu ve Devrimi, post-kemalist ülke için yola çıktı. Belki bilncinde değilleri, altmışlı yıllarda, Aybar ve Boran ile Deniz ile Mahir -sadece sembolik adları seçiyorum- bu yolun yolcusuydular. Düzen, iç savaşla karşılık verdi, şimdi pre-kemalist bir tarihteyiz.(1999)
  • Tekelokrasi en despotik rejimdir ve orada korku, motordur.
  • İç savaşları dış savaşlardan ayırmak sanıldığı kadar kolay olmamaktadır.
  • 1967 Arap-İsrael savaşı, bir ölçüde İsrael'in gerçek kuruluşudur; viable olduğunu ispatlıyordu. bize yansıması, aydına ve sola karşı parçalama ve şiddet uygulama politikasına geçiş olarak ortaya çıkıyor. Hem zamanın başbakanı Süleyman Demirel'in Sovyetler'le yaptığı büyük ticaret anlaşması ve hem de "Altı Gün Savaşı", içeride yeni politikalara imkan hazırladılar. Moskova, aydının ve solun kırılmasına seyirci kalmayı tercih ediyordu ve Türkiye'de sola karşı bir iç savaş başlatılıyordu. Bunda ve solun üzerine, islamcı örgütlerle paramiliter grupları sevk etmede, sabetayistler dahil kripto Yahudiler'in rolünü artık görebiliyoruz.
  • Soldaki iç savaş, aynı zamanda, sabetayizmin iç savaşı'dır.
  • Parlamento'ya on beş milletvekili sokmuş ve "legal marksist" tondaki Türkiye İşçi Partisi'ni fiilen tahrip edenlerin hemen hemen tamamı şimdi, "islamist" tandansta, ak-ist cephede ve pro-İsrael çizgidedir. Tabii medya'dadırlar. Tarih doğrulayıcıdır ve bilim ise, doğruları önceden haber verme kabiliyeti'dir.
  • Talih mi, talihsizlik mi; solda ve sosyalizm mücadelesinde, hep benim karşımda olanlar, solda hep iç mücadele vardı, şimdi cumhuriyet'in karşısında ve sara'nın yanındadırlar. Tabi hep mücadele etmek talihtir ve yine de bunlarla, çökmüşler, mücadele etmek talihsizliktir. Bunları söyleyebiliyoruz ve fakat henüz analiz edemiyoruz; sara olmadan kişilik değiştirdiklerini görebiliyruz, "desintellectualisation", aydın'dan çıkma, diyebiliyoruz, ama "neden", bu soru üzerinde çalışmak durumundayız.
  • Hepsinin değil, bir bölümünün, solda ve sosyalizm içinde oldukları zamanda da, hedeflerinin cumhuriyet olduğunu görüyordum. Şimdi açıktalar ve hem sosyalizme hem de cumhuriyete karşı çıkıyorlar; çöküş'ten taraftadırlar.
  • Halbuki, şu anda, sosyalizm ve cumhuriyet mücadelesi aynı yerdedir. Yazık, cumhuriyet düşmanlığı, şimdi sosyalizm düşmanlığıdır; anlayamıyorlar mı, yoksa yerlerini mi buluyorlar, şu anda bir cevaptan yoksun haldeyim.
  • Sosyalist olmanın gereği Fransa'da Hitler'e karşı cumhuriyeti savunmaktı o yıllarda. Şimdiyse burada sosyalist olmak cumhuriyeti korumak demektir gericilere karşı.
  • Hem 1918 ve hem de 1958 yıllarındayız.
  • 1961 yılında modern ve hürriyetperver bir yasa, bir anayasa, ihtiyaçtı ve otomobil ise lükstü; 1971 yılında, binek otomobil ihtiyaç yapıldı ve anayasa köhne sayıldı ve "lüks" ilan edildiğini hatırlıyoruz. bir büyük iç savaş'a, bu tarihten, beş yıl önce başladılar. Bir iç savaş içinde, önce ihanet ettiler ve sonra çökerttiler.
  • Evlilik, en gizli özel mülkiyettir.
  • Filozof Kant iyi'nin kendi halinde iyi olduğunu yazıyordu. Ben de doğru peşinde koşmanın başlı başına, doğru olduğuna inanıyorum.
  • İster imam nikahı olsun, ister kilisede tamamlansın ve ister laik yerel yöneticiler tarafından imzalansın, nikah, bir borçlar hukuku sözleşmesidir.Temelinde birlikteliği başlatmak değil, sürekliliğini güvence altına almak var.
  • Nikah, sevginin tükeneceği korkusudur.Bu nedenle, sevgiyi tüketmedir.
  • Sorumluluğundan kaçmak; insanın kendisine ihaneti oluyor.
  • İtiraf, yüksek hızda çözülmedir.
  • Tekelsi düzen şizofren yurttaşlar fabrikasıdır.Egemenliğini, yurttaşlarını şizofren yaparak sürdürebiliyor.
  • Soramayan toplum cansızdır.
  • Ortalama tüketici, önce kendisini tüketen'dir.
  • Yozluk içinde ne kadar kötüsünü piyasaya sürerseniz, o kadar çok para kazanırsınız: Piyasa kuralıdır. Gazete mi çıkaracaksınız? Gazete kavramından ne kadar çok uzaklaşırsanız o kadar çok para kazanabiliyorsunuz.
  • Doğru peşinde koşmak, bir savaşa razı olmak anlamındadır.
  • Eylülizm, Türkiye'de İslam'ın altın çağıdır.
  • Kemalizm'i biz icat ettik. "Biz" ellili yılların eylemcilerini anlatmaktadır.
  • 1956-1966 dönemini Türkiye’de Kemalizm’in en yüksek, en parlak, en yaratıcı, en coşkulu dönemi olarak düşünmek gerekir.
  • Kemal Paşa zamanında birtakım pratikler vardı, Kemalizm’in adı yoktu. 1950’li yılların ortasında, çok büyük vaatlerle gelen Menderes ciddi bir aydın muhalefetiyle karşılaştı. Buna çare olarak Said-i Nursî’yi çıkarttı, bir de Kürtler’e göz kırpmak için Şeyh Sait’in torununu milletvekili yaptı. Aydın muhalefeti, öğrenci muhalefeti de bir kenarda olan İsmet Paşa’yı öne çıkarttı. Paşa o zamana kadar Kemalist değildi, zaten kimse Kemalist değildi. Kemalizm olsa, Atatürk’ün yasası çıkartılmazdı. Kemalizm kodifiye edildi. Nedir? Bir: büyük devletlerden uzak olacaksın. İki: büyük sermayeden uzak olacaksın. Üç: dinle mesafeli olacaksın. Bugün bunun üçü de yoktur. Dolayısıyla 28 Şubat’ı Kemalizm’e dönüş olarak görmek bilim dışıdır.
  • Milliyetçi Cephe Hükümeti, ülkenin bir sosyalist devrim için gebe olduğu değerlendirmesinin sonucudur. Bir iç savaş aleti idi; burjuvazi İslamiyet ve ırkçılıkla birleşerek sosyalist iktidarı önleyebileceği kararını verdi; eylülizm ve tekeliyet bunun sonucudur. Ve hala buradayız.
  • 12 Eylül Kemalizm'in reddidir.
  • Eylülizm'i, büyük sermaye ile bütünleşmiş Kemalistlerin Kemalizm'in son kalıntılarını da kazıma dönemi olarak düşünebiliriz; Eylülist darbeden hemen önce, gelmekte olan askeri darbenin çok koyu bir İslamcı politika izleyeceği kestirimim de bunu haber veriyordu, artık gerçekleşmiş olduğunu hep biliyoruz.
  • 12 Mart Süleyman Demirel’i başbakanlıktan indirdi. Ancak, esas olarak Süleyman Demirel’in politikasını uyguladı. Demirel’in bütün rakiplerini, politika sahnesinden sildi. Türkiye İşçi Partisi’ni kapattı, İnönü’yü tarihin derinliklerine gönderdi. Necmettin Erbakan’ın partisini, kendisini İsviçre’ye ikamete raptetti. Şimdi daha kapsamlı bir askeri müdahalenin bunun tersini yapması mümkün. Tersi şu: Erbakan’ın temsil ettiği İslamcı-dinsel politikayı daha yoğun bir biçimde uygulamak.(1979)
  • Türk Silahlı Kuvvetleri'nin zoruyla, ülkeye görülmemiş bir dinsellik giydirdiler. Daha önceden başlamıştı, ancak, eylülist rejim, dincilikte, ölçü tanımıyordu.
  • Yüksek komutanlar, Kemalizm'i çökerttiler.
  • Çılgın Türkler,Kemalizmin gecikmiş cenaze törenidir. Artık yüksek komutanları kemalist sayamayız. Bir cenaze töreni gerekiyor ve kışlalara Çılgın Türkler'i aldırıyorlar.
  • Her zaman söylüyorum Özakman,ilkokullar ve hatta anaokulları için yazıyor. Alıyorlar,görüştüklerim o kadar çok değil; ama alıp da okuyanına rastlamadım. Sonuçta bir cenaze töreni oluyor. Çılgın türkler bir bitişe işaret ediyor.
  • Turgut Özakman ile Orhan Pamuk arasındaki her tartışmada Özakman haklıdır. Bizim Özakman ile tartışmamız bir iç tartışmadır. Pamuk sömürgecidir. Özakman,haklıdır. Pamuk, Türk tarihini bilmez. Bildiği ve yazdığı Yahudi tarihidir ve bir de Kabala'yı yazıyor.Pek de doğru bilmiyor.
  • Düzen, insanını değiştirmek ve edilgen yapmaya muhtaçtı, başka yol bulsaydı öyle yapardı ve dinsellik tek yol göründü. Neden-sonuç ilişkisini kuramayan, akıl yürütme kabiliyetini yitirmiş bir halka ihtiyaç vardı; bu halkın sürüleşmesi demektir. Türk Silahlı Kuvvetleri, bunu "kurtuluş" sayıyordu ve saymayanları tasfiye ettiler.
  • Din eğitimi veren okulları, islamı ve diğer dinleri öğretmek için değil, halkı, bilgisizleştirmek için açtılar. Bilgisizleştirmede kütle üretimi için en iyi fabrrikaları bulduklarına inandılar. Bunun kemalizmin sonu olduğunu biliyorlardı ve tereddüt etmediler.
  • Türkiye'yi İslamlaştıran, Türk Silahlı Kuvvetleri'dir. Kemalizm'e ihanet ettiler ve karanlığa soktular. Kemalizme hiç güvenmediler ve 1970 yıllarının ortasından beri güvensizliklerini yazıyorum.
  • İslamizasyon sınıfi'dir ve önce iç dinamiklerin harekete geçtiğini kabul etmek durumundayız. Yüksek Komutanlar, islamizasyonu, Harp Akademileri'nden başlattılar, Türk-İslam Sentezi elemanlarını, Akademi'ye "hoca" yaptılar. Türk Silahlı Kuvvetleri, plütokrasi'nin programını uyguladılar.
  • Kurmay Sınıfı sınıfta kaldı.
  • Yüksek komutanların, a- Atina'nın, b- Erivan'ın, c- Diyarbakır'ın Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girişinin ateşli taraftarı, abe-ist, olduklarını görememesi büyük zaafiyetidir. Bunu, "kurmay sınıfı sınıfta kaldı." cümleciği ile özetliyoruz.
  • Eğer sen Türkiye'deki telekomünikasyonunu Suudi'ye veya Alfa'ya veriyorsan şu andaki konuşmanı MİT'in yanında Mossad'ın da dinlediğini kabul ediyorsun. Ne yazık, Yüksek Komutanlarımız bunda hiçbir sakınca görmüyorlar. Görseler, "milli güvenliğe aykırıdır" yollu bir yazı gönderseler, satılması imkansızdır.
  • Genelkurmay yüksek yetkililerinin Güler Sabancı'yı tebrik etmeleri Kemalizm'le bağdaşmaz. Kemalizmde, namazda saf tutmak da yoktur. Kemal Paşa bunu yapmamıştır, İsmet Paşa bunu yapmamıştır.
  • Kemalizm, modernist idi ve modernite,strüktür demektir. Kemalist Cumhuriyet'te, 1926-1966, pek çok strüktür, yapı ve kurum ortaya çıkarıldı; şimdi bunlar kazınmaktadır. Ve bu arada, devlet idaresinde her yerde kemalistler avlanmaktadır ve Kemalistlerin gizliye çekilmeleri zamanıdır.
  • Altmışlı yıllarda teğmen olanlar şimdi orgeneral'dirler. Karşılarında gençlikleri var.
  • Bozanlar bozuluyorlar. İslamlaştıranlar, İslam öncesi döneme koşuyorlar.
  • Artık Türkiye'nin ekonomik ve sınıfsal gelişimi içinde, laisizm de emekçi sınıfların güvence alanına katılmıştır ve bunu anlamak durumundayız. Ne sermaye ne de bürokrasinin belli kesimleri, artık laisizme sahip çıkmıyorlar.(1976)
  • Faşizme tırmanış ve laisizmden kopuş el eledir.(1976)
  • Türkiye'de faşizmin kütle temeli, ancak İslam'a dayanılarak yaratılabilir.(1976)
  • Resmi tarih din'dir.Üniversite kürsülerinde ve cami minber'lerinde okunuyor ve okutuluyor.Hutbe'dir.
  • Tarih olan, gizli tarih'tir. Gizli Tarih'i yazıyorum. Zor olduğunu biliyorum. Artık resmi tarih, sadece hutbe'dir. Bundan böyle ne camilerde ve ne de üniversitelerde yeri var. Yeri, sadece ana okulları'dır.
  • 1789-1991 Çağı'nın sonrasındayız. Meraksızlar dünyasındayız. Sürü sürü sürülere benziyoruz. En sürüler, en tepedeler.
  • Namık Kemal, hayata tek kişi girdi ve çok-kişi oldu. Bu, dahi-aydın halidir. Mustafa Kemal ise çok kişinin heykelidir. Bu, sınırlı koşullarda, kazanan önder-halidir.
  • “Tampon devlet” olarak kurulmak, çöküş ile katolik nikâhı kıymaktır.
  • İngilizce “will”, Fransızca “vouloir” ve İranca “hastan” fiilleri ile yapıyoruz ve hepsi de “istemek” anlamındadır. Gelecek, istemektir.
  • Batı, Sovyet damgalı " marksizm-leninizm" düşüncesini ikiye bölerek leninizm tarafını reddetmiş ve marksizme sahip çıkmıştır. Ben bölmeden korkmamayı öneriyorum, Sovyet kalıbında yeni bir bölünme ile Lenin'in ipuçlarını tutarak Marx'ı yeniden yazmanın gerektiğinden kuşku duymuyorum. Batı bize, Doğu'ya tepkiyle doğdu ve kendisini tanıdı; biz, Batı'ya tepki olmaktan korkmamak durumundayız.
  • Garp ve Şark, emperyalizm ve sovyet sosyalizmi, kemalizmi yüceltmede birleştiler; "tampon" devleti meşrulaştırmak ile kemalizmi abartmak bir madalyonun iki yüzü oldular; bu nedenle, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin kemalizme bir katolik nikahı ile bağlı olduğu bir Batı ve emperyalist dogmadır. Sınıf analizinden ve tarihten soyutlanmış bir bakışları var, 12 eylül 1980 Darbesi ile Türkiye'de dinsel bir transformasyon yaşadığını göremediler ve hala sezdiklerini dahi söyleyemiyoruz.
  • Tampon fonksiyonu ömrünü tamamlayınca, kemalizm'den çoktan kopmuş bir kurumu, kemalist dogmatikler sayıp bombardımana tabi tuttular. 1993 tarihini bir başlangıç sayabiliriz. Uğur Mumcu, Jandarma Umum Komutanı Eşref Bitlis, "son ekspansiyonist" Turgut Özal, bu tarihte yok oldular. Aydınlar, Madımak'ta ve bu tarihte , toplu halde yakıldılar. Tansu Çiller, bu tarihte başbakan yapıldı ve İsrael ile yeni bir "gizli ittifak" için hazırlık başladı; "Brit", 1996 tarihinde ve Erbakan-Çiller Hükümeti zamanındadır. Fonksiyonları ve hikmet-i hükümet işte buradadır.
  • Üç ihaneti yaşıyoruz. Bir, kemalistlerin kemalizme ihanetidir. İki, müslümanların islama ihanet tarihindeyiz. Üç, meslek ve/veya kariyer sahiplerinin mesleklerine ihanetini görüyoruz.
  • Tarihini değiştiremeyenler, talihini değiştiremezler.
  • Vak'ay-i Hayriye, Osmanlı Türkiyesi'nde ulema sınıfını çırıl çıplak etti. Osmanlı Türkiyesi'nin yeniden doğuş umudu, Yeniçeriliğin ilgasıyla başladı. Şehzadeliğinde Yeniçerilerin kirli kementlerinden dünyaya yeniden dönen Mahmut-i Adli, yaygın adıyla İkinci Mahmud, kurtarmak için yıkmak gerektiğini bilen bir hükümdar oldu. Sultan Mahmut'un yanı başında, gözü önünde. Yeniçerilerin hain kementi ile hayatını kaybeden Üçüncü Selim, bir yana bırakılacak olursa, Türkiye'de tüm yenilikler, Sultan Mahmut ile ve Vak'ay-i Hayriye ile başladı.
  • Türkiye'deki tüm yeniliklerin ve Türk aydınının doğum tarihi bir Hayırlı Olay'dır. Osmanlı uleması yerini, bir geçiş türü olan Osmanlı Münevver'ine, o da zamanla çağdaş Türk aydınına bıraktı. Bu süreci Vak'ay-i Hayriye başlattı, ancak, aydını aynı zamanda önemli sorunuyla karşı karşıya bıraktı. Türk aydını, tarihi boyunca, hep dayanak aradı. Türk aydınının düşünsel zafiyeti diyalektik bir zorunlulukla, dayanak ihtiyacını daha derinden duymasına yol açtı.
  • Düşün gücü olan, teorik dayanağı olan aydın, yalnızlığa en çok dayanabilen insandır. Eğer daha önceki zorunlu tanımlamaları tamamlamak gerekirse, aydın yalnızlığa dayanabilen hayvandır. Ve teorik güç ile yalnızlığa dayanma gücü doğru orantılıdır. Çok büyük bir doğallıkla; çünkü teori dünyadır.
  • Tanzimat aydını saftır, Meşrutiyet aydını eklektik ve ödüncüdür, İdare-i Maslahatçı.
  • Her büyük devalüasyon Türkiye’de rejim değişikliğine neden olur.
  • Boğaziçi Üniversitesi'ne "Özel Sektörün Özel Üniversitesi" adını veriyorum.
  • ODTÜ'de öğretim üyesi olduğum sıralarda, sınav kâğıtlarını verir ve sınıftan çıkardım:"Kopya çekeceksiniz, ancak sizin ahlaksızlığınız yüzünden, kendi ahlakımı bozamam" derdim. Bana göre sınav kadar eğitimin düşmanı bir kurum yoktur.
  • Yüksek hedefleri öneriyorum. Sınavsız eğitim, sınavsız bir üniversite, sınavsız bir toplum için mücadele öneriyorum.
  • Sınav, öğrenmenin düşmanıdır. Korkmadan, tembel suçlamasına aldırmadan, sınavsız eğitim istenmelidir.
  • Bakışımıza getirilen işbölümünü, bir tür zincire vurulma ve bir tür hapislik olarak görmeliyiz; aklın hapisliği işbölümünün zincirleriyle gerçekleştiriliyor. Böyle bakarsak, Batı dünyasındaki ve Türkiye'deki üniversitelerin, insan aklının büyük hapishanesinin koğuşları olduklarını görürüz.
  • Türk aydınını düşünceleriyle ayırt etmeye çalışmak, at ile insanı, birinin yelesine, diğerinin saçlarına bakarak ayırmaya çalışmak demektir. Saç ve yele, insan ve hayvanın en zayıf yanlarıdır; yoksun edilmeleri, işlevlerini ortadan kaldırmaz. Saçsız insan veya yelesiz at olabilir, emek ve enerji icra edebilirler. Bu yüzden saç ve yele, insan ve atın ancak organik ekleri sayılabilir.
  • Türk aydınını düşüncelerinin bir fonksiyonu olmak yerine, Türk eyleminin hep çocuk kalmış bir çocuğu olarak ele almak, bir yöntem farklılaştırmasıdır. Ve Türk aydınını ciddiye almanın tek yöntemi de budur. Düşüncelerin bir forksiyonu olarak Türk aydını, her zaman seçici, ancak daima cılız bir kopya ve daima bir mediocre'dır. Türk aydını, düşüncenin önemini hep kavradı. Ancak Türk aydını için düşünce, fetvacı geleneğin bir birikimi olabilir, hep belli ve çok uzun dönemli olmayan eylem programlarının bir süsü veya bir örtüsü oldu. Türk aydını bugüne dek eylem ile düşünce arasında kimyasal bir bileşim ihtiyacına çok uzak kaldı, ya da çok az yaklaştı. Düşünce, Türk aydını için ve bir eğilim olarak, eylemin aktörlerini harekete getiren bir kuvvet yerine, tarihsel içgüdülerle sahnelenen eylemlerin güzellik örtüsü, daha başka bir deyişle, bir şal olduğu için, Türk aydınının çeşitli düşün akımları karşısındaki tutumu deneyimli bir kabzımalın toptan sebze piyasasındaki davranışını hatırlatır. Hep seçici kalır, ilgisi hiçbir zaman derinlemesine olmaz.
  • Türk aydını, Türk tarihinin ürünüdür (*). Türk tarihsel eyleminin çocuk kalmış çocuğudur. Bu haliyle hem sevgi kaynağıdır, hem endişe. Güzelliği çocukluğundadır; hep sevilmeli. Endişe verici yanı ise hep çocuk kalmasında. Çocuk ne kadar güzelse, çocuk en büyük sevgilerin objesi olsa da, çocuğun hep çocuk kalması sürekli bir üzüntü ve endişe kaynağıdır. Türk aydımnın hep çocuk kalması ise, başka nedenlerle birlikte ancak pek önemli olarak, Türk aydınının düşün ile eylem orasında bir kimyasal bileşim kuramamasından kaynaklanıyor. Çok büyük bir doğallıkla; aydın bir düşünsel sığlıkta büyüyemez.
  • Hiçbir hoşgörü iradi olamaz. Hoşgörüyü çıkaran zorunluluk oluyor. Hiçbir zaman tam hoşgörü olamaz; hoşgörü ile katılık, bir elmanın iki yarısına benziyor.
  • Cihangir ilk modern Müslüman mahallesidir ve İstanbullu için eşi bulunmaz bir yeri simgeliyor. Hem Pera'nın içindedir ve hem de bir yolla ayrılıyor; hem içinde olmak ve hem de ayrılma, İstanbul aydınının kimliğidir ve bu zamandan geliyor.
  • Türkiye'de ve Malezya'da dinselleştirme, ilahi huzur değil, fabrika huzuru içindir.
  • Kemalizm bizi ileriye götüremez.Biz Kemalizm'den geri düşmeyiz.
  • Bizler Kemalizm'den geri dönülmesini kabul etmeyiz.Geriye baktığımızda, Kemalizm, bizim frenimizdir.İleriye baktığımızda, Kemalizm'in ötelerine açılma zorunluluğu duyuyoruz.
  • Hamidizm'den iki yol çıkar.Biri, Kemalizm ve diğeri Enverizm'dir.
  • Kemalizm içe dönük ve kurucu idi. Enverizm dışa dönük ve yayılmacıdır. Hem Enver Paşa hem Kemal Paşa, kişiliklerini ve formasyonlarını, Hamid'in saltanatında buldular; Hamid, Ermeni Politikası'na kadar, hem içte hem dışta modern bir prens sayılıyordu. Daha sonraki yıllarda üstü örtülmesine karşın hep modernizatör bir despot olarak kaldı; özgürlüklerden korkuyor ve modernizasyondan vazgeçemiyordu.
  • Hamid, Mustafa Kemal ve II. Mahmut ile birlikte son iki yüzyıllık tarihimizin en önemli üç yöneticisinden birisidir. yaratılmak istenen toz dumanın aksine, otuz üç yıllık saltanatında, siyasi ve adli sadece dokuz idam olmuştur; kuşkusuz, bunlardan birisi, büyük yenilikçimiz Mithat paşa'dır.
  • Türk ilericiliğinin bete noire'ı Hamid, aşırı vesveseli, her türlü özgürlükten korkan, ancak imparatorluğu yaşatabilmek için büyük reformlar yapılmasına inanmış ve bunları başlatmış bir Osmanlı prensi idi. İmparatorluğun artık Batı'da kalamayacağını görebilecek kadar realist idi ve doğu'ya kaydırmak istiyordu, bu amaçla, Şii imasından çekindiği için soyadını "Afgani" olarak değiştiren İrani Cemalettin ile Panislamizme sarılıyordu.
  • Dünya Yahudiliği'nin Filistin'e yerleşmesi Sultan Hamid zamanındadır.
  • Hamid, bir politika okulu'dur ve soğukkanlı incelemeden bugünü anlamak zordur.
  • Yahudiliğin Filistin'e yerleşmesinde "Mikve İsrael" çok çok önemlidir. "Mikve" İspanyolca'da, "umut" demektir, İbrani "Tikve İsrael" diyorlar; o zamanki Osmanlı memaliki ve bugünkü İsrael'de kurulan tarım okulu ve çiftliğidir. Benzeri Aydın'da da kurulmuştur. Hepsi, Hamid zamanındadır. İstememiştir, ancak kapıları açmıştır. Kuşkusuz Sultan Hamid, ürkmüştür, sonra önlemeye çalıştı. Ama atı alan Üsküdar'ı geçmişti.
  • Teorik plana gelirsek, bu açılımlarımla, bir alt üst olma ortaya çıkmaktadır. Müslümanlar, Tanzimat'a karşıdırlar, peki neden, İkinci Mahmut, orduyu lağvettikten sonra, yeniçerilik ve dolayısıyla Bektaşilik ile iç içe, kaynaşmış, zengin Yahudilerin boynunu vurduğu için mi? İbraniyet, İkinci Mahmut ile birlikte, Türkiye'de Yahudi siyasal gücünün kırıldığını yazmaktadır. Kırılmıştır. En zenginleri ve bu arada Filistin Yahudilerine yardım komiteleri başkanları boğulmuştur. Şimdi açıklık budur. Peki Müslümanlar, neden İsmet Paşa'ya kızarlar? İsmet Paşa karşıtlığını da bir Sabetayist sendrom sayabilir miyiz? İlahiyat Fakültesi'ni açan odur, uygulayamadığı Varlık Vergisini çıkaran da odur. Çok sert toprak reformu tasarısına kim karşı çıktı, C. Oral ile E. Sazak, her ikisi de İbrani asıllı büyük toprak ağası idiler. Öyleyse yeniden bakmak durumundayız. İslamcı düşüncede şu vardır: Abdülhamit Siyonistlere yüz vermedi. Hayır, benim bilgilerim bunu göstermiyor.
  • Bugünün Türkiyesi'ne bakarak, Orta Çağı çok daha iyi anlayabiliyorum; çünkü şu anda, büyük bir put imalathanesinde yaşadığımı düşünüyorum, ülkemizde sesi olmayandan şarkıcı, yüzü olmayandan oyuncu, pelteklerden spiker yapılmasını, en cahillerin en büyük profesör sayılmasını görüyor ve şaşıyorum.
  • Sosyologlar hiçbir şey bilmezler.
  • Domuz, burnunu pislikten çıkarmaz, pislik mis kokulu olduğu için değil, burnu pisliğe alıştığı içindir. Çocukluğumda fırınlarda yoksullar görürdüm, bayat ekmek arıyorlardı, daha da fazla vermek istiyorlardı; babama sordum, "oğlum taze ekmeği mideleri almıyor" diyordu. İşte bugün medyada gördüğümüz eski arkadaşlarımızın hep pisliği savunmaları, sakatlandıkları, artık koku diye sadece pisliği belledikleri içindir; bugün halkımız nerede ise beş duyusunu da kaybettiği için, kendisine müzik diye sunulanları, tiksinmeden dinleyebilmektedir.
  • Bakın, “büyük” gazeteciler ahmaktır, diyorum, artık bakamıyorlar. Bir, Milliyet genel yayın yönetmeni öldürüldü, Milliyet satıldı. İki, Hürriyet genel yayın yönetmeni öldürüldü, Hürriyet satıldı. Üç, Milliyet satıldı, satın alan aldığına pişman edildi, hapse girdi, bu satış sırasındaki hükümet düştü. Satın alan Korkmaz Yiğit’i korkuttular ve yiğitlikten döndürdüler. Demek ki Hürriyet ve Milliyet sahiplikleri çok önemlidir. Bana göre bu işe Dünya Yahudi Partisi karışmaktadır. Müdahale etmektedir. Demek ki buraya bakıyoruz ve ben başka açıdan bakıyorum.
  • Halil Berktay tarihçiyse ben de Marilyn Monroe'yum
  • Eğer Tarkan’dan şarkıcı olursa, benden de Marilyn Monroe olur. Soy adı “Tevet” olup, İbrani’da bir ay ve Tanrı adıdır. Araplara karşı savaşta kullanılan bir tankın adı da, Tevet’tir. Amcası Tevetoğlu, Amerika ve Suudi Arabistan için çok çalışmıştır. Bunlar var, ama sesi yok; playback olmadan bir buçuk dakika ses çıkardığı bile tartışmalıdır, açık hava konserlerini dahi playback yapıyor. Bugünkü teknoloji ile ve playback konser olursa, beni de yıldız bir şarkıcı yapabilirsiniz...
  • Doğan Hızlan yazarsa ben de Nicole Kidman'ım
  • Sezen Aksu için en güzelini Cemal Süreya yazmıştı, hep aynı ve tek şarkıyı söylüyor, diyordu. Doğrudur, ama ilerici dünyamıza dost bir renk olarak düşünüyordum. Şimdi düşman ilişkiler içindedir ve bu ilişkileri kesmediği sürece, "Son Şarkısın Se'en" olmaya mahkum görünüyor. (1995)
  • Sezen Hanım ishal olmuş ama ne yazık ki Sezen Hanım'dan çıkanların hepsi beste olmuş. (2007)
  • Ben bir imalat hatasıyım.
  • Politikada "yenilgi", bilimde "yanlış" en büyük öğretmendir.
  • Popülizm artı Ampirizm eşittir köylü kurnazlığı.
  • Ütopya, aklın egemen duvarlarını yıkabilmektir.
  • Komedi, insanoğlunun önlenebilir çelişkilerinin gülünçlü görüntüsünü sergilemesi ise, ütopya da toplumsal düzeltilebilir bozuklukları gidermek için tasarılar hazırlamaktır.
  • Hem komedi ve hem ütopya, insan aklının egemenliği altında toplumsal yapıda bozuklukların olmayacağı ve ikincisi, eğer olacak olursa, bunun kesinlikle düzeltilebileceğidir. Düzeltmek için ise, anlatmak, göstermek ve ikna etmek yeterlidir. Bu yapılınca var olan yapıdaki bozukluklar ister gülünç bir konuma indirilecek ve isterse, insan onuruna yakışmaz nitelikte bulunarak mahkum edildikten sonra, komediler, mutlaka mutlu son ile biter; ütopyacılar, binlerce yıl sürecek mutluluğun reçetelerini verirler.
  • Mizah çelişkiyi görme yeteneğidir. Özellikle gülünçlü çelişkiyi sezebilme işidir. Bu da eleştirinin kaynağı anlamındadır. Bunun için mutlaka zeka gerekiyor, ama tersi de doğrudur; mizah yapa yapa zeka gelişiyor.
  • Mizahı kurumuş bir toplum aptallaşmaya mahkumdur. Aptallar mizah yapamazlar. Mizah yapmayanlar aptallaşırlar. Bu arada eklemek gerekiyor, solcu olamazlar.
  • Tarih gelişiyor ve sorunlar değişiyor. XIX. yüzyılın başında, ütopya, tembelliğe kaynaklık etti. Cenneti düşünmek "cennet yolcuları" için oldukları yere çakılıp kalmak demekti. Marx ve Engels, bu yüzden sosyal mücadelede böylesi "cennet yolcuları" için bir savaşı başlattı. Bugün bilimin bayrağını yüksek tutmak, fakat aynı zamanda bilimsel kaçınılmazlıkları bilim-dışı tembelliklerin kaynağı yapmak isteyenlere karşı savaş açmak gerektiğine inanıyorum.
  • Coşkuyu tekrar bilime ve politikaya sokmak gerekiyor. Coşkunun ve duyarlılığın, teorik politika ve bilimin, vazgeçilmez bir öğesi olması gerektiğini söylüyorum. Çünkü coşku ve duyarlılık insan olmanın vazgeçilmez öğeleri arasında yer alıyor. Kaldı ki, coşku olmayınca aklı ne edeyim? İran şairleri böyle söylüyorlar; katılıyorum.
  • Bilim, basit ipuçlarından büyük sistemlere uzanan bir kurgudur.
  • Türkiye için, Avrupa, bir bataklıktır.
  • Teorik geleneği olmayan aydın bukalemun özelliği gösterir.
  • Köylüler iki türlüdür; pazara yakın olanlar, çabuk pazarın dilini ve ahlakını kabullenirler, biliyoruz. Dağ köyleri var, bunlar ise değişmezin gardiyanlarıdır; bizde Türkmenler ve Kürtler’de dağ Kürtlerini gösterebiliriz. Aydınlar iki türlüdür; köksüzler ve bunlar dışarıdaki her rüzgarı içlerine alır ve Konya dervişleri örneği dönerler. Bir de dönmez aydınlar var; bunlar dağ Türkmenleri’nin gelenekte yaptığını, akıl planında üstleniyorlar ve yabancı rüzgarlardan nefret ediyorlar. Şimdi son mevzi bunlardır.
  • İnsan, başkasını beğenirken, kendinde olanı beğenir.
  • "Tek başına kendimi ne kadar geliştiririm" değil. "Kendi başıma başkasını nasıl geliştiririm" ilke budur.
  • Sevginin kaynağı ortaklıktır. Sevmek, bir başkasını geliştirmektir.
  • Sevgiyi sosyalizmden çıkarmak, insanı sosyalizmin dışına itmekle birdir.
  • Sevgi, ışık türünden kendisini çoğaltan değilse nedir? Ben bunu her gün yaşıyorum; kalpleri taş yüklü olanlar, başka halkları sevdikçe kalplerinde sevgiye yer kalmayacağını sanıyorlar; halbuki insan kalbi sevdikçe büyüyor. Ben topraklarımızın halklarını sevdikçe kendi halkımı daha da çok seviyorum.
  • Aşk insanın birey düzleminde sonsuzu yaşamasıdır. Sosyalizm, insanın toplum ve sınıf düzleminde sonsuza koşmasıdır. Kardeşlik, insanın ulus düzleminde sonsuz beraberliği aramasıdır.
  • Mülkiyet ve irade düzeyleri önemli ölçüde farklı olanların kardeş olmaları mümkün değildir; heterojen irade ve mülkiyet düzlemlerinde kardeşlikten söz etmenin aldatmaca olduğunu düşünüyorum.
  • Yürüyemeyen, yürüyene kin duyar.Dönek dönmeyene saldırır.
  • Aşk, devrim, bilim, ayrıntıdadır.
  • Anayasanın, karakollardaki yangın talimatnamesinden daha kolay değiştirilebildiği bir iklimdeyiz, seçim hukuku bir pabuççu muştasıdır.
  • Despotizm ile irtica el eledir.Birisi varsa diğeri mutlaka oradadır.
  • Devlet, bir durumdur ve demokrasi, bir devlet durumudur.
  • "Hıristiyan" demokrasisi, "sosyal" demokrasi, "gerçek" demokrasi veya "devrimci" demokrasi, ya da "halk" demokrasisi; bütün bunlar bir karışıklığın göstergeleridirler. Artık sözcüğün ve kavramın bitişine işaret ediyorlar. Artık önüne bir sıfat almadan söylenemeyen sözcükler veya kavramlar bitmiştirler; "demokrasi" artık sona ermiş durumdadır.
  • Ben, bana demokrat denilirse bunu küfür sayıyorum.Ben demokrat değilim.
  • Demokrasi, yürütmenin yavaşlaması demektir. Ne kadar yavaşlatma; bunun bir ölçüsü olduğunu sanmıyorum, sadece tanımını formüle edebiliriz, yürütmenin hızlanmak istediği aşamada hızını kesmek ve kesebilmek demokrasidir. Tersinden de formüle edebiliriz, "demokratik" olmadığı kabul edilen bir düzenden "demokratik" tabir edilen bir düzene geçmeye karar verildiği an, yürütmenin de yavaşlayacağına karar verilmiş olmaktadır.
  • Kuşkusuz sadece dar anlamda yürütmenin yavaşlamasını da kastetmiyorum; yasama organının da "fast-food" türü hızla yasa servisi yapan bir mekanize mutfağa dönüştürülmesi de demokrasiden uzaklaşmak olmalıdır, hızlı yasa çıkartan bir yasama organıyla övünen bir ülkede demokrasi düşüncesinin bayağılaştığını tespit yerindedir.
  • İç savaş sınırı, demokrasinin en hayati kanalıdır, sine qua non, diyebiliriz; yalnız iç savaş, aynı zamanda demokrasiyi ortadan kaldıran mekanizmalara da sahiptir. Demokrasiyi geçici, marjinal ve frajil yapan işte budur, demokrasi için gerekli vücut olan iç savaş, aynı zamanda demokrasinin katilini de yaşatmaktadır; öyleyse iç savaşta istikrarsız bir istikrar var ve buna sınırını da katabiliriz. Çünkü egemen otoritenin, iç savaş ihtimalini de, aslı her ne kadar uzak olursa olsun, iç savaş saydığını biliyoruz.
  • Ayrıca her iç savaştan sonra XVII. Yüzyıl'da İngiltere ve XIX. Yüzyıl'da Fransa örnekleri tanıktır, Cromwell ve Komün adlarıyla hatırlanıyor, devletin baskıcı pratik ve nitelikleri daha çok ortaya çıkıyor ve olgunlaşıyor. Öyleyse burada görkemli İngiliz iç savaşından kaçmış ve ayrıca uzun bir süre Fransa'da gönüllü sürgün olarak yaşamış Hobbes'un "Leviathan" analizini hatırlamak durumundayız. Her iç savaştan sonra kazanan devlet, daha çok Leviathan'laşır.
  • Bir yanda sürüler ve diğer yanda oligarklar varsa, demokrasi bitmiştir. Ben ölmüş atı kırbaçlamıyorum.
  • Yürek, aklın özgürlüğüdür.
  • İnsan aklı sonsuza yatkındır.İnsan yürüyüşü sonsuza yöneliktir.Sonsuza bakmayan her yürüyüş tökezlemeye ve düşmeye mahkumdur.
  • Arkadaşlarım, dostlarım, yoldaşlarım! Bir toprak en saf olanlarındır. Bir ülke en doğru olanlarındır. Bir yurt uğruna savaşanlarındır.
  • Bizim en son savaşımız iki yüz yıldır sürüyor: Bizim bu "iki yüz yıl" savaşımız, şair, müzisyen, yenilikçi Sultan Üçüncü Selim ile başlıyor, ilk büyük kaybımızdır. Ancak durmuyor. Savaşımız sürüyor.
  • Bizimki iki yüz yıllık bir yenilik-gericilik savaşıdır. Aydınlık'ın karanlık'a savaşıdır. İnsan aklını, hülyayı ve ortakçı felsefeyi egemen kılma savaşıdır.
  • Bizim bu savaşımız, Rusçuk Yaranı ile, Tanzimatçılarla, Jön-Türklerle, Anadolu Kurtuluşçularıyla, yüzlerce ve binlerce Türk, Kürt, Çerkez, Arap kahraman ile sürüyor. Bizimki iki yüz yıllık bir kahramanlar savaşıdır.
  • Bu savaş dolu iki yüz yılımızın son otuz yılı, en zorlu ve en kanlısıdır. Otuz yıldır, topraklarımızı bir Amerikan sömürgesi haline getirmek isteyenlere, rejimimizi, birtekelli polis devletine çevirmek isteyenlere, ülkemizin her metrekaresine bir demir perde çekmek isteyenlere, evrenin en erişilmez süsü olan insan başını bir örümcek ağına dönüştürmek isteyenlere, aklın egemenliğini yıkıp cinleri akıl tahtına oturtmak isteyenlere, bu Orta Çağ cephesine karşı, savaşıyoruz. Kayıplarımız çoktur. Fakat bu savaşın bu aşamasında güvenimiz en çoktur.
  • Kendinize güveniniz. Yolunuza güveniniz. Çünkü şimdi tarihimizin yolumuzun en güvenli dönemindeyiz. Bu otuz yıllık savaşta ateşin çemberinden saflaşarak geliyoruz. Saflaştık; kamyonları, fadimeleri çatlatan bir saflıktır. Bu çatlaktan fışkıran ise sadece doğruluğumuz ve savaşımızın haklılığıdır. Yoldaşlarımız, bütün çatlaklardan fışkıran gerçekler, sadece ve sadece, bizlerin, doğruluğunu kanıtlamaktadırlar.
  • Bu otuz yıllık iç savaş, bizden pek çok sevdiğimizi almıştır. Fakat bu otuz yıllık iç savaş, bize, çelik kadar sağlam ve kılıç kadar keskin doğruluğumuzu vermiştir. Otuz yıldır, kanıt ile, sezgi ile, bilim ile, söylediklerimizin hepsi doğrulanmıştır. Bugün her birimiz birer canlı doğruyuz; her birimiz, sadece ve sadece, yürüyen doğrularız.
  • Bizimki insan aklına dayalı, hülya dolu, ortakçı bir toplum savaşıdır. Bizimki insanlığı yakalama savaşıdır. Bizimki, insanlığın tümünü bu yeni Orta Çağ'dan kurtarma savaşıdır. Bu savaşta doğrulandık, bu savaşta saflaştık. Uğruna saflaşıyoruz, memleketimizi hak ediyoruz.
  • Aydınlarımızı yorduğumu biliyorum. Solumuzu ürküttüğümden kuşku duymuyorum. Şaşırmıyorum; yüreği dağlanmış ve iradesi çökertilmiş olanların gıdası yanlışlardır ve yanlışlar, bunları rahatlatıyor.
  • Doğrular, güçlü yürüyüşler içindir. Yozluk, ideolojik planda, bir yanlışlıklar kokteylidir.
  • Herkes Soljenitsin'in bir büyük yazar olduğuna inanıyordu ve Nobel ödülü almış olmasını kanıt sayıyordu ve ben, yazmasını bilmediğini yazdım. Çok kızdılar; ancak şimdi bütün dünya yazmayı bilmediğini yazıyor.
  • Kundera çıktı, Türkiye'de yer yerinden oynadı, o zamanlar en sevdiklerim bile müridi olma yolundaydı ve ben, çok tatsız bir iş yaptım, bir cahil ve ihanete tapınan bir dejenere olduğunu kaydettim; Sovyetler yıkıldıktan sonra artık köşesinde bir zavallıdır.
  • Orhan Veli'nin dejenere bir şair olduğunu ilk kez yazdım. Türk aydını "öyle de yatılmaz ki" demeyi solculuk sanıyordu; çok küfür aldım ve şimdi meyhane şarkılarına söz arandığında başvurulan bir eski tutucudur ve artık dejenere Türk gericiliğinin şairleri arasında sayılıyor.
  • Pamuk, Türkiye nüfusu içinde yazar olacak en son birkaç kişiden birisidir.
  • Babasına geldiğimiz zaman, onu kırk defa yazdım, kırk defa da söyledim, babası ona bir ödül aldı, o da babasına bu ödülü veriyor. Milliyet'ten aldığı ödül, Gündüz Bey'in(Pamuk) zoruyla oldu. Bunu kırk defa yazdık. Selim İleri, içerideki jüriyi yazdı. Jürideki hiç kimse Orhan'a(Pamuk) ödül vermedi. Orhan Hançerlioğlu ısrar etti. Abdi İpekçi, jüriye Orhan Hançerlioğlu'nu koymuş, komiserdir, Türk aydınını kırk yıl takip etmiş bir adamdır. Edebiyatla hiçbir ilgisi yok, edebiyatı görse karakola götürür. "Babalar ve Oğullar"dır. Babası ona bir ödül aldı Milliyet'ten, o da bunu babasına armağan ediyor. Babası olmasa zeten bunu da alamazdı.
  • Her devrim, bir yeni bilgi teorisidir.
  • Dil ve bilim, insanlığın en büyük ve en yaratıcı iki basitlemesidir.
  • Politika, iki düşman toprak arasındaki mayın tarlasında danstır.
  • İlericilik, yeniliğe düşman halkı yenilikçi yapma mücadelesidir.
  • Aydın, aklıyla ve inatla mücadele eden insan'dır.
  • Aydın yaratmaya yönelmeyen aydın düşmanlığı gericiliktir.
  • Kayıp her taraftan. Kaybedenler var. Yalnız şu da var, kazananlar olmazsa, kaybedenler olmaz. Tersi de doğrudur. Yoktan var olmaz. Vardan yok olmaz. İşçi ve emekçiler kaybediyorlar. Çok kazananlar da var. Gelir bölüşümü, insafsız bir hızla daha da bozuluyor. Bundan şu sonuç çıkıyor: Türkiye'de lüks tüketim için üretim ve gerçekten lüks tüketim için harcama alanları açılıyor. Bu yüzden Türkiye ekonomisi, artık fakirleşen işçi ve emekçiler için, İslam'ın tevekkül felsefesi'ne daha da çok muhtaç duruma geliyor.(1979)
  • Dinselleştirme sürüleştirmenin yoludur. Şiddet bir ideolojinin yıkılması ve bir diğerinin yerleştirilmesidir. Yetmişli yıllarda çok büyük bir yoğunluk kazanmış olan aydın katliamını böyle anlamak durumundayız; anti-laik ve anti-entelektüel bir savaştır. Şöyle de söyleyebilirim; aydın katliamı bir dezentellektüalizasyon savaşı idi ve dinselleştirme ile sürüleştirme açısından zorunludur.
  • Herzl, "devlet adamı" kabul ediliyordu.Devleti yoktu.Enver, milliyetçi idi.Milleti yoktu.Hep arıyordu.Savaş ilan ettim. Askerim yok ve tertipliyorum.
  • Musul alınmazsa, Diyarbekir verilir.
  • Diyarbekir'de güzel giysilerle, hoş maskelerle, "özel kuvvetler" gördük, artık şaşırmamız yerindedir. Güzel gösteri, kabul ediyorum, ama yaptıklarını, gayrı-özel kuvvetlere bırakmaları isabetli olurdu ve benim bildiğim, "çuval operasyonu" öncesinde Musul'da idiler. Özel kuvvetler, güzel giysilerini ve kar maskelerini çıkararak, kürt giysilerine bürünerek, Türkiye'nin büyümesini samimiyetle isteyen Kürtler ile samimi işbirliği yaparak Musul'a dönmek zorundalar. Artık asıl tehdit, Barzani'dir. Bunu hep öneriyorum.
  • Artık üç büyük hipotezle karşı karşıyayız. Bir, 1550-1600 yılları arasında, Türkiye bir Yahudi Partisi tarafından yönetiliyordu. Bir "Turco-Judaik" devletten söz etmek mümkündür, iki, modern cumhuriyet, bir rezerv devlet olarak kuruluyordu. Ön-örneğine işaret etmiş bulunuyorum. Üç, XIX. Yüzyılın başından beri bu topraklarda, kanlı iç çatışmaların bir Yahudi-Hıristiyan boyutu olmalıdır. Bedirhan'ın Süryani katliamına, Ermeni Tehciri'ne ve 6-7 Eylül'e bir de bu açıdan bakmak zorundayız.
  • İleri sürdüğüm "rezerv devlet" kavramı tartışılmalı ve geliştirilmelidir. Polonya ile Irak'ta kurulmakta olan Kürdo-Judaic devletler ele alınmalı ve incelenmelidir.
  • İslam'dan sonra Yahudi Devletleri, benim önerdiğim yeni bir kavramdır, a) İspanya'daki Arap Devleti'ni, Müslüman-Yahudi, b) 1550-1600 İstanbul'dakini Türko-Judaik sayabiliriz. Tartışılmalıdır. c) Washington, bu açıdan ele alınmalıdır.
  • "Türk-İslam Sentezi" veya "Avrasya Birliği", Americano-Judaic yayılmanın paravanasıdır.
  • İranlı dostlarım, benim İran'da en yüksek düzeyde izlendiğimi, okunduğumu söylediler ve bir de, Mossad'ın bütün sırlar yazılmamışsa, öldürmediğini haber verdiler. Oradaki pratik budur. Çünkü öldürürlerse, o zamana kadar açıklanmamış sırlar, açıklanır; endişeleri bu imiş ve ben bu öğüdü ciddiye alıyorum. Zamana bırakıyorum. Benim, Irak’taki Kürt Şefleri’nin Kripto-Yahudi olduklarını açıklamam, Tel-Aviv’de büyük bir rahatsızlık yarattı ve senaryonun önemli bir bölümü açığa çıkmış oluyor. Irak’ta bir Kurdo-Judaic devlet kurmak istediklerini ileri sürüyorduk, şimdi daha inandırıcı olmuştur. Ayrıca, artık bir perde inmiştir ve o perdeyi tekrar çekmek imkânsızdır. Bu nedenle Mossad’ı da artık fazla önemsemiyorum.
  • 1 mart tezkeresinde bir tek Türk askerinin dahi Kuzey Irak'a girmesi yoktu. Deniz Baykal bunu açıklamış, ben 2003'ten beri açıklamaya çalışıyorum.
  • 1 mart tezkeresi sadece Türkiye'den, o zaman bir devlet olan Irak'la sınırından Amerikan askerlerini geçirmek üzerineydi. Ancak bu medya ve o zamanki hükümet bütünüyle sanki Türk askerleri de Kuzey Irak'a girecekmiş izlenimini verdi. Reddinde bu nokta önemlidir.
  • 1 mart tezkeresini CHP ile Türk askerlerinin Amerika ile birlikte Kuzey Irak'a gireceğini düşünen AKP içindeki Barzani sempatizanı milletvekilleri reddetti.
  • Kapitalist düzende devlet, kapitalistlerindir.Tekelli düzende, tekeller devletindir.
  • Tekelli düzende devletin tekellerin olduğunu söylemek, gerçeğin binde birini anlatmak demek oluyor. Tekelli düzende devlet tekellerle gerçekleşiyor.
  • Eylülist darbe, tekelli düzeni temel renk ve çizgi yapma operasyonudur.
  • Tekel düzeninin kurulduğu her coğrafyada, iktisatta yıllar önce İngiliz iktisatçı Gresham'ın formüle ettiği "kötü para iyi parayı kovar" yasasına benzer bir biçimde, "birikimsizler, birikimlileri kovar" yasası geçerlidir. Çünkü tekelistan'da en büyük düşman birikimdir ve çünkü, birikim bağımsızlığa kapı açarken, birikimsizlik, oligarklara bağımlılığa yatkın formasyonları hazırlamaktadır.
  • Aşkın kaynağı sonsuzu görebilmektir.
  • Paradoks mu yoksa tarihli toplum ile fiziksel toprağın baskısı mı; Balzac kralcı idi ve ancak burjuva ve cumhuriyetçi romanlar yazıyordu.. Çernişevski narodnik idi, ama, naif sosyalist romanlarını okumaya hiç doyamadık.
  • Tolstoy'un dindar olduğunu biliyoruz; ama Arına Karenina'da Kont Karenin, çekim güçlerinin hiç dışına çıkamayan bir robottur, Rusya bürokrasisi sanki Kont'un içine girmiş ve tutsak etmişti. Sanki Karenin değil bürokrasi hareket ediyor ve davranıyordu; ilk robot-insan Kont Karenin'dir diyebiliriz ve Tolstoy'un dehası sayesinde, insan olduğundan hiç kuşku duyamıyoruz.
  • Kopernik de bir Aristotales müridi idi, ama, bir yola çıktı ve sonunda, Aristotales fiziğini yıktı. İstemeden yıktığından emin olabiliriz. Mustafa Kemal'in de yola çıkarken, bu yolculukla, yıktığını yıkacağını bildiğini söyleyemeyiz.
  • Lenin'in Oblomov'u yüzeysel değerlendirmesinden sonra Sovyetler'in de Kafka'yı ve metamorfoz'unu sansür etmesi büyük bir talihsizliktir; talihsizliğimiz yüksek otoriteden kaynaklanıyordu. Gerçi Oblomov'dan sonra Dönüşüm'ü yazmak çok zor değildir; fakat yine de Kafka'nın yazıcılığı, insanı iten bu uzun öyküyü elimizden bırakmamızı önleyebilmektedir. Kafka, tekellerle birlikte, insanın nasıl hamam böceğine transforme oluşunu yazıyordu.
  • Nietzsche, ilerleme’ye ve dolayısıyla insan’a inanmıyor. Tekellerin egemenlik kurmaya başladığı bir dönemde yaşıyor; tekellerin bireyleri sürüye çevirmeye başladığını görüyor. Bu görgü ve hastalıklı bir yapıyla, tekellere cephe almak yerine sürüye dönüşen kütlelere cephe almaya kalkıyor, sıradan insandan tiksinmeye başlıyor.
  • Foucault, bilimi, bilimin çeşitli kaynaklarından yalnızca birisine, arkeolojiye indirgemeye özeniyor. Kuşkusuz, bilimin kuru’luğu karşısında, zorunluluğu ürkütücü bulunduğunda, bilimsel serüvenin bir aşaması olarak son derece çekici olan arkeoloji veya arşiv araştırması, bir kaçamak ve bir sığınak oluyor. Bir süreç içinde saygın ve gerekli bir yer, sürecin kendisi yapılmak istenince, geri ve kaçkın bir konuma uzanıyor. Foucault bunu yapıyor.
  • Foucault’un yaptığı zamanına göre ayrık görünmüyor: Foucault’un bilimi, yasa zorunluluğu çevresinde dizilmemiş bulgulara, arkeolojiye, indirgeme çabaları, Marx’ı, yararlandığı Ricardo’ya ve Hegel’e geri çevirme çabalarıyla aynı zamana denk düşüyor. Foucault’un yaptığı bir antikacılık’tır.
  • Bir süreç içinde saygın ve gerekli bir yer, sürecin kendisi yapılmak istenince, geri ve kaçkın bir konuma uzanıyor. Foucault bunu yapıyor; Barthes aynı kaçkınlığı, edebiyattan ve eleştiriden içerdiği silme amacını, Saussure’ün linguistiğinden göstergecilik’i çıkararak, edebiyatı ve eleştiriyi makascı sinyallerine çevirmeye çalışarak gerçekleştirmeye çabalıyor.
  • Önemli olan başka dünyayı kurabilmektir. İnsan, dünya kurmaya yatkındır. Devrimci kurduğu dünyada yaşayabilmelidir. Bütün hücreleriyle kurduğu dünyaların yeni adamı olmalıdır.
  • Şizofrenler hep yeni dünya kuruyorlar ve kurdukları dünyada yaşıyorlar. Ancak dünyalarının akılları yok ve sık sık yeni dünya kuruyorlar. Şizofrenler tutarlı değiller ve ısrarlı olmaıyorlar; toplum, fırsat buldukça şizofrenleri akıl hastanelerine kapatıyor.
  • Toplum; devrimcilere, akıllı ve inatçı şizofrenler olarak bakıyor. Hep hapse koyuyor ve fırsat buldukça başlarını vücutlarından ayırıyor.
  • Yoğunlaşmış düşünce eylemdir; yoğunlaşmış eylem teori.
  • Kendi halinde "insanlık" olur mu, diğer insanların görüp de teslim etmedikleri bir "insanlık" demek istiyorum ve olması gereklidir. Mutlak ve bağımsız bir "insanlık" dönüşülmelidir; atasözlerini, halk felsefesi cümleleri sayacak olursak, dilimizdeki "insan kıymetini insan bilir" sözüne baktığımızda bunun kolay olmadığını görebiliyoruz. İnsan bilmese de insan olmalıdır ve diğer insanlardan bağımsız bir insanlık olduğuna inanıyorum; bu, yaşama gücümüzdür.
  • Tekelli düzende dünyanın her yanında büyük basın devletleşmiştir.
  • Bir bütün olarak sanat ve özellikle edebiyat, artık yalnızca ideolojik bir silâhtır. Artık ülkemizde edebiyat, insanımızı geliştirmek için değil sakatlamak amacıyla kullanılan, yüceltmeye değil alçaltmaya ve tüm estetik kabiliyetlerini ortadan kaldırmaya yönelen acımasız bir silâh olmuştur; insafsız bir ideolojik ay­gıttır. Edebiyat, artık estetik özüne çok yabancıdır; bu bir iş ise yapanı da, yaban yapmaktadır. Emperyalist dünya, bozanın mutlaka bozulduğu bir dünyadır; artık bozulmadan bozamıyorlar.
  • Nazım Hikmet Ran'in düz yazıları hiçbir şeydir.
  • Kemal Tahir'i, mhp'ye verelim ve Peyami Safa'yı biz alalım, dedim; Peyami, büyük bir romancımızdır ve Kemal Tahir, ilkel, abartmacı ve insan-sevgisi olmayan bir yazıcıdır. Tahir, şimdi, mhp'nin resmi romancısıdır. Gizliden gizliye, Bülent Ecevit, İsmail Cem ve Halit Refiğ tarafından desteklenmektedir.
  • Yaratmak; can vermek, kişilik vermek, özgürlük tanımaktır; bu nedenle, Julien Sorel'in yaratılışının hemen başından itibaren Stendhal'den özgürleştiğini ve Stendhal'i yönetmeye başladığını düşünmeliyiz, tıpkı Raskolnikov'un Dostoyevski'ye hükmetmesi türünden; yaratılanın yaratana hükmetmesi, yaratmanın gizli yasasıdır.
  • Silahlı kuvvetlerin depolitizasyonu, Türkiye'deki devrimcisizleştirme süreci ile yakından ilgilidir; iktidarı reddeden aydın ile depolitizasyon sürecinden geçirilmiş ordu, devrimcisizleştirme gereğine pek uygun düşüyor. Devrimcisizleştirme, genel insansızlaştırma sürecinin mekanizmalarından birisi oluyor.
  • Kin, insana akıllı işler yaptırıyor.(Ulucanlar Merkez Cezaevi, 28 Temmuz '88)
  • İnsanlık hep kendisini arayan bir serüvendir.
  • Yaşamak ise ancak serüven olduğu zaman yaşamaya değerdir.
  • Ölüm, son derece teoriktir. İntihar, eylemsiz ölümdür.
  • Pratik, teori değildir. Teori, tek tek pratikten çok ötedir. Teorinin geçerli sayılabilmesi için kendisine tıpa tıp uyan bir pratik bile gerekli değildir.
  • Pratik günü yaşamaktır. Teori geleceği. Pratik, geleceği hazırlar; teori haber verir.
  • Modern bilgi teorisi, yaşamı gerçek bir heyecan haline sokmuştur. Bilgi ile maddenin ayrılmadığı bir zamanda, uç bir aktivist için, yaşam, teori ve yaşama alanı ise epistemolojidir.
  • Her eylem bir bilgi akışı ya da radyasyondur. Mutlak cevabı vardır. Dağ çiçekleri bile habercidir. Titreşerek haber verirler, bu, bir haberdir.
  • Devrimci politkacı; kendisiyle düşman merkezler arasında eylemli-bilgi oyunları kuran ve oynayandır.
  • Her eylem bir bilgi akışı ya da radyasyondur. Mutlak cevabı vardır. Dağ çiçekleri bile habercidir. Haber bir eylemle de gelebilir. Devrimcimerkez ve düşmanmerkez bir sıkışık sistemdir. Bu eylemin cevabı, eylemli bilginin kırılarak ya da yansıyarak gelmesi sonucunu da doğurur. Böyle durumlarda devrimci politikacı için radyasyon bilgiyi tekrar kırmak veya tekrar yansıtmak zorunludur.
  • Devrimci politka, eninde-sonunda, bir bilgi sorunudur. Devrimcilik, eninde-sonunda, epistemolojik bir süreçtir.
  • Red, bir yeni bilme düzlemine başlangıçtır. Ütopya, aklın toplumsal duvarlarını yıkarak aklı güçlendirme işidir. Kurgu, teoridir.
  • Tarih, hep yönetmek ile ilgilidir ve bu açıdan görüldüğünde, Braudel de dahil, "yeni tarih", hiç tarih değildir.
  • Ben bir Amerikan sevmez yaratığım; Amerikanofob olmaktan da mutluyum.
  • Hegel, Marx'ın öğretisine girdiği her yerde açıklıktan çok kapalılık ve ileriden çok geriye bağlantı sağlıyor.
  • Bilimsel bilginin hareketi, Hegel'de en az diyalektik olandır.
  • Marx düşüncesinin en zayıf yanı, Hegel'in hiç de diyalektik olmayan anlayışına tütmüyle bağlı olmasıdır. Marx'ta kütleden ışınlanan kavramların hareketinde ve bunların akıl tarafından bilinmesinde hiçbir engel olmasıdır. Üstelik bunların uygun kütlesine sonsuz bir hızla inip girebileceğini düşünüyor.
  • Hegel'de maddenin saflaşması ancak kavrama dönüşmesiyle mümkündür. İnsan aklının algılama, anlama ve kavramlaştırma süreci, aslında somutun çözümlemesi demektir. Kavram, bu çözümleme sürecinin en üst aşamasıdır. Kavram, tutulabilecek mükemmeliktir. Sonsuz, hızlıdır. Kavram, sonsuz bir hızla inebilmektedir.
  • Hegel'in belki de en büyük katkısı, düşünceye büyük bir hız takması ve sonsuz bir güç yüklemesidir. Hegel'de, düşüncenin kendisi büyüleyicidir. Marx, bu hızda, Hegel ile aynı yerdedir ve düşüncenin gücüne kütle giydirmektedir. Aydın mı, bu noktada hem hegelyen ve hem marksist olandır. Aydın, düşüncenin hızına ve gücüne inanan saftır.
  • Sovyet sanayileşmesinin pratik sorunları Anti-Dühring'i zorunlu bir tartışmanın konusu yaptı. Hızlı sanayi, yeterli ölçüde proleterleşmemiş köylülük ile kurulmak zorunluluğuyla karşı karşıya geldi. İşçi tulumu giymiş köylüler, eşitlikçi bir ücret sistemine ve maddi kazançlar getirmediği sürece yeni eğitim olanaklarına razı olmadılar. Sovyet yöneticileri, başta Stalin, ücret makasını görülmemiş ölçüde açmak ve bilgi artırmayı, artan maddi kazanımlara bağlamak zorunda kaldılar.
  • Brejnev döneminde göreceli olarak refah kaybına uğramış, sosyalizmden kopmuş Sovyet entelijansiyasının yanında, hızla büyüyen ve gelişen küçük meta üreticileri ve sosyalist varlığı kendi kapitalizan işi için kullanan ayrı bir kesim; Gorbaçov, isteyerek veya istemeyerek, bunların birleşmesine aracılık yapıyor. Gorbaçov, yeni bir soğuk savaşı başlatmış Batı ile sıfır çözüm üzerinden anlaşmak için ödüncü bir çizgiyi izlerken, bunlarla, Batı merkezleri arasında sağlam bağların kurulmasına da önayak olmuş oluyor; sosyalizm, içinden ve dışından, daha önce görülmemiş bir şiddetle, üstelik ideolojik açıdan hiç hazır olmadığı bir zamanda hücumla karşı karşıya geliyor. Bir karşılaşma olabilir; bunun yerine, Sovyetler Birliği içindeki en sesli ve en hırslı bu yeni zenginler ve entelijansiya, Timur'un karşısındaki Bayezit'in ordusunu hatırlatır bir biçimde, karşı tarafa geçiyorlar.
  • Hitler yenildikten sonra faşizm, Batı Avrupa ve Kuzey Amerika devletleri yapısına asimile olmuştur; Hitler ile birlikte faşizm, kapitalizmin siyasal formasyonu içine giriyor ve bunu değiştiriyor.
  • Taş’ın ahlakı yok. Hareket etmiyor. Faşizm ahlaksızlık’tır; hareketsizlik peşinde koşuyor. Faşizm, tarihin kaydettiği önceki dikta uygulamalarından, korkudan kaynaklanmasıyla ayrılıyor. Faşizmin terörü, kendisi terörize olmuş bir sınıfın, acımasızlık uygulamasıdır; faşizm, kendi içinde çelişkilerini erteleyerek hızını arttırmış bir iktidarın, iktidarını sallamış olanların hareketsizliğe boğma girişimi oluyor. Korkunun hareketsizliği doğurması en çok faşizmde var. Hain, korkak’tan çıkıyor; faşizm bir iç ihanet oluyor. Faşizm, egemen sınıfın kendi içinde ve birbirine karşı ihanetine dayanıyor.
  • Pkk'yı pkk yapan Kenan Evren'dir. Diyarbakır hapishaneleri olmasa PKK'nın hiçbir gücü olmazdı. Bunları yapan Kenan Evren'dir.
  • Kenan Evren ne yaparsa İsrail için yapar.
  • Pkk pkk diye diye Barzani’ye devlet kuruyoruz.
  • 27 Mayıs, kesin bir halk hareketi ve devrimidir
  • İttihat ve Terakki'yi, sadece olumsuzlukları ile ele almak, Türk gericiliğinin bir karakteridir; Türkiye solu içinde de böyle düşünenler sola sızmış gericilerdir. İttihat ve Terakki, ikisi Kürt, birisi Arnavut, birisi Arap, dört "Osmanlı" askeri öğrenci tarafından kurulmuş burjuva demokrat ihtilal örgütüdür.
  • Demokrasi ile laiklik arasındaki tek ilişki, birbirinin zıddı olmalıdır.
  • Demokrasiyi laisizmin temeli saymak, hem cehalet ve hem de aptallık oluyor. Çünkü devrimler laisizmi getiriyor, "demokrasi", pek çok "şeyi" ve bu arada akıl düzenini bozuyor.
  • Demokrasi nedir? Yürütmeyle ilgilidir. Yürütmeyi ve yasamayı hızlandırıyorsan, diktattörlük, yavaş işletiyorsan demokrasidir. Fastfood gibi yasa çıkararak demokrasi olmaz. Karakollardaki yangın talimatnamesini değiştirmek yasa çıkartmaktan daha zordur. Son derece edilgen, hedonist, geleceği hiçbir biçimde düşünemeyen, sadece gününü yaşayan ve hiçbir özgürlük kavramı olmayan bir toplum yarattık.
  • Meslekler içinde hiç sevmediğim tenekeciliktir; eğrilmiş bir tenekeyi, küçük çekiç darbeleriyle düzeltmeyi bir meslek edinmeyi hiç anlayamıyorum. Sesi veriminden kat kat fazla olan bir meslektir; en küçük bir yaratıcılık taşımıyor ve gelişmiş bir tenekeci bilmiyorum.
  • Demokrasicilik modern tekeneciliktir; bugün politika sahnesinde bir tek gelişkin tipe rastlanmaması da, buradan kaynaklanıyor. Gürültüsü çok büyük, verimi çok küçük bir iş oynanıyor.
  • Tekelli düzenin millet bilincinden kaynaklanan aidiyet duygularını erozyona uğrattığı kesindir. Tekelli düzenin, hem agnostik yapısı, hem bireyi edilgen hale getirmesi ve hem de yeni parçalı iktidarlar yaratması açısından feodal düzenle, kapitalizm açısından çok daha fazla, benzerlik kurduğunu düşünüyorum.
  • Tekelli düzende, millet bağını zayıflatmış insanların, edilgenleşme sürecinde sürüleşenlerin, spor klüpleri, tekel bayrakları, tekkeler, tarikatlar, sığınaklar, cinsiyet üzerine fırkalar, barınaklar türünden parçalılığı seçmelerini kaçınılmaz buluyorum.
  • XIX. Yüzyılın başından beri bu topraklarda, kanlı iç çatışmaların bir Yahudi-Hıristiyan boyutu olmalıdır. Bedirhan'ın Süryani katliamına, Ermeni Tehciri'ne ve 6-7 Eylül'e bir de bu açıdan bakmak zorundayız.
  • Ülkede "meşruiyet" kavramı, meşruiyetini yitirmiştir.
  • Solun bir rüzgar olduğu yıllarda ve 1967 yılında İsrail'in Araplar'ı yendiği ve viability'sini sergilediği bir tarihte, islamizm, yeniden, devlet politikası oluyordu ve bunda sabetayizm dirijan haldedir. Artık, politik planda ve sufizm disiplinle, islamizm ile sabetayizmi birbirinden ayırmanın zor olduğu bir çağdayız.
  • Marx'ta en büyük revizyonu yaparak, Marx'ı iktidara götüren Lenin'dir.
  • Lenin aşırı bir politisyen, Marks aşırı bir bilim adamıdır.
  • Lenin, işçilerin, çalışma düzenleri nedeniyle ve tabiaten sosyalist olacakları hipotezini erken yıktı; "Ne Yapmalı", Marx'ı revizyona tabi tutuyordu ve başarılıdır. Leninist düzeltme ile bolşevik devrimi, işçi sınıfının devrimcilik postülasını teyid etmiştir; Rusya'daki eşitsiz gelişme şartları, bu teyidi tashih etmekle birlikte ortadan kaldırmıyor. Ancak Sovyet işçilerinin sosyalizmin kaybı karşısındaki kayıtsızlıklarını olmamış
  • 27 Mayıs, halk hareketinin orduyu etkilemesidir. 12 Mart ve 12 Eylül halka karşıdır.
  • İnsanlar uygar oldukları müddetçe en güzel soruları soramazlar, çocuk oldukları müddetçe en güzel sorulara koşarlar, kafalarında menedici bir kural veya sansür yoktur.
  • Demokrat; yılgın, yılışık insan türüdür.
  • Türk aydını mazoşisttir.
  • Yalnızlık korkusu, Türk aydınının obsesyonudur.
  • İşçi sınıfı dalkavukluğu işçi sınıfını sıfırlamaktır.
  • Sosyalizmin çözümü, Trotskiy ve Mao'yu yaşatıyor. Ancak Trotskizm ve Maoizmin kökünü kazıyor.
  • Sosyalist sistemin çöküşü ne ekonomik ve ne de teknokratiktir.Sovyet sistemi öncelikle politik ve bunun içinde etik nedenlerle çöktü: Sosyalist insanı yaratamadı.
  • Sovyet düzeni kendi içinden ve ideolojik zaaf nedeniyle çöktü. Türkiye Cumhuriyeti, kendi içinden, ideolojik nedenle çökmektedir.
  • Sosyalizm hala kişilikli insan yaratmanın tek düzenidir.
  • Devlet islama duyduğu ilgiden de olabilir,benim bir yerde bir hıristiyan felsefesine sahip olduğumu bilmiyor.Bu felsefe şudur:Eğer mücadele gücün az ya da zayıf ise,yenmek için kırılmak gerekiyor.İlk hıristiyanların,zayıflıkları içinde,kırılarak ve kırılmaktan korkmayarak kazandıklarını düşünüyorum.
  • En önemli kaygım, genç kuşakların yazdıklarımı yeterli ölçüde tartışmadan kabullenmeleridir.
  • Yeni insan, yeni tarih demektir. Ben insanın geleceğini değiştirmek için tarihini değiştiriyorum.
  • Türk aydınını sarstım. Türkiye tarihinin altını üstüne getirdim.
  • Tekelci devletin hukuk yapısı, “suç oluşmadan önlemeliyiz” paranoyasıyla şekillendiriliyor. Bu yüzden Türkiye’de en kolay iş tutuklamadır. Tutuklayanın hiçbir sorumluluğu olmaz, yoktur. Suçsuz olduğunuzu sorgu yargıçlığında anlatmanız bile mümkün olmaz; tutuklama “suçla” değil “emare” ile ilgilidir. Tutuklayan suçun kanıtlarına değil işaretine bakar; tutuklamanın bir önlem olduğunu, itirazın mümkün bulunduğunu, suçsuz olduğunuzu mahkemede anlatabileceğinizi söyler ve tutuklar. Bir de sağcı bir hukuk öğretim üyesi pek yakında bir istatistik açıkladı: Türkiye’de tutuklamaların yüzde doksan beşinden fazlası beraatla sonuçlanıyor.(2005)
  • Gülüş, öncelikle bir aydın halidir. Çünkü çelişkiyi görebilme kabiliyetini gerektiriyor; çelişkide gülünçlük, çözülebilir olmasından kaynaklanıyor. o halde çözülebilir çelişkilere gülmek, yüksek bir insan halidir, öyle diyebiliyoruz. Ancak çelişkiyi görebilmek için ise bir isyancı ruh mutlak gerekiyor. Birbirine bağlıyoruz.
  • Doğru mu; peki, "muhalif" olmayan mizahçı hiç oldu mu, cevabı buluyoruz. Öyleyse, isyan yoksa mizah yoktur. Mizah yoksa isyan yoktur. Ve çok acı, mizah yoksa aydın yoktur.
  • Hapishanelerimizin tarihi, bir açıdan mizahımızın tarihidir. Ve mizah en barışçıl silahımızdır.
  • Zor hapislik, güzel aşklar türünden, anatomi ve fizyoloji dersidir, insana kendi vücudunu öğretiyorlar.
  • Sultanahmet, Devrim Müzesi olmalıdır. Kentin uygun yerindedir. Tarihseldir. Türkiye'nin pek çok tanınmış ismi burada yatmıştır. Uzun bir tarihi var. Her ülkeye bir devrim müzesi gerekiyor; en uygun bina Sultanahmet oluyor. Bugünkünden de eski hale getirilmelidir. Bir kouşa Nazım, bir koğuşa Kemal Tahir, Aziz Nesin, genç arkadaşlarım, yasak kitaplar, mahkum gazeteler, yakalanan silahlar, hepsi konmalıdır. Bahçesine büyük devrimcilerin heykelleri dikilmelidir. İncir ağacı eski yerinde yeşermelidir.
  • Herhalde en soysuz sözcüklerden birisi, "turizm" olmalıdır; komün-izm veya sosyal-izm, bunları anlayabiliriz. Ama, tur'un izm'i, insanın bozulmasına denk düşmektedir ve zamanla soysuzların hareket hali olarak ortaya anlamaya başlıyorum.
  • Soysuzların görgüsüz dansına turizm adını veriyoruz.
  • Herkes yaptığı işe benzer. Bugün büyük basında çalışıp da öküz olmamak mümkün değildir. Zordur. (1992)
  • Matbuat; banka ve inşaat oligarşisi tarafından kapatılmış, gerçek anlamda kirli para kanalizasyonu haline gelmiş "büyük" gazeteciler, sadece ve sadece büyük devletlerin düdüğü olmuştur.
  • Matbuat ve kanalların birinci vazifesi, her şerait altında, halkımızın bilincini dağıtmak, aklını bozmak ve oligarşinin en hasis ve en açgözlü çıkarlarını müdafaa etmektir, burada ölçü tanımadıklarını görüyoruz.
  • Sanayileşmenin ve kalkınmanın tarihe gömüldüğü bir toplumda akıl bir lükstür; kapitalizm öncesinde ve tekelli düzende, bir rehber olarak, akıl'a gerek olmadığını biliyoruz. Öyleyse akılsızın akıllıyı kovma süreci normal olmaktadır. Tefeciyi siyasetçinin esir aldığı bir toplumda da en akılsızın en yüksek tepeye çıkması ve kütlesel olarak akıldan kaçış yasadır ve bizde şimdi bu yasa yürürlüktedir. Kamu gelirlerinin, fiilen tamamının faiz ödemelerine ayrıldığı bir ülkede tefeciler egemen demektir; insanı tefeci ahlakının yönettiğini anlıyoruz.
  • Eylülist Rejim, en büyük ve en kolay başarısını sanat ve edebiyat alanında kazandı. Çok kısa bir zamanda ve gerekli fiyatın binde birini bile ödemeden, Türk sanatının sorunsalını, biçemini, biçimini, baş aktör ve aktrislerini değiştirmede .ok büyük başarı elde etti.
  • Eylülist Rejim, 12 Eylül öncesinin tüm değerlerini yasaklamayı temel ilke saydı. Bunların bir bölümünü baskılarla, bir bölümünü, yasalarla, bir bölümünü baskılarla, bir bölümünü tekelci ekonomik zorlamalarla gerçekleştirmeye çalıştı. Edebiyat ve sanatta ise, 12 Eylül öncesinin yaratıları tümden unutturan ve reddeden bir eğilim ortaya çıktı.
  • Tekeliyet'te darbe seçim'dir.
  • İnsan mı, sürekli saçma gören ve hep saçma'yı vurandır. Vurmayı dans haline getiren ve her vuruşta gülendir. Buna sürekli isyan hali veya kısaca "insan hali" diyoruz.
  • Türk aydını tercüme odasında doğdu, ancak bir büyük öğretmeni var: "Yenilgi Öğretmen."
  • Teorik geleneği olmayan Türk aydını, Tanzimat'ı bir İngiliz senaryosu sayar, ancak, Reşit Paşa bir büyük aydın olmakla birlikte Tanzimat'ı İbrahim Paşa'ya bağlamak mümkündür.
  • Sanatta popülizm, politikada dar pratik, bilimde amprisizm Türkiye'yi kemiriyor.
  • Tarih on yıllarla yazılır, on yıllar Türk aydının başını döndürür.
  • Türk aydını on yıllarla ölür, dergilerle doğar.
  • Avrupa aydınının formasyonunda Elen bağımsızlık mücadelesi, sanıldığından daha önemli bir yer tutuyordu. Avrupa aydınında, bir yerden diğerine değişen dozlarda olmakla birlikte mutlaka var olan filhelenik elemanı, her zaman sanıldığının aksine Antik edebiyata değil, bu mücadelenin yarattığı büyük aydın hareketine bağlamak zorundayız; filhelenik elemanın her zaman türkofob unsurla birlikte görünmesi de bunun kanıtıdır.
  • Elen mücadelesinin alevlediği aydın dinamizmini ancak bu yüzyılın ikinci yarısında, Vietnam halkının Amerika'ya karşı mücadelesindeki aydın canlılığı ile karşılaştırabiliriz; yalnız, önceki çok daha fazla aydın içeriklidir.
  • Mülkiyetin tabanında korku vardır. Korkunun kaldırıldığı bir toplumda cimri de özel mülkiyet de olmaz. Korkak mutlaka cimridir. Özel mülkiyet, biriktirilmiş cimriliktir.
  • Korkana, korkuyu ve haine ihaneti anlatmak imkansızdır.
  • Korkak, bir gün hain olacak . Hain, yalnızca kötü insan değildir; kötü’dür, ancak aynı zamanda korkak. Her kötü hain değildir; her hain mutlak korkak. Aramızdaki korkak, bir gün mutlak hain olacak. En büyük korkak, yaşamaktan korkandır; en büyük hain yaşamaktan korkandan çıkacak.
  • "Biz" solda insan ve "aydın" yetiştiriyoruz; sol, bir anlamda, en etkin aydın okuludur. Bir: Genel kültür veriyoruz. İki: İnsanları ikna etmeyi öğretiyoruz. Üç: Yazı yazmayı ve etkin söz söylemeyi öğretiyoruz. Bunlar bir reklamcıda ya da media-man'de bulunması gerekli en az koşullardır. "Bizim" böylece donattığımız sol aydın, düzenle hesaplaşmayı bırakarak düzenin adamı olunca, reklam sektörü, yetişmiş insan bulmakta güçlük çekmiyor.
  • Kurtuluş, kesinlikle aydının işçileşmesinde veya işçinin aydınlaşmasında değil. Her ikisinin kendi gelişkinlikleri içinde birleşmesinde. Kadının kurtuluşu da kendi gelişkenliği içinde gelişgin erkekle birleşmesinde. Başka yolu yok.
  • Kurtuluş hep umulmadık zamandadır.
  • Burjuvazinin yükseliş döneminde, insan teorisinde, temel çizgilerden birisi güvendir. Bugün tüm "insanın" temel rengi güvensizlik oluyor.
  • Rekabetçi kapitalizmde, temel ilke liyakattir, verimli iş yapabilme yeteneği temel seçim ölçütü olarak ortaya çıkıyor. Şimdi seleksiyonun temel ölçütü "biat etmek", "adamı olmak" olarak beliriyor; bu beğeniyi, ödüllendirmeyi, hukuku delip geçiyor.
  • "Adamı olmak" veya "adamı sayılmak" hukuk, ekonomi ve ahlak cephelerinde temel ilke halindedir. Böyle olunca "insan", çok daha asalak, fiziksel olarak çok daha yağlı, daha az becerili, duygusuz, güvensiz ve ufuksuz bir yaratığa dönüşüyor.
  • Tekelli düzen, insanın yazgısının, kendi elinde olmadığını yaymaya dayanıyor. Medya ve basının tekelleşmesi ve tekelli düzenle bütünleşmesi sonucunda, medya ve basını, eski zamanların katedral ve kiliseleri, medya patronlarını kardinaller ve sütun yazarlarını vaaz papazları, diğer gazetecileri din hizmetlileri ya da hademe-i hayrat saymanın buradaki çözümlemeye yardımcı olacağını düşünüyorum, "insanı" edilgen hale getirmek hem daha kolaylaşıyor ve hem de büyük bir yoğunlukla uygulanabiliyor."İnsan" edilgendir. Edilgen "insan" sürüdür. Sürülerde ise aşk yoktur.
  • Ortaçağ'da insan, doğayı etkileyemediği ve kontrol edemediği için kendine güvenden yoksundu. Bitkisel bir yaratıktı. Tekelsi düzende ise insan, toplumu etkileyemediği ve kontrol edemediği için kendisine güven duyamıyor. İnsanı insan yapan nehrin akışını değiştirmektir; bunun için çaba ve ortak çaba gerekiyor. Ortak çaba başarıya ulaştığı ölçüde insan yükseliyor.
  • Dünya, yirminci yüzyılın orta çağını yaşıyor.(1985)
  • Güven ve irade, ne yazık, pratikten ve dıştan geliyor.
  • İnsanın gelişmesi, Tanrı'yı içinden çıkarıp yerine aklı koymasıdır.
  • İnsanın gelişmesi, kendisini sevmenin yerine karşı cinsi koymasıdır.
  • Yönetici için korkutma şiddetin kendisinden daha etkilidir.
  • Sovyet düzeni büyük bir aydın kıtlığıyla başladı. Aydınını yaratmak zorundaydı. Ancak çeşitli nesnel koşulların etkisiyle ve özellikle İkinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında, aydın yerine çift dinli yaratıklar ortaya çıkardı.
  • Solcu aydın, serseri aydın ile hesapsız delikanlının birleşimidir.
  • Sol, Marksizm'den öncedir.
  • Marx, büyük bir kütüphane ve yaşadığı zamanda, dünya biliminin en yaratıcı sentezidir. Ancak Marx, yazdığı zamanları, dünya biliminden kesin bir sıçramayı temsil etmiyor; bilimin içindedir ve o zamanki bilimin, güçlü yanları kadar bazı zayıflıklarını da içinde barındırıyor. Dünya gericiliği, Marx'ın çıkışıyla birlikte bilimin ne büyük bir silah olduğunu görüyor ve Marx'ın omuzlarının üzerinden, dünya bilimine savaş acıyor. Marx, ne eksik ve ne fazla, yazdığı zamanın dünya bilimidir.
  • Marx'ta felsefe var; fakat, Marx'ı özgün bir filozof saymak, son derece büyük bir abartma oluyor. Yazdıkları, geliştirilmeye çok elverişlidir; Marx'ta en büyük revizyonu yaparak, Marx'ı iktidara götüren Lenin'dir.
  • Lenin, güçsüz Rusya sosyalizmi ile güçlü Rusya devrimci demokratlarını birleştirip, mucizevi yollarla iktidara götüren kimsedir; yolu, sosyalizmi iktidara götürüyor.
  • Benim misyonum şudur: Ben ne bir Kürt'ü vereceğim ne bir karış toprak vereceğim. Ben, hep Kürtlere sevgiyle yaklaştım. Kürtler olmazsa biz olamayız. Onlara hep kardeşlik getirdim, hep kardeşlik sundum. Ankara DGM'nin bir hakimi Turgut Okyar'dır, birisi de Orhan Karadeniz'dir; ikisine de geldiğim zaman ellerim kelepçeli şunu söyledim: ‘Değerli yargıçlar, bir gün bu ülkedeki Kürtlerimiz bizden ayrılmak istemezlerse, nihai olarak ayrılmak istemezlerse, sizin yüzünüzden değil, bu ülkede bir Yalçın Küçük olduğu için ayrılmayacaklar,' dedim.
  • Biz sosyalistiz. Biz, başka bir ekolüz. Biz, başka bir doktriniz. Biz, Mehmet Ali Aybar ve Behice Boran ile birlikte Kürtlerin haklarını savunduk. Kimse diyemezken, 1970 yılında, ‘Bu ülkede Kürt vardır,' diye karar aldık. Anayasa Mahkemesi, partimizi kapattı.
  • Demek ki, ordunun Kemalizm’i Erbakan’a karşıtlık ile sınırlı idi. Erbakan, dinsel politikacı olmanın yanında, millici, kalkınmacı, İsrael’e karşı, komşu ülkelerle dostluk yanlısıdır; itiraz buradadır. Bu tespitten de şu çıkıyor, “AKP”, sadece bir temizlik hareketi idi, millici ve kalkınmacı olmayan, İsrael ile nerede ise uydu ilişkisinde ve bu nedenle komşu ülkelere karşı iki yüzlü bir hareket aranıyordu, o halde akp, kendiliğinden bir oluşum değil, sadece bir icat idi.
  • Türk gericiliği ile Kürt gericiliğinin ittifakını önlemek ve Türk devrimciliği ile Kürt ilericiliğinin ittifakını kurmak, bu benim yürüyüş ilkelerimden ve en önemlilerinden birisidir.
  • Sovyetler Birliği'nin, İkinci Dünya Savaşı sonunda ülkemizden toprak ve üs istediği, Amerikan arşivlerini kullanarak kanıtladığım ve başında ve işine gelinceye kadar Washington'un bile kabul etmekte güçlük çektiği bir yalandır.
  • Sol ne zaman çöker, ne zaman, "çökmüştür" ya da "ölmüştür" demek istiyorum; cevabı çok basit ve bir anlamda da totolojik görünüyor. Sol büyük proje, kökten düzenleme ve değiştirme demektir; ütopya'ya yakın ve bir tür mesyanizm'i içinde barındırmaktır. Yalnız, Yahudi mesyanizmi, ki burada İsa'nın çıkışı da var, müdahaleyi kabul etmiyor; sol ise müdahalecilik demektir. Bu nedenle, yerine "aydınlanma" doktrinini ve bu doktrinin bir uygulaması olan, "ilerleme" önermesini koymaktadır. Bunlar yoksa, sol çökmüştür ve yoktur; bu kadar basit bir cevaba sahibiz.
  • Orduyu açıklayıcı olarak kullanmak, ahmakçadır. Ordu açıklanmaya muhtaçtır.
  • Orta Çağ'a girişte dört tarih önemlidir.
  • Bir, 1977 yılında "terörist" Menahem Begin, "Likud" Partisi adıyla, İsrael'de hükümete geldi. Şiddetin ve Yahudi şeriatının iktidarıdır.
  • İki, 1978 yılında, Papa İkinci Jean Paul dönemi başladı ve aydınlanmaya karşı savaş açtı. Katolizm'in Hıristiyan şeriatına döndüğü yıldır.
  • Üç, 1979 yılında İran'da İslam Cumhuriyeti kuruldu.
  • Dört, 1980 yılında, Türkiye'de Yahudi asıllı Amerikan stratej Wohlstetter'in doğrudan iştirakiyle, Kenan Evran başkanlığında, darbe yapıldı. Orgenaral Evren İbrani asıllıdır, Türkiye'de "İslam'ın Altın Çağı" denilen dönemi başlattı ve Turgut Sunalp ile, Likud benzeri bir parti kurmayı denedi, İç içedirler.
  • Akepe bir Likud'tur. Her ikisi de emekçi düşmanıdır. Aşırı Batı ve Amerikan yanlısıdırlar. Kendi şeriatlarını rehber alırlar. Hegemonya söz konusu olduğunda bir kalıbın iki tarafı olurlar; birisi eril ve diğeri dişildir. Birisi girer ve diğerine girilir. Bütün fark buradadır; girmek ya da girilmek, Shakespaere'in söylediği üzere, this is the question.
  • Adnan Menderes'in düşüşünün Ben-Gurion eli mahsulü olduğundan hiç kuşkum yoktur.
  • Hangi ahmak benim sabetayizme olumsuz baktığımı söylüyor, bu tür ahmaklarımızın azaldığını sevinerek söylebiliyorum. Sabetayistler olmasaydı, biz bu cumhuriyeti kuramazdık, diyen ben oldum. Bugün Sabetayistler, Türkiye'ye sadık olsalar, bu kadar sarsılmazdık, bu da benim ifademdir, büyük çoğunluğu ülkenin çıkarlarını gözetmiyorlar ve geriye kalanlar ise bu ülkeye, Türkiye'ye, eskisinden daha fazla bağlıdırlar.
  • İsrael, Türkiye'de İsrael'de olduğundan daha güçlüdür
  • Bir, akepe büyük ölçüde sabetayistlerin partisidir. İki, akepe önemli yerlere sabetayistleri getirmektedir.Üç, taraf'ı İsrael tarafıdır ve çok büyük ölçüde sabetayistlerin elindedir. Dört, tarikatlar, öncelikle, sabetayistlerin egemenliği altındadır. Beş islamizasyon ve ottomanization, sabetayist ve İsrael projeleridir. Altı, Fitne, İbrani "milhama" demektir ve savaş anlamına gelmektedir.
  • Tarikatlar mı, judaizedirler. Başta Gülen Tarikatı, İsrael muhibbi’dirler. Kurtuluş’ta İngiliz Muhibbi’leri bir avuçtular ve şimdi İsrael-muhibbi’leri sel oldular.
  • Selanik'in, Türkiye Solu ve Aydın Hareketi üzerindeki rolü yeterli ölçüde incelenmiştir, fazla da bulabiliriz. Fakat, Selanik'in, islamist hareket ve özellikle tarikatler içindeki rolü hep ihmal edilmiştir, şimdi buradayız.
  • Bir takım ahmaklar, “Özbekler Tekkesi olmasa, Anadolu'ya kimse gidemeyecekti” izlenimini veriyorlar, tarihi tahrif ediyorlar. Anadolu mücadelesinde, Konya’daki Yirminci Kolordu’nun, başında Ali Fuad Paşa vardı ve Erzurum’daki dokuzuncu kolordunun, başında Kazım Paşa vardı, askere fazla ihtiyacı olmamıştır. İkincisi, her yerde Teşkilat-ı Mahsusa vardı, adamları vardı ve bunlar Anadolu’daydı. Kaldı ki Anadolu ile İstanbul arasında sınır ve sınır muhafızları da yoktular; o halde, Özbekler Tekkesi masalını , tarih yazımını judaize etme çabası olarak anlamak durumundayız. Tahrifattır.
  • Arınç, kasaba avukatlığını aşamamış bir adamdır.
  • İmam ve Hatip Tayyip Beyefendi, partisini kapatmanın eşiğine getirmiştir.(2005)
  • Artık Tayyip Erdoğan'ın pek çok davranış ve konuşmasının yalnızca nörologları ilgilendirdiği konusunda bir ittifaka yaklaşıyoruz.
  • Sar'a hastalığı saklanıyorsa, her saralıyı nöbet halinde diğer tüm insanlardan saklıyorlar. Tayyip Erdoğan'ı da saklamaya çalışıyorlardı ve "Grand Mal" hali ortadaydı, görülürse, bunu herkes görmüş olacaktı ve bütün kapılar kapanıyordu. Makam otomobiline kilitlediler. Çıkardıkları zaman hala bilinçsizdi ve kolları sarkıyordu, fotoğraf makinelerini kırdılar. Güven Hastanesi'nde iki rapor var. Hepsini biliyoruz.
  • Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın, 18 Ekim 2006 tarihinde, Güven Hastanesi'nde, otomatizm davranışları içinde müşahade ettiği Tayyip Erdoğan ile ilgili raporunu, Gata'daki nöroloji kliniğine havale etme zamanı gelmiş ve geçmektedir. Cumhuriyet'i koruma sorumlulukları içindedir.(2008)
  • Caligulaların her zaman bir köle ve bir küstah kişiliği var. Her Caligula hem küstah ve hem köle olmak zorundadır.
  • Recep Tayyip Erdoğan'ın hastalığını bildiğinen şüphe edemeyiz. Hem iddialara cevap vermemektedir ve hem de devlet hastanelerinden kesinlikle uzak durmaktadır. Adeta resmi doktorlardan saklanıyor; o halde, hastalığının ciddiyetinin verfikasyonundan sakınmaktadır. Bunu anlıyoruz.
  • Tayyip Bey, "Batı'dan ilim değil, ahlaksızlığı aldık" diyor. Bilmiyor; bizim kurumlarımız ve üniversitede okuttuklarımızın hepsi Batı'dan, Garp'tan alınmadır.
  • Tayyip Bey'in haberi yok; Üçüncü Selim'den beri biz garplaşma isteriz ve Fikret'in Haluk'a söylediği üzere, Batı'da ne bulursak alırız. Tayyip Bey müthiş bilgisizdir ve plütokrasinin de bunu istediğinden kuşku duyamayız. Bizde garplılaşmak temel çizgidir ve İslamcı muhalefet, Tanzimat'a ve Cumhuriyet'e, Batı'dan geldiği için itiraz etmiştir. Bilmiyor ve meydan boş görünüyor.
  • Batı'dan ahlaksızlık da aldık, ama kendi icadımız ahlaksızlıklarla Batı'yı çok geride bıraktık. "Bir gecelik birliktelik" Batı'da yoktur. Var, ancak, bunlara fahişe diyorlar. AKP döneminde fahişelik lağvedildi, artık fahişelik mesleği de itibar kazandı. Batı'da bu kadar hızla dolar-milyarder yetiştirilmiyor. Çalmanın bu kadar övüldüğü başka bir ülke bilmiyoruz. Artık, bizdekiler, "home-made" ahlaksızlıktır. Çoğunu, AKP döneminde icat ettik. Batı'dan da aldıklarımız vardı, ancak yeni icat ahlaksızlıklarımız, bizim bulduklarımız, hepsini geçmiş durumdayız.
  • AKP döneminde ahlaksızlık imalatında birinciyiz. Her yere ihraç edebiliriz. İhraç edilecek, "Made in Turkey" markalı ahlaksızlıklarımız rakipsizdir. Hayırlara vesile olmasını dileriz.
  • Biraz tarih biliyorum, bana göre Deli İbrahim'den sonra Türkiye'de hükümet etmeye gelmiş en bilgisiz kimsedir. Sabri Ülker'in bisküvi kutularını saymayı bilebiliyor
  • Bakın Tayyip Bey hakkımda dava açtı, mahkemeye bir klasör verdim. Bu,bir yeni kitabımın içinde bir kitaptır. Ben "türkiye bir diktatöryadır" diyorum. Ama tayyip bey diktatör değildir,o yüzden Şarlo'dan bahsediyorum. Tayyip Bey'in hiçbir işle ilgisi yok,pazarlamadan gayrı. Diktatör değildir,pazarlamacıdır. Ülke pazarlamacısıdır;memaliki satıyorlar.
  • Peki burada iyimser olmak için bir neden var mı; Tağmaç’tan Özkök’e otuz yıl var. Demek ki en az otuz yılda ördüler. Uzun bir yolda çalıştılar. Şimdi daha iyi görüyoruz hep Tayyip Erdoğan’ı yapmayı hedef aldılar. Her birimizi ve özellikle doğanları Tayyip Erdoğan imal etmeye yemin ettiler; artık Tayyip Erdoğan’a oy verenlerin her birisi bir Tayyip Erdoğan’dır. “Cumhuriyet insanı” yerine ektikleri işte budur. Kovduklarının, hapsettiklerinin, sokak ortasında öldürdüklerinin, beslemeyip idam ettiklerinin yerine diktikleri işte budur. Demek ki, yaratmadılar ve imal ettiler. Seri imalat var, mamulleri, birbirinin aynı oldular.
  • Cumhuriyet insanının yerine imal ettikleri budur. Bu, büyük zenginlerin planıdır. Üniversitede profesör ve öğrenci, fabrikada patron ve amele, televizyonlarda, yarışmalarda, seçen ve seçilen hep Tayyip Erdoğan olmasını istediler. Tağmaç-Evren-Özkök bunu yaptılar. Yaptıkları Huxley’in imalatını andırıyor , ama daha cüretkar ve daha siyah’tır. Orwell’i daha çok çalışmış olmaları ihtimal dahilindedir.
  • Sürü fabrikaları kurdular. Artık “üniversite” dedikleri, sürü imalathaneleridir.
    Neler mi yaptılar, kısa kişisel tarih şudur:
    a) Tağmaç, darbe yaptığında, Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde öğretim üyesiydim. Kovdular. Hakim Yarbay, askeri savcı, Mustafa Deniz, beni, hapsanenin kapısından döndürdü, adını sevgiyle anıyorum.
    b) Evren, darbe yapınca, hem Gazi Üniversitesi’nden çıkarttılar ve hem hapse koydular.
    c) Özkök Darbe yapınca, Gazi’den iki kez kovdular ve hep pencereden tekrar girdim. Hapse atmaktan yorulmuşlardı, ayrıca hapishaneden pek taze çıkmıştım, atmadılar.
    İnatçıyız.
  • Hürriyet gazetesi, İsrael'in kuruluşuyla senkronizedir. İsrael'in kuruluşunu desteklemek için var.
  • Habertürk gazetesi, İsrael'in islamizasyon ve osmanizasyon açılımı için çıkmaktadır. Cübbeliler, ufocular, hurufiler, her türlü cahiller tek tek vitrindedirler.
  • Hürriyet, desekülarizasyon ve Habertürk, dekemalizasyon için çıkarlar.
  • Sadece iki gazeteyi ve yalnızca bir temel niteliğiyle ele almak yeterlidir. Hürriyet ve Cumhuriyet'in kısa ve temel işlevleri, bozmaktır; Hürriyet, halkı ve Cumhuriyet de aydını bozmakla görevlidirler. Buradaki "görev" sözcüğü, her iki gazetenin de bunu bir tür varlık nedeni ve "devlet görevi" saymaları nedeniyle uygun düşmektedir. Cumhuriyet, 1968-1976 dönemini ayrı tutarsak, içinde bir de 12 mart kesintisi var, hep aydını bozuyordu. Hürriyet için ayrık bir zaman göremiyoruz.
  • Yüksek komutanlar, tüsiad ve Deniz Baykal, akepe'yi çağırdılar. Kuran, İsrael ve Amerika'dır. Bunları çok önceden haber vermiş olduğum ortadadır.
  • Uğur Mumcu katledildiği gün, Villa'da çalışıyordum, 24 Ocak 1993, Temren haber verdi, hiç beklemiyorduk ve artık acele etmem gerektiğini düşündüm. Arkasından Eşref Paşa'nın, Şubat 1993 ve hemen sonra da Turgut Bey'in, Nisan 1993, ölümlerini idrak ettik. Zamanımın azaldığını hissettim.
  • Uğur'un kaybı bana "emir" geldi. Sürgüne çıkma kararım kesinleşmiştir.
  • Mehmet Akif'e sarılarak, Tanzimat'ı kötüleyerek, Ethem'i hain sayarak, Sait'i ajan bilerek, bu Cumhuriyet'i koruyamayız ve yeniden kuramayız.
  • Gerçeklerden korkarak, kuruluştaki yanlış ve hurafelere sahip çıkarak, Cumhuriyet'i savunamayız ve kuramayız. Cumhuriyet Türkleri'nin bir istiklal marşı yoktur ve Akif'in manzumesi, Türkler için değildir; ötekiler tarafından yazılmış ve yabani'dir, bunu öğrenmek zorundayız.
  • Dünya Yahudi Partisi ve İsrael, artık Erdoğan ile olmayacağına karar vermiş durumdadırlar. Buna mukabil, Türk büyük zenginleri, tüsiad ve matbuatı, Tayyip Erdoğan olmazsa akepe'nin ayakta kalamayacağına inanıyorlar. Çöküyor ve ayaklarına sarılıyorlar; birlikte düşmeye razıdırlar.
  • Tayyip Erdoğan, ülkede tartışma düzeyini, hızla Kasımpaşa Kahvehaneleri'ndeki münakaşa seviyesine indirmektedir.
  • Koç'un, Sabancı'nın İtalya sahillerindeki hantal yük gemilerindeki sığınmacı Kürt, Türk ve Araplar'dan farkı yoktur. Hem sığınmacı ve hem de eski topraklarında sömürgecidirler; Türk büyük zenginleri, bu eski topraklarına, bir sömürgeci kafasıyla yaklaşyorlar.Akepe ile kurdukları idare, bir sömürge hükümetidir.
  • Peki ne görüyoruz; sonsuz tamahkar bir plütokrasi ile karşı karşıyayız. Şunu ileri sürebiliyorum, her sömürgeci Türkiye büyük zenginlerinden daha az sömürgecidir. Artık bunlar için "halkım" demek çok yersiz, her sömürgeci sömürdüğü halka bunlardan daha yakın ve insaflıdır. Her sömürgeci bunlardan çok daha "kalıcı" ruh halindedir ve bunları, kesinlikle "kaçıcı" tarif etmek zorundayız.
  • Türkiye'nin büyük zenginleri bugünkü Türkiye'yi fazla aydınlık buluyor. Daha karanlık bir Türkiye istiyorlar.(2007)
  • İslam'ın kendi akılcılığından çok daha uzak, tarikatlar halinde, birer mutaasıp alaylar şeklinde teşkilatlandırılması, Türkiye'de sol düşüncenin ve marksizmin yayılması ve kütleselleşmesinden sonradır.
  • Tarikatlarda hem ruhban sınıfı var, hem kabala'ya çok yakındır ve hem de itaat öğretimi ve itaat disiplini çok daha ciddidirler; tarikat mensupları, normal bir dindardan daha az akıllı ve çok daha tabidirler.
  • Dinsellik mi eninde sonunda öğrenme kabiliyetini tüketmek olmalıdır.Tarikat mı eninde sonunda dini bozmaktır.
  • Sufizm mi, tasavvuf da diyebiliriz, eninde-sonunda akıldan çıkmak'tır. Sürekli vecid ya da nöbet halidir.
  • Tasavvuf mu, Türkiye'de, eninde sonunda İslam'ı judaize yoludur. İslamo-judaik bir tarik arayışıdır, öyle telakki ediyoruz. Az çok kabal'dır ve yerindedir.
  • İslamizasyon, eninde-sonunda, Türkiye'de insanı bozmak operasyonu'dur. Bozuculukta şimdi magazin ve dizilerle yarışmaktadır.Sınıfidir, bozarak fabrikada sulh peşindedir. İslamizasyon kolay yönetim ve diktatoryal rejim için taban hazırlama işidir. Cahil ve tabi insan ya da yaratık imalatı demek mümkündür ve oradayız.
  • İsrael'i devlet olmuş bir konspirasyon olarak tarif edebilirim.
  • Politikada büyük eylemler büyük derstirler. Türk eliti, Menderes'in ölümü ile Suriye'yi ve Özal'ın ani ufulü ile Musul'u istememeyi öğrendiler; Türk politika mektebi için maksimalizm, artık sadece tehlike taşıyıcısıdır, ya ufukları küçülüyordu ya da küçük olanlar politikaya girebiliyordu. Sabetayist ve varlığı tartışmalı non-sabetayist deseleksiyon burada birliktedir.
  • Ya ufukları küçülüyor ya da küçük ufuklular büyüyor.
  • 1991 yılında Sovyetler Birliği çözüldü. 1992 yılında Yugoslavya parçalandı. 1993 yılında sırada Türkiye var.
  • 1992 yılında Özal, "yirmi birinci yüzyıl Türk yüzyılıdır" dedi. 1992 yılında, Demirel, geri kalmak istemedi, Adriyatik'ten Çin Seddi'ne kadar Türk dünyası" açıklamasını yaptı.
  • Ocak 1993, Uğur Mumcu öldürüldü. Şubat 1993, Jamdarma Umum Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis, düştü. Nisan 1993, Cumhurbaşkanı Özal ansızın, mossad'ı çağrıştıran bir sürpriz ile ölüverdi. Anap'ın fiili sonudur. Temmuz 1993, Sivas'ta 38 Türk aydını yakıldılar.
  • 14 Haziran 1993 tarihinde, hiçbir yerde yayınlanmayacağını bilerek, "darbe açıklaması" yaptım.
  • Üçüncü darbe 1993 yılındadır.
  • Plütokratlar için "ülke" artık bir "üs" ya da sıçrama tahtasıdır. Şıpsevdi halleri var, keşfediyorlar, başlarına çıkartıyorlar, yüceltiyorlar, tapınıyorlar, sonra öldürüyorlar. Tıpkı Roma'da olduğu üzere, adının dışında Cumhuriyet'in bütün kurumlarını yıkmaya mahkumdurlar. Bütün cumhuriyetçileri tasfiye etmeye ve hatta öldürmeye teşnedirler.
  • Feodalite, tekeliyet'e ipuçları verirken, başkaları bir yana, devletin küçülmediği ve tam tersine büyüdüğünü anlatıyor, kamusal işlerin parsellendiği ve iktidarın özelleştiği kavramlarına da buradan yaklaşıyoruz. Sınırlar zayıflıyor, bireyler yok, manidar parçalar ya da parseller var, devlet var, ancak ulus-devlet yoktur. Tavan var ve taban bulunmamakta, istenmemektedir. Kabul etmek zorundayız, bir yeni soyutlama ve kavramlaştırma eşiğindeyiz.
  • İslamizasyon tabansızlaştırma işidir. Feodalite ve tekeliyet, tabansız'dırlar.
  • Devletin tekelleştiği ve tekellerin devlet olduğu bir düzene, jenerik olarak, feodalite demek durumundayız. Feodalite mi, parsellenmiş devlet biçimidir. Önümüzde kapitalizm yerine böyle bir model var.
  • Tekeliyet'te din ticareti ve porno fabrikasyonu zorunludur.
  • Oligarklar, bu kadar "dindar" ve bu kadar porno-kar olmasalar, fabrikalarda bu sükuneti sağlayamazlar.
  • Seksin dinlerle ilişkisini de yazacağım![5]
  • Bergüzar Korel inek gibi bakıyor.[5]
  • Tekeliyet'in, kapitalizm'den ayrı olarak, en temel yasası, sadece yeteneksizlerin yükselmesi üzerinedir.
  • Tekeliyet'te yaşamak, en aşağılık hal'dir.
  • Tekeliyet'te yaşamak, oligarklar için, geviş getirmekten ibarettir.
  • Roosevelt öldü, Truman geldi, Kennedy öldürüldü, Johnson çıktı, Nixon düşürüldü, Ford yükseldi. Hiçbirisinin de çıktıkları yerlere çıkacaklarını düşünemeyiz; düşündüğümüz şudur; çıkanlar, İsrael lobisinin adamlarıydılar ve zamanlarında İsrael Devleti, 1948 ve 1967 ve 1973-1974 olmak üzere, üç kez kurulmuş oldu. Teori işte görülmemiş bir pratiği ortaya çıkarabilmektir.
  • Kurtuluş, ilk önce kurtuluşçuların bir önemli bölümünden kurtulmayı tercih etti. Acı, ama, sahih'tir. Şimdi kitaplarımda yeniden, kurtuluş için kalkıyorlar.
  • (Küçük:) — Nedenini bilmediğim bir sorumluluk duygusu bana bunları yaptırıyor, yazdırıyor.
    (Cevizoğlu:) — Sizin içinizde ne var şeytan mı?
    — İçimde isyan var!
    — Kaç yaşına kadar sürecek isyanınız?
    — Ben hep 16 yaşındayım.
    — O yaşta isyan olur mu?
    — Bende erken başlamış.
  • Kalpak bizim geleneklerimizde Cumhuriyetin ilk meclisinde, resmi yerlerde kullanılmıştır. Kalpak şapka değildir. Mahkemeden izin istedim. Mahkeme başkanı da kibar olarak 'kalpaksız oturun' dedi. Biz cumhuriyeti savunuyoruz. Cumhuriyet kalpakla savunulur. Cumhuriyeti savunmanın sembolüdür bu. Türban değil, kalpak...
  • Kitap imzalıyordum, bir yaşlı beyefendi geldi, kulağıma eğildi, neden kalpak, dedi ve ben de 1918 yılındayız ve o zaman devrimciler kalpak giyiyorlardı, cevabını verdim. Çok sevindi, ben de öyle düşündüm, diyordu. Çocuklar misali sevinçle ayrıldı ve arkasından baktım, on sekiz yaşında gidiyordu.

Konuyla ilgili diğer Wikimedia sayfaları:

Vikipedi'de Yalçın Küçük ile ilgili ansiklopedik bilgi bulunmaktadır.


Kaynakça değiştir

  1. Kalyoncu, Cemal A. (14 Temmuz 2003). "Babadan işbirlikçi anneden ihtilalci". Aksiyon. Cilt 449. 17 Kasım 2010 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 14 Ekim 2010. 
  2. "Prof. Dr. Yalçın Küçük kimdir". Hürriyet. 7 Ocak 2009. 22 Mayıs 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 3 Şubat 2010. 
  3. Yalçın, Soner. Bay Pipo. Doğan Kitap. s. 53. 
  4. Yalçın Küçük, Aforizmalar, Arkadaş Yayınları, 2. Baskı, s. 162
  5. 5,0 5,1 https://www.youtube.com/watch?v=9qVCHLiHHDk